- 560 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
422- hollandalı adam- ard. öyk.
Adamı Ardahan’da görmem üzerinden çok zaman geçti. Adamı beyaz saçları bir iki ayrıntıyla tasvir et deseniz zorlanırım. Çoklukla uydurmak durumunda kalmam demektir bu. Resmen adamı fiziksel portre olarak tarit et deseniz. Uydurmak bezemek gibi şeylere müracaatım kaçılmaz olur. Onu bir an evvel söyleyim de.
Neye doğru aşağıya yönelmiştim. Çarşının bu başını bırakmıştım, aşağı köprübaşına yürüyordum.
Mükerrem Derin’in dükkanı dönecektim. Hollandalı adamı gördüm. Adamın elinde tuğla gibi kitap bellikleniyordu.
Adamı neye göre turist bilmiştim.
Şimdi soruyorum kendime. Sahi esmer, karakaş, karagöz adamı neye göre yabancı, Avrupalı bilmiştim.
Selamlaştık.
Nereli olduğunu sordum. "Hollandalıyım" dedi.
Çay içmeği teklif ettim. Kabul etti. Ben ise İngilizce konuşmak için fırsat yakaladığımı sevinerek düşünüyordum.
Çocukluk arkadaşım Hacı’nın kahve’anesine gittik. Az yürümedik bile karşı kaldırama çıktık. Dışarda oturduk. Diyarbakırlıların küçük istolları vardı " götaltı" dır diğer ismi onlara oturduk.
Hacı burayı belediyeden kiralamıştı. Bina eski belediyenin yeridir.
İngilizce konuşuyoruz.
Bizimle oturmuş insanlar çaylarını içiyorlardı.
Geniş yol aşağıya Erzurum yoluna yılan gibi akıyordu. Ben çayımı yudumlarken adama sorduğum sorunun cevabını dinliyordum.
Binaların arasında ise koca Ardahan ovası yatılı duruyordu.
Adam finansçıymış. Yetmiş beş yaşında. Ne işle iştigal ettiğini tam anlamak için ardarda sorular sordum. Tefeci gibi birşey olduğunu söylemek istiyordu.
Burjuva mıydı bu adam.
Bunlar neye devir açmıştılar. Dünyayı ikinci doğa yasalarına göre değiştirmiştiler.
Bu adam! Kapasitesi neydi?
Felsefeden söz açmış olduk. Adam tefeciydi ama çok okuduğu belliydi. Rusya’dan geze geze Ardahan’a gelmişti.
Avrupalı bir burjuva... ya ben Fransız devrimini yapmış burjuvaları çok okumuştum. Okul da öğretmenlerimiz anlatmıştılar burjuvaları. Şimdi bir kanlı canlı burjuva ile beraberdim.
" Ne okursunuz?" dedim. "Van Gogh’u tanır mısınız?"
Kierkegard’u çok sevdiğini söyledi. Ernest Bloch’u duyduğunu fakat okumadığını söyledi. Söz verdi Hollanda’ya gider gitmez okuyacağını. Ben ise bir kitabı söz verdim okuyacağıma... al gülünü ver gülümü olmuştuk.
Sanırım Maurice Maeterlinck idi ve halâ okumadım.
Adam düşünmeği seviyordu.
Hollandalının yaşlarda olduğu belli iki adam yanımızda oturmuştular. Onların sohbetlerine gelince. Neyi konuşuyordular? Onlar bizi dinlerken bizim kulağımız laflarına isteksiz ilişmişti.
Şapkalı adam, başı açık kel arkadaşına kendi için yaptırdığı mezarı anlatıyordu. Konu hep ölmek üzere dönüyordu.
Hollandalı adam şarap koleksiyonunu anlatıyordu. Bana " Genç adam eğer ülkeme gelirsen size merlot şarabından ikram etmek isterim,"dedi.
Kadınlardan anlattı... adam kadından anlıyordu. Yaşamıştı. Kadınların zaaflarını zerafetlerine yoruyordu.
"Asla bir kadını korkutarak ona sahip olmak erkeğe yakışmaz,"dedi. " Hayvanlar alemi belgesel filmler de erkekler dişileri hileyle elde ediyor ,"dedim. "Onlar hayvan..." dedi.
Adamlar, yerlisi yabancısı sözdür ki düzüyor konuşuyordular.
Kadın ruhunu biliyor olan, biliyor olmayan konuşuyordular.
Kulağımla duyduğum son söz şuydu:
" Ardahan’da zemheri soğuk mu soğuk, anot- katotlu radyolar saat beş dedi mi... Revan radyo da bu nev müzik dinlerdiler... bu müzikler şimdi face’de ama o dinleyen kadınlar terk-i dünya ettiler... hay puşt dünya hay."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.