- 640 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
FERİDE
Güzelliği kadar sevdası da dillere destan olmuştu Feride sultanın bu kahramanlar diyarında. Yakın arkadaşıyla birlikte gittikleri bir düğünde görmüştü onu genç adam. Yöresel kıyafetleri içinde bir sıra olmuş genç kızların arasında güvercin barını oynarken göz göze gelmişlerdi. O ceylan gözlerinden süzülen paha biçilemez ışıltılar genç adamın yüreğine dolmakla kalmamış bir ateş misali yakmıştı alev alev.
Feride, şehirde tanınan itibar gören ve sevilen bir ailenin üstüne titredikleri kızlarıydı.
Genç adam sevdasını değil dile getirmek, Feride’ nin kapısında kul olmaya bile layık göremiyordu kendini.
Durumu fark eden yakın arkadaşının ısrarıyla zorlanarak anlattı yüreğindeki yangını.
Arkadaşının suskun ve endişeli halini gördüğünde ise hissettiklerinde ne kadar haklı olduğunu anladı. Gün geçtikçe yataklara düşecek hale gelen genç adamın yardımına yine arkadaşı koştu. Feride’ nin annesiyle yakın dostluğu olan annesini aracı koydu bu hayırlı işe ön ayak olması için. Annesi “seven gönüllerin arasına girmek hem doğru olmaz hem günahtır. Babasına nasıl söyleyeceğim işte onu bilmiyorum” cevabıyla uğurladı ahbabını. Kızlarının her gelen talibini ısrarla ret ettiğini gören ailesi bu aşkın karşısında duramayacaklarını anladılar. Her şey geleneklere ve usulüne uygun olarak yapıldı. Ve bu sevda dört de meyve verdi aradan geçen mesut ve saadet dolu yıllar içinde.
İtibarlı bir kuyumcu mağazasında ustalığa kadar yükselen genç adam geçen süre içinde evinin geçimini sağlamış. Çocuklarını okutmuş ve hepsi meslek sahibi olmuştu. Nakış dikiş öğretmeni olan kızlarının birine nişan yüzüğü bile takılmıştı.
Mağaza sahibi Ekrem Beyin ani ölümü tanıyanlarını bile perişan etmişti. Ailesi mağazayı çalıştırmak yerine devretmeyi uygun görmüştü babalarının ardından.
Feride’nin ailesi ise damatlarının ne kadar onurlu biri olduğunu bildiklerinden, mağazayı devir almasını ya da yapmak istedikleri maddi yardımı, geri ödemesi koşuluyla kendisine ısrarla ve uygun bir dille teklif ettiklerinde, o da aynı ısrarla ret etmişti bu teklifi.
Mağazadayken deri işleriyle uğraşan İstanbullu bir tüccarın verdiği kart geldi aklına. Arayıp durumu anlattı. Nedim Bey memnunlukla karşıladı adamın talebini. İstanbul’daki iş imkanlarının bolluğundan hatta isterse birlikte çalışabileceklerinden söz etti kendisine.
Gerek Feride’nin gerekse çocuklarının bunun doğru bir karar olmadığını, onun bu işten hiç anlamadığını, İstanbul gibi bir canavar şehirle başa çıkamayacağını söylemeleri bile onu bu kararından alıkoymadı. Yüreğine taş basıp hiç tanımadığı kurallarını bilmediği bu esrarlı şehre doğru yola çıktı.
Nedim işinin erbabı çevresinde sayılan güvenilen gerçekten çok iyi bir insandı. Aynı evde birlikte kalıyorlardı. İşleri fevkalade iyi gidiyordu. Rusya’ yala bağlantılı işler gelmeye başlayınca az çok Rusça bildiği için onu geçirdi bu işin başına. Bu gidiş gelişlerin birinde iş ortaklığı yaptıkları iki çocuklu Rus kadının yemek davetlisi olarak gittiği akşam dünyanın başına yıkılacağı aklının ucundan bile geçmiyordu.
Henüz reşit olmamış genç kızın tuzağına düştüğüne inanmanın sonsuz perişanlığı içinde kızla birlikte ülkeye dönmüştü. İşi gücü bırakmış. İstanbul’u terk edip akrabalarının yaşadığı Trakya tarafında küçük bir sahil beldesine saklamıştı kendini olanca utancıyla.
Tez elden düştü bu haber Erzurum’a bir kara haber misali. Dağlarda yankılandı hıçkırıklar. Böyle bir sevdanın şanına yakışır görkeminden olsa gerek.
Mil mi çekmeliydi gözlerine göreceklerini görmemek için. Şişler mi sokmalıydı kulaklarına anlatılanları duymamak için. Hiç biri ceylan bakışlı Feride sultana göre değildi. O, hayatı ve yaşadıklarını kendi yüreğinin kendi aklının sesiyle buluşturmuş, ikisini birlikte yoğurmuştu yine kendi hayat teknesinde kendi bildiği gibi. Özgürce. Onurluca. Sevgiyle ve tarafsız bir gözle.
Kocasının Erzurum’a gelemeyeceğini bilen Feride sultan her şeyi göze alarak kendisi çıkıp gelmişti onun yaşadığı bu yere.
Hayatlarının en zor ve can alıcı konuşmasını yapacaklarını ikisi de biliyordu. Hatta belki en sonuncusunu. Dillere destan olmuş dağlarda yankılanmış böylesi bir sevdanın bu iki kahramanı güzel bir yaz akşamında hanımeli ve çardak güllerinin iç içe geçip bir gelin başı gibi süslediği çardağın altında oturmaktaydılar. O akşama kadar yan yana gelmemişlerdi.
Adamın işi icabı evden uzakta olduğu sıralarda Feride, konuğu olduğu evin yanı başındaki evlerine birkaç kez uğramıştı. İki kadının bu buluşmalarında neleri paylaştıkları, kimleri nasıl sorguladıkları aralarında bir sır olarak kaldı her zaman.
Söze ilk giren ceylan bakışlı Feride oldu.
-Çok hamarat. Saygılı terbiyeli. Örtünmesini sen mi istedin yoksa?
-Yok. Kendisi de istedi. Yalnız, doğum günlerinde istediği gibi giyinip süslenmeyi şart koştu. Evin içinde tabii. Yüreğinde hep bir sızı olmuş doğum günleri nedense.
-Ay parçası kadar güzel. Ne giyse yakışır.
-Ya sen Feride.Ya sen?
-Böyle şeyler konuşmayalım artık.
-Feride, şu Erzurum’un kadınlarının mayısında evliyalık mı var yoksa! Başka kadın olsa...
-Her kadının hesabı kitabı kendisini ilgilendirir. Onların da vardır elbet bir bildikleri bir bekledikleri kendi hesaplarınca.
-Hangi kadın yapardı senin bu yaptığını Feride?
-Hiç kimse birbirinin ne esiridir ne tapulu malı. Canına kıymaya kalktığını biliyorum. Bu kadar yüklenme kendine.
-Feride...Ya birbirimize olan o dillere destan sevdamız. Geçen onca güzelim yıllarımız. Bakmaya kıyamadığımız çocuklarımız. Bunları unutacak mıyız? Yaşanmamış mı kabul edeceğiz Feride?
-Bak, kendi ağzınla söyledin. Ele geçmez ne güzellikler görmüş yaşamış tatmışız birlikte.
Ne mutlu bize. Bunların hiç biri elimize geçmemiş olabilirdi. Öyle değil mi? Bu alem başı sonu olmayan bir bin bir gece masalı gibi değil mi.
Herkes gibi biz de bu masalın içinde birer masal insanıyız. Gün olur bizim masalımızı da bir anlatan çıkarsa eğer söylenip geçeceğiz bir an için biz de o kadar.
Bir kadın için en önemli şey kadınlık gururudur onurudur. İş odur ki; bir kadın başında, yanında, yöresinde bir erkek olmadan da kendisini şerefiyle idare etmesini bilmesi ve bunu başarabilmesidir.
Evli bir kadın bir bakıma kınalı kuzuya analı çocuğa benzer derler. İnsanların içinde yeri de itibarı da bir başka olur. Nevzat albayın hanımı Asuman ablanın şu sözünü hiç unutmam: Maşa kadar kocası olanın paşa kadar hükmü olur. Hataları ayıpları görünmez. Üstü örtülür. Dile gelmez çok zaman. derdi, kulağı çınlasın.
Yalnız yaşayan kadının işi zordur elbette. Bir kadın kadınlığından önce insan olduğunu unutmayacak. Kendisini yine kendisi yüceltecektir herkesten her şeyden evvel. En yakını bile olsa hiç kimsenin adı sanı gölgesi altına sığınmadan. Kendisi olarak yaşamasını bilecektir. Allah selametlik versin, dernek başkanı Nuran Hanım onca yıllık derneğin kuruluş tarihini bilmezdi. Seneler önce vefat eden kocasının savcılık mesleğiyle övünür, işlerini onun ismine mesleğine sığınarak yürütürdü.
-Erkeklerin çoğu da paraları meslekleri mevkileri sayesinde rağbet görüyor onlarla övünüyorlar.
-İşte asıl güzellik, bu çirkinliklerin içinde kaybolmamaktır. Her şey çok kolay söylenir oldu artık. Diller o kıymetli güzel sözlerin manasını çoktan unuttu. Sevmek sevilmek öyle kolay mı...Anneannem anlatırdı rahmetli. Bir kadının peçe altından bile olsa, gözlerini görebilmek için at sırtında İstanbul’dan Erzurum’a gelirlermiş erkekler eskiden.
-Ya ben! Çocuklarımın yüzüne nasıl bakacağım Feride?
-Çocukları merak etme sen. Onların sana saygıları sevgileri hep devam edecektir. Hem bakalım onların bahtına neler düşecek, karşılarına neler çıkacak hiç ummadık zamanlarda kim bilir?
Boşanma davasını ben açarım. Sen kızı daha fazla bekletme. Garip gurbet ellerden kopup gelmiş ardın sıra. Sahip çık, namusun bil. Sen ağlıyor musun yoksa? Kaldır başını da şu göğe bak hele bir!
-Hiç bu kadar yıldız olmamıştı bu akşamki gibi buraların göklerinde Feride. Yaz gecelerinde bulgur gibi yıldız kaynayan Erzurum’un o mübarek gök kubbesini getirip buraya oturtmuşlar sanki. Öyle değil mi?
-En parlak olanı hangisi dersin?
-İşte şu!
-Kapat gözlerini bir an için. Sonra aç!
- Açtım.
-Ya şimdi! hangisi daha parlak?
-Oo! Hepsi birbirinden parlak.
-Hayat da böyle işte. Yıldız aldatmacası gibi. Bazen çok yakın görünürler. Bazen çok uzak. Bazen pırıl pırıl. Bazen sönük. Bazen de hiç görünmez olurlar...
-Bak, bak! Biri kaydı. Gördün mü? Hemen bir dilek tut Feride!
-Dilek mi...Yıldızlar hürdür. Onlara söz geçiremezsin.
Geldiğinden bu yana adamın akrabası olan ailenin misafiriydi. Misafirliğinin bu son akşamında rahatça konuşabilmeleri için ailenin onları yalnız bırakmaya gayret ettikleri anlaşılıyordu.
“Feride abla, annem sana öyle güzel yolluklar yaptı ki trende yiyesin diye. Eve götürmeniz için size de ayırdı amca.” dedi ailenin küçük kızı. Elindeki çay tepsisini masa görevi yapan iri gövdeli ağaç kütüğüne bırakıp yanlarından uzaklaştı.
-Yarın yolculuk var. Malum..
Feride’nin bu sözleri, Erzurumlu Emrah’ın dizelerinde can bulup, kor ateşten damlalar misali adamın dilinden yüreğine aktı usul usul...
Hançeri feleğin ucu ciğerde
Gittikçe artıyor yara bu serde
Diyarı gurbette tutuldum derde
Gel tabip yaramı sar garip garip
Sana derim sana ey kalbi hayın
Kimseler çekmesin feleğin yayın
Alıp viran ettin gönül sarayın
Alıp bir taşını koyabilmezsin.
Emrah eydür yalan oldu sözlerim
Muhabbetin can evimde gizlerim
Ne durursun ağlasana gözlerim
Gitti kaşı kara görebilmezsin