- 754 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kendinde Kaybolmak
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kendinde Kaybolmak
Nasrettin Hocanın samanlıkta (ahırda) kaybettiği iğneyi sokaklarda araması ve soranlara “Orası karanlık, ben de aydınlıkta arıyorum!” demesi tebessümle birlikte düşündürüyor da! Bu duruma benzer çokları, kendini, kendi karanlık iç dünyasına kaybedip dışarıda arıyor! Kendinde kayboluyor ve çaresiz hariçte bulmaya çalışıyor ya da bulmaya çalışıyormuş gibi yapıyor! Kendi karanlık iç dünyasını aydınlatmayı aklına getirmiyor ve başka aydınlıklarda kendini arıyor! Ve asla bulamıyor, bulamaz!
”21.yy cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, yanlış öğrendiklerini unutamayan, yeniden öğrenmeye, değişime ve dönüşüme açık olmayanlar olacaktır.” Alvin Toffler
Öğrendikleri ya da öğretildikleri bilgiler haricinde hiçbir bilgiyi kabul etmeyen bir kitle vardır! Sanırsın bildikleri çok sağlam ya da bildiklerinden emin, o yüzden başka bilgileri kabullenmez ya da kapatır kendini, öğrendiği ya da öğretildiği kendince sağlam öğretiler içinde kaybolur!
Bilgi kaynağı, kimin için önem taşır?
Bilgiyi analiz edemeyenler, bilgi kaynağının güvenilir olup olmadığı üzerinden hareket ederler! Bu nedenle bir bilgi aldıklarında bunun daha önce kimler tarafından doğrulandığına veya yalanlandığına bakarlar! Genel olarak toplumda kabul görmüş bir bilginin “Doğru” ya da “Yanlış” olması konusunda bir fikir oluşturmak onlar için zahmetlidir! Genel kabul ne ise oradan yürür ve kendi algısını oluşturmaz! Bu kesim genelde algı operasyonlarına açıktır! Bilgiyi analiz edebilenler ise bilginin kaynağı ne olursa olsun yani ister çok güvenilir olsun ister zayıf olsun, onlar bilgiyi analiz eder ve kendi algısını oluşturur! Bu kişilere, toplumsal genel kabul görmüş fikirler, direk etki edemez! Hatta bu fikirler, çok önemli kişiler üzerinden de aktarılsa bilgiyi analiz edebilecek kapasitede olanlar, kendi algısını kendisi oluşturur! Öğretiler üzerinden şekillenmesi veya şekillendirilmesi zordur! Bu nedenle bilgiyi genel kabuller üzerinden alanlar ve analiz etmeden savunanlar, bilgiyi analiz edebilen arifleri bazı ezbere reddederler!
Makam ve bilgi sahibi olarak tanıtılan bazı kişilerin söylemleri bazı beni şaşırtır! Mesela çok eski zamandan nakledilen bir olayı anlatırken sanki oradaymış da görgü şahidiymiş gibi kendinden emin anlatıyorlar! Oysa kişi bizzat yaşamadığı bir şeyi şahitlik derecesinde anlatamaz! Geçerli olmaz! Bizzat bilmeden şahit olduğu o nakil bilgi belki çok daha farklı şekilde idi ve zamanla değişti! Bundan emin olmak mümkün değil iken yarım yamalak hikayeler o kadar emin anlatılıyor ki şaşırmamak mümkün değil! “Orada mıydın?” diyesi geliyor insanın! Eski zaman hikayelerinin bozulmadan günümüze taşınması mümkün görünmüyor! Krallar ve egemen olan hükümdarların kütüphaneler yakması veya muhalif görüşleri engellemesi bilinen bir durum. Yani eski zaman hikayelerinden günümüze kadar ulaşabilenler bir şekilde egemenlerin izin verdikleri olmak durumunda! Daha eski kaynaklar için mesela eski Mısır piramitlerindeki nakli bilgilerin Firavunların süzgecinden geçmediğini kim iddia edebilir! Diğer bilgilerin de aslını nasıl yitirdikleri anlaşılabilir!
İnsan, neden kendinde kaybolur?
Zor bir soru değil mi?
Sözü uzatmadan, lafı gevelemeden hızlı bir cevap almanız o kadar kolay değildir bu soruyu sorduğunuzda!
İnsan, daha doğuştan soya çekim ile ve genler ile bir öğretinin içine doğar! Bu öğretilerin tesirinden kurtulması bir sorun iken devamlı bir şekilde öğretilerin devamına maruz kalır! Büyüdüğü ve kendi aklını kullanmaya başladığında ise bu öğretilerin ona algılattıkları başına bela olur! Şuur altında kendi algısı her zaman vardır! Bu durumda ya öğretilere meydan okuyacak kadar algısını geliştirecek ve kendine güvenecek ya da öğretilere teslim olup kendini bırakacak! Eğer genel kabul görmüş öğretilere teslim olur ise fazla sıkıntısı olmaz! “Herkesin hali benimle bir!” mantığıyla fazla dert etmeden egemenlerin ona sağladıkları yaşam biçimine razı olur! Bu kabul her alanda olmak durumundadır! Sevincini, üzüntüsünü, inancını, ahlakını ve eylemlerini de bu öğretilere uygun şekilde yapacaktır! Toplumsal kabullerin kendine tanıdığı alanda rolünü yapacaktır! Burada kişi aslında kendinde kaybolmuştur! Çünkü kendini kendi şekillendirmiyor! Daha öncekiler ve toplumun ona dayattığı şekilde bir algılamaya sahip oluyor!
“Kendini bulmak” ise daha zahmetlidir! Miras aldığı öğretiler ve algıları tamamen gözden geçirecek, kendi vicdanına göre bir algı oluşturacak! Bu hem kolay olmaz, hem de toplumsal mevcut kabullere uygun olmayan bazı tercih ve seçeneklerde sorun çıkar! Kişi, eski öğretileri sorguladığında ya da akla uymayan nakli hikayeleri irdelediğinde bazı içsel itirazları olacak! Ya bu içsel itirazları bastıracak, bu durumda zaten “Kendinde kaybolma” durumunu yaşar! Ya da toplumun işleyişine fazlaca karışmadan kendi içsel alanında kendi “Doğru” bildiklerini yaşar! Toplumu değiştirmeye kalkışmak da bu kişilerin genel görüntüsü elbet! Zaten “Yunus” gibi olanların farklı kişilikleri göze çarpar! Bazısı başarılı olur bazısı da başlar kalır!
"İlimsel ve bilimsel alandaki şirk" şöyle; kişi, doğru nereden olsa almak yerine toplumda kabul görmüş kişilerden elde popüler ne var ise almayı seçiyor! Bunun nedeni bizzat kendi algısının oluşmaması. Yani bir konuda bizzat kendi diyeceği olmayanlar, toplumda bir şekilde kabul edilmiş olanların öğretilerini papağan gibi tekrarlayarak prim yapmaya çalışırlar, bu her zaman kötü niyetle olmaz! Çok zaman iyi niyetlilerdir ama bir türlü anlamazlar kendi algıları esastır. İçselleştirilmeden veya hazmedilmeden nakli ve taklidi bilgiler her zaman eğrelti duracaktır. Yani aslında ilimsel ve bilimsel alanda da bir şirk var, hatta modada ve diğer popüler alanda da var! Modacılar belirler, modaya uyanların kıyafetini; popçular belirler, bazılarının hal ve hareketlerini ya da din adamları belirler muhafazakarların nasıl davranacağını. Bazı bilim adamları da meslektaşlarından üst düzeye gelenleri ilimlerine şirk yapar. Bilginin doğru ya da yanlış olmasından ziyade kimin söylediğine bakılır! Bu felsefe ve sosyal alanda da karşılık bulur. Eski zaman filozoflarını geçemeyeceklerini söyleyen kelli felli kişiler bilirim.
"Anlattıklarınızın dinlenilmediğini veya anlaşılmadığını, aynı şeyi başkasından duyup size yeni bir doğru gibi aktardıklarında fark ediyorsunuz. Bu kendini ve çevresindekileri kıymetsiz görmekten de olabilir. " Evet, bu konu kaçmasın önemli. Bunun nedeni de yine kişinin ilimsel alanda şirk yapması çok zaman. Doğruyu muhatabında görse bile bunu eskilere vermek ya da kendine almak istiyor! Yani o doğru olan her ne ise bunu ya kendi söylemeli diye düşünüyor ya da eskilerden birileri söylemiş olmalı veya kendi kabul ettiği biri söylemiş olmalı diye düşünüyor ve bu yüzden “Tereciye tere satmak” gibi durumlar olur! Bilim adamına formül öğreten simitçinin durumu gibidir! Bazı da simitçiye formül öğreten bilim adamının durumuna benzer! "Taş yerinde ağır!" Yani herkes sadece bildiği kadarını hazmetmeye çalışsa ve sadece bildiği kadarını yaymaya çalışsa; nakilleri, sanki bizzat kendi şahit olmuş gibi yaymaya çalışmasa sorun kalmaz ama işte insanoğlu. Kendinde kaybolunca böyle oluyor
Son tahlilde; kişi, ya kendinde kaybolur, ya da kendini bulur! Kendinde kaybolanlar, egemen olan görüş, öğreti ve kişilere uygun bir yaşamı seçer! Seçimindeki dışa bağımlılık onu içsel, vicdani sorumluluktan kurtarmaz! Yani tercihinden fayda veya zarar geldiğinde, uyduğu kişi ya da öğretiyi yüceltmesi veya yermesi, bireysel sorumluluğu ortadan kaldırmaz! Kendini bulan arifler ise nakli veya devir aldığı öğretileri de irdeler, bizzat kendi vicdani algısını oluşturur! Bu kişiler, kendi sorumluluklarını kendileri alır! Kendi tercihlerinden gelen fayda da zarar için şikayet etmez, başkalarını övmek zorunda kalmaz! Yani “Ne ararsa kendinde bulur!”
Saygılarımla,
Ahmet Bektaş