KÖY ÖĞRETMENİ
Diyaloag öğretmenler günü dolayısıyla yazılan bir mesaj ile açılır. Mesajda: "Öğretmenliğin fedâkarlık mesleği olduğuna vurgu yapılarak, her koşulda topluma hizmet edilebileceği" anlatılmaktadır.
Ya, hocam anlatsak roman... Siz yağmurlukla kurtarmışsınız, Muş’ta altı yıl çalıştım. Bütün kıyafetlerimi fareler yemişti de kışın yakmıştım hepsini. Daha neler neler...
Abdil Işık: "Bugun öğretmenler günü; bundan yaklaşık 11-12 yıl kadar önce öğretmenler gününe bir kaç gün var... O gün sabah uyandım, -annem çorapları iç içe koyar, kahve rengi ve lacivert çorabı ayağıma geçirdim. Ortam biraz karanlık kıyafetime bakmadan gittim durağa, servis bekliyorum bir taraftanda gazete okuyorum. Bir amca saati sordu saate baktım sonra yüzüne - dün gibi hatırlıyorum, "7.20" dedim. Amca sürekli ayaklarıma bakıyordu. Ben de ayaklarıma baktım ki: "O da ne! Değişik renkte çoraplar. Aman Allahım! eve gitsem olmaz servis kaçar. "Bugun öğretmenler odasına gidip oturmam, öğretmen arkdaşlardan kimse de farketmez" dedim. Sürekli sınıftayım o günü atlattıktan sonra öğretmenler gününde 20 tane krem rengi çorap geldi. O günü, öğrencileri her şeyi unutmuştum... Başka bir sınıfta bir öğrencimin kardeşi öğretmenine anlatmış durumu... Benim okuttuğum sınıf "örgütlü ve demokratik bir kararla" çorap almaya karar vermişler. Malum o zamanlarda köylere çerçiler gelirdi. Pek fazla tercih hakkınız olmazdı.
Ayrıca hiç unutmam bunu: "Hayatımda aldığım ilk öğretmenler günü hediyem küçük, mavi gözlü, bir kız çocuğunun hediye ettiği bir deste çıra..."
Çok güzel... Şimdi bu hikayeyi biraz daha popüler kültüre uyarlayarak: "Bugün geçmiş ve gelecek ile harmanlayarak" izleyiciye sunabiliriz.
-Öğretmenler günü hediyesi
-Çoraplar
-Çıra
-Fare yeniği
-...
24 Kasım
Heybemiz dolu. Daha neler var neler...
Muş’un Akkonak Köyü’nde - köy dediğime bakmayın, devlet ikâmetgâh (oturum) vermiyor, muhtar yok... "I Love You" Filmindeki "Tınne Köyü" gibi boy boy gazetelere çıktık. Kadrolu öğretmeni, imamı, okulu var ama statüsü yok. 1996 Vato Depremi’nden sonra silmişler haritadan. Hizmet yok, yol yok. Donmuş Murat Nehri’nin üzerinden geçiyoruz. Kışları ana yoldan sekiz (8 km) kilometre kara bata çıka köye ulaşıyoruz. (Geçtiğimiz Ağustos ayında, Kırk yıllık yerleşim yeri büyük uğraşlarla köy vasfı kazandı.)
İkinci yılımdı; baktım esmer, burnundan sümüğü akan, bir çocuk sınıfa daldı. "Kimdir, nedir" bilmiyorum. O sıra birinci sınıfları okutuyorum. Kürtçe bir şeyler söylüyor anlamıyorum. Üst sınıflardan bir öğrenciyi çağırdık, adı Ahmetmiş. Tanıştık. Zeki, afacan, çabuk öğreniyor. Altı ay geçti Ahmet konuşmaya başladı Türkçeyi. Bir gün yine camdan dışarı bakıyorlar Ahmet bir öğrenci daha. "Aha ha, kere reş" diyor. "Ne diyosun! Evladım sen" dedim. Ahmet: "Hayt, kendine birde öğretmen olmuşsun, iki yıldır burdasın kürtçeyi öğrenemedin gitti. Bak ben altı ayda Türkçe öğrendim." demişti. (Gülücük)
Bu senaryodan "dile vurgu yapan" bir film çıktı bile. Köy öğretmenleri herzaman ilgi çekici bir konudur aslında, kimse cesaret edip işleyemez bir türlü.
Kendi ilkokul öğretmeninizle kendinizi kıyasladığınızda neler çıkıyor?
İlkokul öğremenimi hiç sevmezdim. Onun yüzünden cetvelle düz çizgi çizemiyorum, sürekli vuruyordu, işi - gücü şiddetti...
İlk köy öğretmenliğinizden devam edelim o halde.
İlk gün, ilk gece, ilk sınıfa girişiniz?
İlk maaş, ilk öğrencileriniz...
O kadar çok ilk var ki?
Kış ayı idi, tek öğretmendim. Lojmanda sular donmuş, susuzluktan ölüyorum. İlk gittiğim gün. "Ne yaparım, kimden su isterim?" Biri, bir bidonla su getirdi. Yaşlı bir amca, elinde "tandır ekmeği". "Hoş Gelmişsin Gurban!"...
Altı yıl o amcayla oturduk - kalktık. Acısında - tatlısında, taziyesinde, her şeyinde beraberdik.
Devam edin lütfen! Amcanın "Gurban" vurgusuda yerinde olmuş. Bütün ilklerinizi almak istiyorum. Diyaloglar sitemizde yayınlayacağım ve senaristlere sunacağım.
Şöyle herkesin hayatına dokunan şeyler vardır mutlaka.
Böyle söyleyince hocam... bir sürü var. Beynim "allak - bullak" oldu. Genel bir soru olunca...
Abdi IŞIK ile iletişim: /abdil.isik
İKİNCİ BÖLÜM
BİRAZ KAFA PATLATALIM
Çok güzel olmuş. Ellerinize, yüreğinize sağlık! Düzenlemeler için tabi yazarken uğraşamıyor insan.
Devamını bekliyorum. Hikayenizle yapımcılar ilgilendi haberiniz olsun. (Gülümseme)
Şiir ve fotografçılıkla ilgileniyorum.
Ek dosyalarınız varsa iletin, site linkinize ekleyelim.
Yapımcının yorumunu gördünüz mü bu arada?
Muş’ta yazdığım bir çok şiir var. Ayrıca örgütten yakalanmış, cezasını çekmiş birisiyle çok ayrı hikayemiz var.
Şiirlerden çok yaşanmış hikayeler ilgi çekiyor. "Bu konuyu genişletelim" derim.
Bir anne düşünün; duruşu sağlam, acıların en büyüğü olan - Anadolu’daki tabirle, evlat acısını yüreğinde taşıyan, bir evlat değil dört evladını kaybetmiş ve aynı zamanda eşi de sürgün olan bir kadın. Kızı Berivan ondördünde dağa çıkmış ve "çatışmada öldüğü" söylenmiş, bir daha haber alınamamış, cenazesini dahi görmemiş.
Şöyle bir harmanlama yapın. Herkes kendi yaşantısından içinde bir şeyler bulsun.
Acelemiz yok.
"Ekin Abi " bir gün aksam vakti beni aradı. Mezrada oturuyorlar. Köy ile mezra arası dört kilometre. "Hocam gel! Yemeğini de burada yersin, önemli bir durum var." Ekin Abi cezasını yatıp çıkmış biri. Yaya olarak gittik mezraya, yanıma birinide alarak. "Selamun Aleyküm", "Aleyküm Selam" faslından sonra oturduk. "Nasılsınız İyimisiniz?" derken, içeriye bir kız çocuğu girdi. On dokuz yaşlarında başı açık bir kız, görünce "şok" oldum. "Kim bu kız?" diye içimden geçirdim. Kardeşleri veya akrabaları olma ihtimalini dahi aklıma getirmedim. Gayet güzel Türkçesi ile "Hoşgeldiniz Hocam!" dedi. "Hoşbulduk" dedikten sonra, "kardeş kim abi?" dedim. "Kardeşim" dedi. Bildiğime göre tek kız kardeşi vardı ve o da çatışmada ölmüştü. Herkesin ve hepimizin bildiği buydu. "Bunu kimse tanımaz, adı Songül. Seni neden çağırdım biliyor musun?" dedi. "Bilmiyorum Abi" dedim.
Songül bir kağıt uzattı. Üzerinde "ÖSYM Sınav Sonuç Belgesi" yazıyor ve "420" gibi bir puan almıştı, çok yüksekti. "Benden istediğiniz nedir?" diye sordum. "Tercihlerini sen yap!" dediler. "Başüstüne Abi" dedim. "Nereyi istiyorsun?" dediğimde, "İzmir Dokuz Eylül Okul Öncesi Öğretmenliğini istiyorum" dedi. Kararını vermişti. Klavuza baktık gerçekten de tutuyordu - fazlasıyla. Tercihini yaptık ve tek tercih ile kazandı. Orada pekçok şeyi değiştirebileceğine, bölgenin "makus talihinin" Songül gibilerle aydınlanacağını anlamıştım. Kavramak oldukça zordu. Sonra gelen iki kardeş hiçbir illegal örgüte ya da davaya katılmadan güzel yurdumun güzel üniversitelerinde okuyorlar. Umarım kendileri de güzel çocuklar yetiştirirler.
"Mâkus talih" yeni bölüm başlığı.
Buradan şuraya geçebiliriz. Makus talihin içinde doğanların size karşı davranışları, örnekleriyle...
"Ülkemizde makamın değeri beş kuruştur. O makamdaki kişinin değeri de üç kuruştur" derler ya... Sekiz kuruşluk, adam sanıyor kendisini. Bilmiyorlar ki, o insanlar insana sekiz de sekiz oldukları için değer veriyorlardır. Hergün sabah komşum Mehmet Amca, "Abdil, hadi çay hazır, de gel" diye bağırırdı karşıdan. Ben gittiğimde ayağa kalkar, o yaşını başını almış eli öpülesi amcam ve karısı.
Sorun köklü ve çözümsüz göründüğü, inatlarla kuşatıldığı için içinden çıkılmaz hallere dönüştüğüne göre yepyeni başlangıçlar olabilir mi?
Anlayış ve destek bulunabilir mi?
O kendine has kültürü yozlaştıramazsınız. Eğitimde samimiyet yok, sağlıktada yok. Şöyle bir olay vuku buldu; Reşit isminde okuması yazması olamayan bir abimiz Samanyolu’nda "Tek Türkiye" adında bir diziyi sürekli izliyor. Birgün kulagıma şu geldi:"Hoca, Reşit senin hakkında ileri geri konuşup, ajan mı bu beş yıldır köyden niye gitmiyor?" İşte böyle kendileri üretime katılmayan insanlar köyde başkalarının dedikodusunu yaparlar.
Beklentilerin karşılanmasında mı sorun yaşanıyor?
Yani kendi toplumsal kuralları devletin kurallarından daha üstün ki kaynağını imamlar, şeyhlerden alıyor. Ağalık sistemi bitti deniyor bugün. Bakınız en güzel örnegi (... ...)’tır. Demokrasiden sosyalizmden dem vurur ama yıllarca halkın sırtında kambur olmuş bir feodalin oğlu ve kendisi de o düzenin içerisinde ve halen devam etmekte bu düzen.
O halde, bireyin güçlendirilebilmesi için -sizin gözlemlerinize ve yaşamışlıklarınıza bakarak, ne yapılmalı?
Bütün kadınlar gerçekten eğitilmeli ama sisteme göre değil halkın dilini örf ve adetlerini bir bütün olarak kabul eden dayatmacı olmayan Global dünyanın yenilikleriyle bezemmiş bir ögretim sistemi olmalı çünkü farklı bir dilde egitim ögretim cocukta tek dil ile bu iş olmaz olmuyor yoksa bu ülkenin çocukları egitimin dayatmacılıgından zorlayıcılıgından dolayı bin kere ölür bin kere dağada çıkar.
Ve ordan geldikten sonra elinden su içtiğim, çay içtigim 14 yaşlarında 2 kız çocugunun dağa gittiğini duydugumda ne kadar üzüldüğümü anlatamam.
Çekim alanlarının farklılaştığını anlatıyorsunuz bu durumda.
Şiddetin hakim olduğu bir toplumda naif - sanatsal - kibar - ince çekim alanları nasıl oluşturulabilir?
Eğer biz ülkemizi sevdiremiyorsak, insanları özgürleştiremiyorsak ilkokuldaki sistemde bir sorun vardır. Ondördünde kendi insanına kurşun sıkabiliyorsa...
Kesinlikle şiddet hakim değil. Şiddeti tetikleyen unsurları ortadan kaldırmak lazım.
Bunlar feodellerin 1990lardaki söylemleriyle şimdiki söylemleri arasındaki farkı unutmaları ve hala o gözle görmeleri. İmamlar yani diyanetin imamları değil eski medrese imamları o kadar cok etkili ki halk üzerinde 39 yıl boyunca halkın kanını emmiş "mele (...) adında bir zat vardı -mele imam demek, sonunda öldügünü duydum. Bir insanın ölümüne hiç kimse sevinmez ama ben sevindim.
Genel olarak bölgenin - çevre coğrafyalarımızla birlikte, inançlar sarmalında kuşatıldığı kanaatindesiniz sanırsam. Bu çember nasıl kırılabilir?
Karnı aç olan insanı dinsel bir kimlikle kandırma çok kolaydır. Karınları aç ruhları doyurmaya her şeyin Allah’tan geldiğine inanmaya,, mahkum edilmişler. İnsanların temel ihtiyaçları karşılanmalı, öncelikle toplumsal saygınlıkları artıtrılmalı, ihtiyaçlar hiyeraşisinde beslenme, barınma gibi şeyler...
"İş gelip dolanıp paraya dayanıyor" diyorsunuz yani?
Müslümanlıkta, İslamiyette Allah ile kul arasında aracı bir papaz yoktur -Hristiyanlıkta olduğu gibi ama, baktığınızda imamlar şeyhler her yerde. Aralarındaki bütün husumetlerde imama, şeyhe gidiyorlar. Devlete giden yok. Adliyeler bomboş. Dava yok...
Elektrik çalıyor diyorlar neden çalıyor! 2 torpba un ile 7 kişilik bir aile bir kışı geçiriyor. Okul yok, yol yok. Hırsızlaga teşvik ise çok.
Yani işin aslı dostum, doğuyu anlamak için yaşayıp, fikir artığı fikirlerden arınmış gözlemler yapmak gerekiyor insani olarak.
Hikayelerinize geri dönersek daha çekici olacak sanırsam. Öğrencilerinizle olan ilişkilerinizden bahsedin lütfen!
Kendi çocuğunuz gibi hissettiğiniz olur mu?
Okul kapısından girdikten sonra hepsi benim çocuğumdur. Veli toplantısı yapmıştım, bir veli ben sınıfta yokken sınıfıma girip öğrencime bağırmış - çağırmış. Buna istinaden hepsini çağırdım. "Kendi çocuğunuzda olsa ben yokam hiç biriniz bu kapıdan içeri girmeyeceksiniz! "Mırın kırın" edenler oldu. Sesimi yükselttim, "bu kapıdan girdiği zaman benim çocuğumdur. Dışarda evinizde ne yapıyorsanız yapın ya da dışarda aileler arasında ne varsa - husumet v.s. benim sınıfıma getirmeyin!" Benim öğretmenlik anlayışım böyledir. Beğenmeyen varsa gider Milli Eğitim’e şikayet eder ya da çocuğunu alır başka bir öğretmene verir!
Köy öğretmenliğin zorlukları nelerdir?
Tabiiki bunları söylerken elimde çok güçlü kozlarım oldugundandır. Çocukları sahiplendiğimi, çocuk okuldan eve geldiğinde çocuga bir şeyler verdiğimi anlaması gerekir velinin.
Beden eğitimi, müzik, serbest etkinlikler gibi derslere zamanınız olmuyor. Özellikle dördüncü sınıf bir arada ise mihver dersler olarak adlandırılan hayat bilgisi, türkçe, sosyal, fen, matematik gibi dersleri işliyoruz. Bu yıl hepsi ayrıldı.
Sobayı kendim yakıyorum. Temizligi - paspası kendim yapıyorum.
Motorlu testerem var. Odunlar kütük halinde geldiğinden kendim kesiyorum.
Sınıfın boyasını kendim yapıyorum.
Sanayideki bir dükkanda ne kadar alet edavat var ise bir çogu köy öğretmeninde mevcut olmak zorunda. Yeri gelip elektrikçi, mobilyacı, marangoz... Bugün elektrik diregine tırmandım misal, lambası yanmıyordu.
Bekardınız sanırım o günlerde?
Hâlâ bekarım. İşkolik...
Zorlukları yenmenin yollarını aramayıp isyan vari söylemler ile ne tat alabilirsiniz köyden, nede işinizi sevebilirsiniz. Sevmediğiniz, seviginizi göstemeremediğiniz çocuklara da hiç bir şey öğretmezsiniz.
Bekar bir öğretmenin zorluğu nedir?
Yemek sadece...
Anadolu’da bir çok köy gördüm. İlk etapda tabiki kötü karşılanıyor.
Amiyane tabirle kimsenin tavuguna kış demediğinizi, kimsenin ambarında gözünüz olmadıgını, işinizi yaptıgınızı gördüklerinde yardımcı olurlar. Ekmek bulmak sıkıntı. Geçenlerde 3 aylık ekmek yaptılar. Lavaş bilirsiniz, belki kuruyor siz sonra suluyorsunuz yiyorsunuz.
Yemekler gönderiyorlar, yemege cağırıyorlar yeni bir öğretmen kesinlikle cağrıldıgı yere gitmeli, çagrılmadığı yere canı sıkılsa dahi gitmemeli, bu" kdv" oluyor size...
Korktuğunun günler geceler oldu mu?
Tabiki. İlk gittiğim günler doğuya...
Tam lojmanın önünden bir gece silah sesi geldi. "Keleş sesi"
Korktum banyoya kaçtım. Banyo penceresi küçüktü.
Duvarlar taştan bir şey olmaz. Hemen karşı komsuyu aradım.
Onlar geldiler kapıya kadar. Bir şey yokk ama kimdi o, yazın bostan hırsızlığı kışın ortaya çıkarmış hesabı.
Sedrettin Amca adında bir zat gece, bir gece Önce eşeğini kurt yemiş, ona sinirlenmiş, azad edilmiş bir eşeği benim lojmanın altındaki tarlaya bağlamış kurda yem yapmak için, saatlerce beklemiş gelmiş...
Ateş etmiş aşagıya gitmiş...
Ve bana geldi "gurban valla kusura bakma sende bizim çocuğumuzsun hiç senin korkacagın aklıma gelmedi."
Aldı amca gönlümüz.
Karanlık ve korku ile harmanlanan gece yalnızlıkları insanın zihin dünyasında nasıl bir tesir bırakır?
Bol kitap okuma imkanınız oluyor.
Bir ayda on yedi kitap okumuştum.
Epey uzattık sanırım. İlgililere fikir verecek o kadar çok konuya değindiniz ki. Umarım ilgilerini daha fazla çeker.
ikinci bölüm olarak ekliyorum.
Ben teşekür ederim hocam dinlediğiniz için. sohbetiniz için.
Soru: Songül 420 puan almış, tercihini de yapmış, neden sizi onca yolu yürütüp sizden tercih yapmanızı istedi?
Tercihi yapan abisiydi. Abisinin okuma - yazması yoktu.
Sizin aracı olmanızı mı istedi? Kendisi yapamaz mıydı?
Kız çocuğuna bir güvensizlik vardır her daim. "Bir bilene sormak lazım" hesabı.
Anladım.
Emeginize saglık hocam.
Erkan YAZARKAN-Köy Öğretmeni Abdil IŞIK’ın söyleşisi
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.