MEVSİMLİK AŞKLAR-1
Mevsim aşklar vardır, herkes bilir. Bir de mevsimlik işçiler! İkincisini pek kimse bilmez, bilmek istemez. Ne yerler, ne içerler, hayalleri var mıdır, âşık olurlar mı? Bu dediklerimin ötesinden mevsimlik işçi çalıştıran işverenler vardır ayrıca. Yani komünizmin tabiri ile emek sömürenler! Gerçekten de işverenlerin hepsi emek çalarlar mı? Nasıl zengin olurlar çalmıyorlarsa?.. Klasik anlamda zengin insan, yani işveren çalandır, işçi çalınan. İstisnalar da vardır… Herkes bilir Züğürt Ağa’yı.
İşte bu noktada ideolojileri unutup farklı bir açıdan bakalım olaya. Her zengin zengin değildir, her fakir fakir… Bazı insanları fakirler -daha doğrusu hemen hemen hepsini- zengin eder. Bazı insanları ise Allah, zengin eder. Bu sebepten işçilerden pek farkları yoktur. Onlarla beraber çalışırlar, hatta onlardan çok. İşçiler gibi kafaları rahat da değildir. Sürekli bir bocalama, üstlerindeki yükün ağırlığından kış günü bile terlerler.
….
Aylardan Temmuzdu ve sıcaklık mevsim normallerinin birkaç derece üstündeydi. Gök bulanık ve nefti, yer sapsarı. 1998 model Ford marka minibüsün tüm camları açık olmasına rağmen herkes ter içinde yüzüyordu. Kızıl renkli Kürt kızları ve kısa boylu, bıyıklı, kara kuru oğlanlar kısık sesle kahkaha atıyorlardı. Arada bir ellerindeki bez mendillerle alınlarındaki terleri silerken buğday tarlarının arasında uzanan kayısı bahçelerine yoğunlaşıyorlardı. Ne iş yapacaklarından haberleri yoktu. Etine dolgun Merve adındaki çevik kız, ‘’Ame çı iş bıq en?’’ diye sordu amcasına… Gidince göreceklerdi. Düzgün bir cevap verme gereği duymamıştı kızın amcası.
Merve’nin canı sıkılmıştı, amcaoğlu ile beraber kısık sesle kahkaha atmayı bırakmıştı. Hem sohbet ederken birbirlerinin gözlerine çok dikkatli baktıkları için kıskanç ve çirkin Gülizar manalı şekilde Merve’ye bakıyordu. Ayrıca minibüste büyükler vardı… Dozu fazla kaçırmışlardı belki de. Merve’nin aklı fikri işte ve Ramu’daydı. Gittikleri yerde Ramu ile beraber çalışmadığı takdirde iş çekilmez olacaktı.
Kayısı bahçesinin dibinde çadırlarını kurduklarında akşam ezanı çoktan okunmuş, köydeki köpekler havlamaya başlamıştı. Karşı meşeliklerin tepesinden ay kendini dolunay şeklinde gösterdiğinde sessizlik çökmüştü bile. Arada bir fısır fısır konuşan Merve ile Ramu’yu saymazsak tabii ki. Kızlarla erkeklerin yatakları yan yana idi ve bu olağan bir şeydi. Ramu bilerek en uçtaki yatağa uzanmış, çaktırmadan yarın metre ötede uzanan Merve’nin saçlarını okşuyordu. ‘’Berde lo!’’ Ateşle barut patlamadan yan yana duruyordu ama gene de bir sıkıntı vardı. Aslında bir sıkıntı da yoktu, olağan şeylerdi. Ve bu sonbahar Ramu Merve’yi amcasından isteyecekti zaten. Daha doğrusu annesi isteyecekti.
Ramu evliliği düşündü. Üç beş bin lira para lazımdı, o kadar. O parayı kazanmak için de şimdi uyuması lazımdı. ‘’İyi geceler tatlım’’ dedi sessizce. Bir jest olsun diye bilerek Türkçe söylemişti. Belki de zengin Türk gençlerine de özenmişti diğer taraftan…
Sabah saat yedide herkes kahvaltısını yapmış, tedirgin şekilde bekliyordu 2000 kök kayısı bahçesinin sahibini. İkin bin kayısı ne demekti? İkin bin kayısı ağacı yıllık 200 ton kuru kayısı demekti. 200 ton kuru kayısı da Türk parası ile 2 milyon lira demekti… Evet, bu sene şans bir kez daha yüzüne gülmüştü. Hiçbir yerde ürün yoktu. Ve bu daldan tek bir kayısı toplamadan 1 milyon lira kazanmak demekti. Allah’tan gelene diyecek bir şey yoktu. Seçim günü çiçeklerin yanacağını, kendi bahçesinin kurtulacağını nerden bilecekti?
‘’Evet, arkadaşlar! Hepiniz hoş geldiniz! Hepiniz Adıyaman’dan gelmiştiniz sanırım ve hepiniz akrabasınız herhalde!’’
Evet, Adıyaman’dan gelmişlerdi. Akrabalardı, evet. İşleri belliydi. Daha önce kayısı toplamışlardı. Dikkat etmeleri gerekiyordu. Parçalan kayısının fiyatı yarı yarıya düşerdi. Kendisi kazanınca onlar da kazanacaktı. Kendilerini parçalamalarına gerek yoktu. Zaten tüm gün çalışacakları için enerjilerini hemen bitirmemeliydiler. Yaklaşık bir ay gibi bir süre boyunca misafir olacaklardı. Amaç herkesin işinin görülmesiydi. Öğle saatinde çalışma yoktu. Dinlenebilirlerdi. Ve diğer bir konu… Çalışırken sohbet etmek çok güzeldi. Kendisi de seviyordu. Ama işlerini de aksatmamaya dikkat etmeleri gerekiyordu.
Sorunu olanlar kendisine çekinmeden gelebilirdi. Duş, tuvalet, yemek konusunu çözülmüştü herhalde. Evet, çözülmüştü. Akşam beş civarında işi bırakacaklardı. Sıcak havadan şikâyetçi olmazlardı ağaç gölgesindeydiler çünkü.
Nutuk bitmiş, herkes işinin başına dağılmıştı bile.
‘’Ne dedi şimdi bu kendini beğenmiş serseri?’’ dedi Merve Gülizar’a. Gülizar da bir şey anlamamıştı. Baş örtüsünü düzeltip, burnunun üstünden bir peçe bağladı Merve. Gülizar çok beğenmişti patronu. Çok genç ve de yakışıklıydı.
‘’Onun yakışıklılığı yerin dibine batsın! Hayvan gibi adamlardır. Sen öyle kibar kibar konuştuğuna bakma! ‘Sorunu olan bana ulaşsın’mış! Ağzına tükürdüğüm ibneler! Hepsi böyledir, bunların… İşçiye para verirken elleri titrer ama şehirdeki orospulara binlerce lira yedirirler!’’
‘’Bekâr olduğunu nerden anladın? Belki evlidir. Öyle deme? Evli adam öyle şey yapmaz,’’ dedi ve ağaca tırmandı Merve elindeki sopa ile beraber.
Aa, patron değil de başka bir şeye benzeyen adam geçiyordu! Olgunlaşmamış ağaçları silkelememe uyarısı aldı Merve ile Gülizar. Felaket bir durum, yere döktükleri bu kayısılar islime girmezdi. Herkes dikkat etsindi!.. Hani herkes biliyordu bu işleri?...
Merve’nin içinde bir cinlik geçti. Peçesini birazcık aşağıya çekip kayısının nasıl toplanması gerektiğini bizzat gösteren patrona dikkatlice baktı. Acaba gerçekten şehirde orospulara binlerce lira yediriyor muydu bu ahmak? Aldığı tepki onu hayal kırıklığına uğrattı. Hayır, bu hıyarın öyle yaramazlıkları yoktu. Bakışlarından belliydi…
‘’Bir sorun mu var?’’ diye sordu Murat Bey Merve’ye. Evet, ‘’Murat Bey’’ demekte sakınca yoktu. Harbinden de beydi. Murat Bey, Merve’nin başörtüsünün altından gözüken boynunun alt tarafına bakmamak için yerlere saçılmış olan ham kayısılara yoğunlaştı.
‘’Bir şey yok abi!’’ diye cevap verdi Merve. Gülizar kendinden geçmiş olarak Murat Bey’e bakıyordu. ‘’Abi biz kasaları zor kaldırıyoruz, Ramu bize yardım etsin mi?’’
Ramu da kimdi? Elbette yardım edebilirdi. ‘’Hey, Ramu gelip amcanın kızlarına yardım et!’’ Ramu mahcup bir yüz ifadesi ile gelirken Merve şehvet saçan bakışlarla Ramu’yu süzüyordu. Ve bu bakış Murat Bey’in dikkatinden kaçmamıştı.
…
YORUMLAR
Bir öykü için girişi hayli zorlamışsın sanki. Okuru peşin peşin bir düşünceye zorluyormuşsun gibi geldi. Oysa girişte işlediğin konuyu öykünün içinde, kahramanlar aracılığıyla gayet güzel vermişsin.
Sağlıcakla.