- 651 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
FİKRET BABA - 1
Bir 30 Ekim günü idi. Bir gün önce kutlanan Cumhuriyet bayramından dolayı İlk ve Orta dereceli okullar o gün tatil yapıyordu. Fikret öğretmen bu tatil gününü tamamen kendine ayırmak isteyip, görev yaptığı küçük kasabadan uzun süredir ilk defa çıkıp il merkezine gitmişti. O gün tatil olcağı için bir gece önce arkadaşı Kerim’in ısrarlarına dayanamayıp içki davetini kabul etmişti. Ne var ki bu içki daveti hayatının belki de en karanlık en acı gecelerinden birini yaşatmıştı ona. En yakın arkadaşı Kerim’in, güya dostluğundan dolayı anlatmak zorunda kaldıkları, söylediği her söz, ayrı bir kurşun yarası açmış gibiydi bağrında.
Şimdi İstanbul sokaklarında, adeta başı boş, şuursuzca, nereye gittiğini, gideceğini bile bilmeden dolaşırken, kulaklarında hep Kerim’in bir gece önce söylediği acı sözler çınlıyordu :
’ Uyan oğlum artık uyan ! Karının ne olduğunu, neler yaptığını senden başka görmeyen, duymayan kalmadı kasabada ! ’
Kerim, karısına iftira atıyor olabilir miydi ? Öyle olsa, sebebi ne olabilirdi ki ? Karısına göz koymuş olacak değildi ya ! Kerim, yapmazdı öyle şey.
’ Aldatıyor ulan bu kadın seni, boynuzluyor be ! ’
Allah’ım ; ne kadar ağır bir suçlamaydı bu ! Zamanında deliler gibi âşık olduğu, yıllarca peşinden koştuğu, başka kimseleri aklından bile geçirmeden, sadece ve sadece onu sevdiği, arzu ettiği kadın. Şimdi gerçekten aldatıyor olabilir miydi onu ?
’ Can’ın da senden olmadığını bilmeyen yok üstelik ! ’
En ağırı da buydu ! Doğumunda havalara uçtuğu, yıllarca bağrına bastığı, sevdiği, büyüttüğü oğlu, Can’ı , başkasından olabilir miydi ? Erken doğum deyivermişlerdi, o da inanmıştı. Aslında evlendiklerinden yedi ay bile geçmeden dünyaya gelmişti Can. İlk, Orta ve hatta Lisede bile o kovalayan, Necla da kaçan olmuştu. O sevdikçe, sevdiği onu reddediyor, tersliyor, kovuyordu. Üniversiteye başladıklarında, ilk yaz tatilinde Güney’e annesi ile tatile giden Necla, bir süre sonra kendiliğinden Fikret’e yönelmişti. Ansızın evlenmek istediğini de o söyleyince, dualarının gerçekleşmekte olduğuna inanıp çok sevinmiş ve hemen kabul etmişti. Daha okul bile bitmeden apar topar evlenmişler, çocuğun doğumu yaklaşınca da Necla’nın yalnız oturan annesinin evine taşınmışlardı.
O gün giydiği spor kıyafet bile olgun duruşunu gizleyemiyordu. Öylesine dolaştığı sokaklarda, sadece vitrinlerde çok az rastladığı kitaplar dikkatini çekebiliyordu. Gördüğü kitap başlıklarından bazıları yine bir gece önce Kerim’in söylediklerini hatırlatıyordu . Beyni zonkluyordu, Kerim’in söylediği o ağır sözlerden.
Yolun karşı tarafında tanınmış bir kitap evi farkedince hemen o tarafa yöneldi. Fakat trafik çok yoğundu. Tam önünde beyaz bir jeep duruyordu. Kapı camı açılan jeepten sarışın bir kadın onu gözlüyordu. O, farkında bile değildi.
’ Hey yakışıklı ! Biraz zamanın var mı ? Gel yaşayalım seninle ! ’
Sesi duydu, irkildi, kendisine seslenilmiş olacağına ihtimal bile vermedi. Etrafına bakınmaya başladı. Kadın yeniden seslendi.
’ Sana sordum aslanım ! Benimle biraz eğlenmeye var mısın ? ’
Bu defa daha çok şaşırdı ve sorma gereği duydu.
’ Bana mı seslendiniz hanımefendi ? ’
’ Tabii sana be koçum ! Atla şuraya ; uçuşa geçelim birlikte ! ’
Kadının niyetini ve olayın iç yüzünü kavramıştı artık. Bu bir çapkınlık davetiydi. Daha önce hiç rastlamadığı, yaşamadığı, niyet bile etmediği bir olaydı aslında. İhanet, kimlere özgü idi ? Eşini sevmeyen, eşinden ilgi görmeyen ya da eşine ve kendisine saygısı olmayanlara özgü olmalı idi. Peki eşi onu seviyor muydu ? Bu soruya olumlu bir cevap bulamadı. Peki ondan ilgi görüyor muydu ? Bu sorunun cevabı da olumlu değildi.
’ Oooo ! Sıktın be ! Geliyorsan gel, gelmezsen bas git ! ’
Bu söz daha fazla düşünmesine engel oldu ve bir anda kendini kadının yanında, jeepin içinde buldu.
’ Hah şöyle ! Ne kadar da naz yaptın ? Hiç mi çapkınlık yapmadın yoksa ? ’
’ Öyle . Hiç yapmadım gerçekten. ’
Kahkahalar attı kadın uzun süre. Utandı adam, kızardı, bozardı. Kahkahaları bitince sakinleşti kadın. Öpmesi için elini uzattı adama.
’ Tanışalım mı ? Ben Sibel ..’’
Uzatılan eli öpmeyip sıktı sadece.
’ Ben de Fikret. Fikret Öğretmen.
Kadın yeniden kahkaha atmaya başladı.
’’ Yahu güya çapkınlık yapıyoruz ; elimi öpmeye bile utanıyorsun. İşimiz var seninle desene. ’’
Yol boyunca kadın konuştu, güldü, sorular sordu. Adamn aklı halâ dün gecede ve Kerim’in anlattıklarındaydı. Çoukluk aşkı, yıllarca sevdiği, kavuştuğu için bayram ettiği kadın onu keriz yerine koymuş, aldatmış ve üstelik başkasının çocuğunu da ona mı yutturmuştu ? Olamazdı ; bütün bunların rüya ya da yalan, yanlış olabilmesi için neler vermezdi .
’ Senin çok önemli bir derdin var galiba. Başından kötü bir şey mi geçti yoksa ? Anlatmak istersen dinlerim. ’
Adam duymamıştı bile.
’ Sana diyorum aloooo ! Orada mısın ? Beni dinlemiyorsun sen..’
’ Affedersiniz, dalmışım biraz. ’
’ Neyse, eve yaklaştık. Anlatacak çok zamanın olacak. ’
Neden sonra araba lüks bir sitenin otoparkına girdi. Arabadan inip asansöre geçtiler. Daha asansörde sırnaşmaya başladı kadın. Adam utanıyordu. Güç belâ karşılık verdi kadının dudaklarına. Daire kapısından lüks bir salona geçtiler.Koltuklar,halılar, tablolar, tüm eşyalar zenginlik ve lüksün kanıtıydı. Koltuklardan birine kurulan adama hemen bir bardak içki ikram eden kadın ;
’ Sen biraz rahatla, ben şimdi geliyorum. ’ deyip yatak odasına yöneldi. Adam içkisini yudumlamaya başlarken biraz kendine gelmeye başlamıştı. ’ Ne yapıyorum ben ? Bütün bunlar bana yakışıyor mu ? Karım beni sevmese, keriz yerine koysa ve hatta ihanet etse bile, benim böyle şeyler yapmaya hakkım var mı ? Ona saygım kalmasa ne olur ; kendime de mi saygım yok ? ’ diyordu şimdi. Biraz sonra şuh bir gecelikle dönen kadın dizine oturup öpmeye başladı adamı. Reddedemiyordu adam.
’ Sen bir kadeh daha içki al kendine, ben de banyoyu hazırlayayım. Oradan başlamaya ne dersin ? deyip kalktı . ’
’ Olabilir ’ dedi adam.
Bir süre sonra banyodan sesleniyordu kadın.
’ Koçuuuuuum ! Haydi gel ; banyomuz hazır ! ’
Cevap alamayınca tekrar tekrar seslendi. Yine alamayınca salona koştu. Adam yoktu. Sağa sola bakındı. Çıplak olduğunu fark edince öfkesi daha çok arttı. Banyoya dönüp bornozunu aldı. Evi tekrar aramaya başladı. Adamın gittiğini anlayınca yatak odasına koştu. Takılarını , paralarını kontrol etti. Salona tekrar dönüp değerli eşyalara göz attığında hiç bir şeyin eksilmediğini, çalınmadığını gördü.
’ Korkak herif ! Sanki yiyecektik seni ? Kabahat bende ;senin gibi biriyle bu işi yapmaya kalktım. Sanki memlekette erkek kalmadı. ’
Yine sokaklardaydı adam. Yine şuursuzdu, nereye gittiğini bile bilmiyordu ama bu defa yürümüyor,koşuyor, kaçıyordu. İhanetten kaçıyor, kendine, saygınlığına, yitirmediği karakterine doğru koşuyordu. Vapura kadar da koştu. Soluk soluğa çıktığı terasta dinlenmeye başladı. Şimdi gözünün önünde masmavi, beyaz köpüklü deniz ve martıların haykırışları vardı. Bazı martılar övgüler yağdırır gibiydi, bazıları da söver gibi.
Martılar, insanlar.. kim ne derse desindi. O, kendine yakışanı yaptığına inanıyor ve o kadından kaçtığı için hiç de pişmanlık duymuyor, üstelik kendisini zafer kazanmış biri gibi hissediyordu şimdi.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
İnsan konduramıyor diyeceğim ama yine de ilişkisindeki sevgisizliği anlamaması garip geldi bana.
Yeni bir uzun öyküye başladınız galiba? Kolay gelsin...
Fikret TEZEL
Teşekkürler. Bence bir çok insanın başına geliyor, yaşanıyor ama anlatılması hiç de kolay olmuyor bu tür olaylar.