Cordoba–1006
Cordoba–1006
Sam İbn Meymun
Sene bin altı, aylardan ekimdi. Ne Cordoba’nın daraldıkça daralan sokakları ne genişledikçe genişleyen kürevî sema ne de müreffeh bir hayat yaşayan Endülüs halkı İbn Ebî Âmir’i unutmuştu. Bin iki yılının sıcak mı sıcak bir yaz gününde sonsuz azap çeke çeke yatağında ölen İbn Ebî Âmir’in ruhu ortalıkta dolanıyor; haksızlık yapanların boynuna kılıç indiriyor, yönetime el koymak isteyen makamperest zalimlerin boynuna ipleri takıyor, kendisini öven şiirler yazan şairlere ödüller veriyor, sefere çıkan askerlere yol gösteriyordu en ön safta. "Mansur öldü, cehenneme gitti!" diyen Hıristiyan rahiplerin inadına oğluna destek oluyordu El-Mansur bu aralar. Daha uzun bir süre insanların beyninde yaşayacaktı o.Kimilerine göre cani bir oğul katili, kimilerine göre Hıristiyan dünyasının gelmiş geçmiş en büyük düşmanı, kimine göre ise eşsiz bir devlet adamı ve komutandı El-Mansur lakaplı İbn Ebî Âmir.
Çiroz kadınların ve zarif belli Arap kızlarının rüyalarına kâbus gibi çöken esir cariyeler hâlâ Cordoba’nın sokaklarında kıvırtarak dolanıyor, hür Endülüs erkeklerinin aklını çeliyorlardı. El Mansur çıktığı seferlerden zaferle dönerken yanında çil çil altın, yüzlerce deve yükü eşya, tatlı tatlı gülümseyen esir cariyeler getirmeye başladıktan sonra hayatları kâbus olan çiroz evli kadınlar ve gencecik, tazecik Arap kızları planlar yapıyor, çeşitli kokular sürüyor, dikkat çekici entariler giyiyordu. Tazecik Endülüs kızları için hayat daha zordu, bir türlü bir erkek bulamıyorlardı yuva kurmak için. Hiçbir bekâr Endülüs genci bu hür kızlarla evlenmek istemiyordu. Onların da gözdesi esir cariyelerdi. Çirkininde yakışıklısına, şişmanından cılızına, merdinden namerdine, esmerinden kumralına herkes misk koklu, Tanrı tarafından süslendirilen cariyelerle evleniyordu. El-Mansur şehri cariyelerle doldurması hür kadınları, hür kızları çileden çıkarmış, esir cariyeleri kuytu köşelerde kırbaçtan geçirmişlerdi gizlice. En son çareyi tıpkı esir cariyeler gibi koku sürmede ve süslenip püslenmede bulmuşlardı.
El-Mansur ölmüş, cariyeler yetim kalmıştı. El-Mansur ölmüş, güzeller getirilmez olmuştu Endülüs topraklarına. El-Mansur ölmüş, sistem yavaş yavaş eski haline dönmeye başlamıştı.
Sam İbn Meymun alil çapulcular gibi oturuyordu nehrin az üstündeki büyükçe kayanın üstünde. Üstü başı partal olmamasına rağmen baştan aşağıya elbiselerinin rengi solmuş gibi gözüküyordu. Siyah, kıvırcık, parlak sakallarının arasında topak topak olmuş bir şeyler vardı sanki. Aram Soar’dan sadece iki yaş büyük olmasına rağmen saçları incelmiş, yer yer beyazlamıştı. Kaşının ortasında yukarıya doğru uzanan bir kırışıklık ilk etapta dikkat çekiyordu. Her yönüyle Aram Soar, Sam İbn Meymun’dan üstün sayılırdı. Hiçbir kız Sam İbn Meymun’a on saniyeden fazla bakmak istemezdi. Çoğu kıza göre ise Sam ifrit müsveddesiydi. Endülüs ordusunun Hıristiyanlara karşı kazandığı zaferlerde ele geçirdiği tazecik cariyeler bile hür bir zengin çocuğu olan Sam İbn Meymun’undan bakışlarını kaçıyorlardı.
Aram Soar nehrin neftî ve kıpır kıpır yüzeyini daha fazla hareketlendirmek istiyordu."Şu nehre geçmişte kaç kişi taş fırlatmıştır, Sam? İleride kimler kimler taş fırlatmayacak ki!? Nice âşıklar, aşklarından sarhoş olmuş olarak taşlayacaklar nehri. Nehrin suçu olmadığı halde öfkeye maruz kalacak."Taş fırlattı güneş ışığının renkten renge girdiği nehrin yüzeyine. Taş hışımla yüzeyi dövdü, su acıdan meşum bir ses çıkardı ve damlacıkları doğurdu; damlacıklar havada canı çıkan ufacık şeffaf mahlûklar gibi etrafa yayıldılar ve aşağı inip birleştiler. Öldü damlacıklar akan suyun içine düşünce. Hemen nehir şanıyla hayat verdi damlacıkların ruhuna.
Fırıl fırıl dönen gözler etrafta taş aradı pattadak. Onlarca taşın şeklini şemalini beyninin bir köşesine kaydetti. Yerden birkaç tane taş alıp az aşağıda duran arkadaşının kafasına fırlatmamak için taşların sivri yüzeyleriyle öylesine ilgileniyormuş gibi davranmaya çalıştı, Sam İbn Meymun.
"Ne dediğini anlasam, Aram! Taşların keskin köşeleri var, baksana… Dünyada ilk cinayeti işleyen atamızı düşün. O cinayet niçin işlenmişti? Kıskançlıktı sebebi herhalde. Şu taşların keskin köşeleri beni acayip etkiliyor…" dedi Sam sayıklaya sayıklaya.
"Habil-Kabil hikâyesinden bahsediyorsun. Evet, o cinayetin sebebi kıskançlıktı" dedi Aram Soar yukarı dönmüş olarak. Keskin köşeleri olan taşların geçmişte yaşanan cinayetleri ifşa ettiğini sanarak taşlara bakakaldı."Sam ne zamandır sana bir şeyden bahsetmek istiyordum. Belki sen bana yardımcı olursun. Ravza Hatice’yi sevdiğimi biliyorsun."
"Evet biliyorum. Hatice güzel kız. Benim hiçbir zaman öyle bir kız arkadaşım olmadı. Şanslı adamsın. Hatice ile nehrin kıyısında mı buluşuyorsun?"
"Ben Hatice ile şu tarihe kadar görüşmemişim ki… Belki ileride burada görüşürüz. Kendisini sevdiğimi fısıldasam mı, Sam? Benden akıllısını, yakışıklısını, iyisini mi bulacak? Hem biliyorsun Endülüs kızlarını kimse umursamıyor. Esmer bir Arap kızını kimse almaz. O kitabı ve kalbimi babasına götürmesem bile onu alırım kendime" dedikten sonra tane tane Hatice’nin babasının şartlarından bahsetti. Bir akıl, bir yol, bir fikir istedi arkadaşından.
"Umarım kitabı bulursun. Kalpten neyi kast ettiğini çözersin inşallah" der demez diğer tarafa doğru döndü, Sam İbn Meymun kızarmış olarak."Az önce Ravza Hatice’nin çirkin bir kız olduğunu mu söylemeye çalıştın? Hatice mükemmel bir kız. Sokaklarda dolanan aşüfte cariyeler onun tırnağı bile etmez."
Aram Soar gelip oturdu arkadaşının yanına hevesle. İzâfî olan lerzân ışıkların nehir yüzeyinden yeşil alanların içine doğru aktığını çözdüğünden nehrin yüzeyi bulanmaya başladı. Neftîleşti pırlantamisal, pak, marazsız yeryüzü ve kozmos. Aram Soar iki bacağı üzerinde yoğunlaştı çevresine bakmaktan gözleri ıslanınca, kamaşınca.
"Baksana ayaklarıma dikkatli bir şekilde. Gördüğümü görecek misin bakalım? Şekilli gövdemin üst kısmıyla akıl almaz bir biçimde bağlanmış olan bacaklarıma bak! Bacaklarımın içinden kanalların geçtiğini görebiliyorum. Tanrı’nın işine akıl ermiyor. İnsanların yaptığı heykellerin içinde kanallar yok bildiğim kadarıyla," dedikten sonra sağ elini uzatıp bacağını yokladı. "Üstelik sımsıcacıklar. Heykeller hiçbir zaman sıcak olmuyor. Tanrı putperest, firavunperest, bencil insanları kahretsin. Tanrı İsrailoğulları’na azap çektiren Firavun’u kahretti zaten. Onun yolunda gidenlerde aynı sona doğru yaklaşıyor."
"Senin gördüğünü görmüyorum ve görmek de istemem. Rab seni güzel, beni çirkin mi yaratmış? Ne düşünmemi bekliyorsun? Madem Rab varlıkları kusursuz yaratıyorsa neden beni çok yakışıklı yaratmadı?" dedi Sam İbn Meymun. Yerdeki taşların keskin köşelerine mahmûr gözlerle bakmaktan kendini alamadı. Tanrı’nın evrenle alakalı işlerle uğraşmayı epey zaman önce ilgilenmeyi bıraktığını, artık sistemin kendi kendine işlediğini, doğan her çocuğun yaratıcısının anne ve babasının olduğunu bir kez daha aklına kabul ettirdi. Eğer Tanrı kendisini yaratmış olsaydı çirkin olarak yaratmazdı. Sam İbn Meymun zafer kazanmış imparatorlar gibi gülümsedi. Arkadaşının şekilli kafasından kanların aktığını hayal etti, Tanrı’nın kendi planından haberdar olduğunu ve kendisine engel olmayarak yardım etmiş olacağını düşündü.
…