- 1338 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KARDA DOĞAN BEBEK
KÜFRETMEYİN EBESİNE
YAKIN YILLAR
Bilmem hiç düşünür müsünüz, yaşlı aslanın ömrünü verdiği , otoritesinden tir tir titreyen dişilerini ve yavrularını , başı boş bekar aslanlara terk ederek mağlup bir utançla yürüyüp ölüme doğru gidişini ? Bu çark aslında insan cinsi içinde geçerlidir de , nedense kendimize hiç toz kondurmadan , görmemezliğe, kabullenme mezliğe, anlamam azlığa gelerek geçer gideriz.
Geçen senelerde, hayatımda ilk kez beş günlüğüne Uludağ’a kayak yapmaya gittik, çoluk çocuk. Kayak öğretmenliği lisansım vardı , üç kere de kayak yarış müsabakalarına katılmış üstelik iki defasında dereceye girmiştim. İyi bir uzun yol kayakçısıydım anlayacağınız. Teleferikten inip , kayakları ayağıma takıp da ilk dönüşte toparlayamayıp, ağaçlara çarpacağımı hissederek kendimi yana yatırdığımda , beni kurtarmak için gelen genç kayakçının;
“Amca bu pist usta kayakçılar içindir .Senin aşağıda kayman gerekiyor” demesi ile beni pistten çıkarıp ağaçlara sürükleyen sol ayak bileğim , kırık diz kapağım, müsabakada çekilen resimlerim , madalyam, kar ile ovarak ısındığım kaslı vücudum geldi aklıma. Genç kayakçı haklıydı .En dik yamaçlarda son sürat kayıp , hala tatmin olamayan bu adam ,artık aşağıda kaymalıydı.
Ah dizim, ayak bileğim, eriyen kaslarım , siz benim değilsiniz ulan , benim değilsiniz. Ya sen nereden çıktın , lanet olası göbek? Duvarlara yumruk atan sağ elimdeki pis orta parmak, neden hep ağrıyorsun? İki adımda soluk soluğa kalıyorum, hiç ağzıma sigara koymayarak koruduğumu sandığım akciğerim, yaşlandık diye ufaldım mı yoksa?
ESKİ YILLAR
Bu kar beni yıllar önceye götürüyor, kaçamıyorum hayalinden. O sene 1 Şubat sabahı hava -22 derece, yerde 60 santim kar var ve hangi yönden geleceği belli olmayan kar fırtınası ile boğuşarak, eğitim alanında ayaklarımız donmuş, dudaklarımız çatlak ve burunlarımız donuk sümüklerle dolu olarak kayaklı taktik harekat yapıyoruz. Piyade bölükleri -15 derecede açık alana çıkmıyor. Komando bölüğü ise – 35 dereceye kadar dışarıda. Bir bardak sıcak çay için neler vermez ki insan?
İki köylünün bize yaklaştığını Pars’ın hırlamalarından anlayıp , eğitimi bırakarak onlara doğru yürüyorum. Bu havada gelmeleri hiç hayra alamet değil. Yanlarında nizamiye başçavuşu da olduğuna göre haydi hayırlısı.
“Hoş geldiniz arkadaşlar”
“Hoş görmüşek , selam getirmişek Devran köyünden, ağamız (…) dan. Hele gurban , hastamız vardır, çaresizek”
“Gelin çadıra girelim. Önce bir ısının , soluklanın.”
Adamların ayakları ıpıslak. Temiz muflonlu çorap ve bot getirtiyorum. Yün eldiven ve yün kayak başlıkları veriyorum onlara. Devran Köyü buraya altı kilometre. Bu havada , bu tipide iki kişinin uyduruk hediklerle gelmeleri bile mucize doğrusu. Manyetolu telefonla komutanı arayıp durumu anlatıyorum . Hemen gerekenin yapılması talimatını veriyor. Onlar ısınıp, yeni demlenmiş çayın bardağını on parmak tutarak iksir gibi yudumlarlarken, kurtarma ekibi, sekiz iyi kayakçı, bol yiyecek, ilaçlar, battaniyeler ve yedek dağ botlarıyla hazır oluyor.
Köyde üç gündür doğuramayan genç bir kadını Patnos’a getirmemiz gerekiyor. Hemen çıkarsak akşama dönmüş oluruz. Tipi bir kesilse gidişimiz de o kadar kolay olacak. Köylülere bizim iz hediklerinden taktırdık. İki de Amerikan kutup parkası ile onları da donattıktan sonra on bir kişi olarak harekete geçiyoruz. Kızağı dört kayakçı , ikisi önde ikisi arka ve yanlarda olarak çekmekte.
Pars ekibin önünde koşacak. Ona da muflonlu elbisesini giydirerek, dikenli çelik kurt tasmasını taktık. Dere ve çukur yerlerde durarak bize oraya yaklaşmamamızı belirterek , tehlikeden koruyor. Aslan dostum benim.
Yamaçlardan inmek oldukça kolay ve zevkli. İki kere kızak devriliyor. Saçılan malzemeyi toparlayıp yola devam ediyoruz. Kurt ulumaları çok yakınımızda. Bu yüzden hep elim tüfeğin tetiğinde ilerliyorum. Birden Pars’ın bir hayvanla boğuştuğunu , yüksek hırlamalarından anlayarak silahımı doğrultuyorum. Kurt olmadığını anlayınca biraz rahatlıyorum . Bir tilki bu. Zavallı kaçamayınca sırt üstü yatıp, kuyruğunu kara vurarak aman diliyor. Çok korkmuş olduğu belli hanımefendinin. Karlar üzerinde gördüğüm kan lekelerini önce Pars’ın onu ısırdığını zannederek incelemiş, sonrada tilkinin kızışma döneminde olduğunu anlayarak epey gülmüştüm. Önüne biraz kurutulmuş et bıraktığımızda , açlıktan gitmemizi bile bekleyemeyerek nasıl da saldırmıştı yiyeceklere.
Üç kez mola verdik. Gerçekten bu kar ve tipiye dayanmak çok zor. Kumanya olarak verilen tavukları anında bitirip , kemikleri ile Pars’a güzel bir ziyafet çektikten sonra yola devam ediyoruz. Kar fırtınası oldukça azalmış durumda.
Köye yaklaştığımızda acı çeken bir köpeğin inlemeleri dikkatimizi çekiyor. Pars’ın dik kulakları onu bir kurt gibi gösterdiğinden olacak ki , kurtlar tarafından yaralanmış olan köpek, onu görünce epey panikliyor. Köylüler birkaç gündür kayıp olan bu köpeği hemen tanıyorlar. Kızağın üzerine yatırdığımız yaralı köpeğe biraz da kumanyamızdan verince sakinleşiyor. Kurtlar boynundaki dikenli kurt tasmasına rağmen onu epey tartaklamışlar. Arka bacağı kötü bir açık yara halinde. Sanırım kırık da var. İki gündür kayıp olan bu köpek köye girdiğimizde , sahipleri tarafından büyük sevinçle karşılanıyor.
Bize çok nefis bir kavurma hazırlamışlar. Bu köye daha önce iki kere gelmiş öğretmen , imam , muhtar ve ağa ile sohbetler yapmıştım . Köyün çekirdekten yetişme ebe ninesi de yanımızda oturuyor, çatısı dar olduğu için çocuğu çıkartamadığını , köy yerinde kanamanın durmayabileceğini, kadının ölebileceğini anlatıyordu. Yemek biter bitmez ekibe dönüş için hazırlanmalarını söylemiştim. Fırtına tamamen dinmişti. Suratlarımıza şaklayan ucu kurşunlu ince deri kırbaç , birkaç saat müsaade edecekti demek ki. Çok yorgunduk ama bu fırsatı da değerlendirmeliydik.
Kadın ,( Af edersiniz 16 yaşındaki çelimsiz kız çocuğunu ) ilk defa kızağa taşıdıklarında gördüm. Birinci çocuğunu doğuruyormuş ve oldukça korkuyordu ölmekten. Bir kadın kolumu tutmuş bir şeyler söylemekteydi ama ben onu anlayamıyordum. Kürt’çe bilen bir er tercüme etmişti. Kızın anasıymış. Yavrusunu bana emanet ettiğini , Edirne’de bir oğlunun asker olduğunu , kıza bir şey olursa perişan olacaklarını , kızı tavlatmadan çocuk doğurttuklarını ( Tavlatmak , kilo aldırmak demektir) , hınzır babasının başlık parası yüzünden kızı hemen evlendirdiğini , kaynanasının hamile kızı eşek gibi çalıştırdığını , ilk kadından olan yaşları kızından büyük kızların , kızına çok eziyet ettiğini anlatıyordu. ( Bu Türkiye dramını dinlemek bile biraz vicdan sahibi olan için büyük ıstırap olsa gerek)
Onu teskin edecek bir konuşma yaptım. Merak etmemesini , kızı salimen doğurtup, kucağında bebekle getireceğimi , ona Patnos’ta ki doktorun iyi bakacağını söyledim. ( Ne kadar yalancı oldum bu sıralar. Patnos’ta bir tane askeri doktor var. Okulu bitirir bitirmez askere gelmiş. İki ilaç kullanıyor; aspirin ve penisilin. Buraya hareket ederken “Aman komutanım , ben doğumdan hiç anlamam . Sadece bir kez seyrettim, o kadar. Sakın bana güvenmeyin demişti)
Her şey hazır . Erlerime bol haşlanmış et ve patates verdiler. Islanan çorapları , parkaları soba başında kurutmamızı sağlamış, bol öpüşmelerle , el sallamalarla, dualarla yola çıkmıştık. Kızın kocası kırk yaşlarında vardı. Meğerse kız üçüncü karısıymış. Diğer iki kadın bu yeni geline pek alışamamışlar. İlk kadından doğan iki kızın yaşı bundan büyükmüş. Oğlanın biri de kıza sarktığı için baba tarafından evden kovulmuş. Herkes bu adama Bekri Ağa diyor. Asıl ağa şimdilik onun babasıymış. O ölünce baş ağa Bekir Efendi olacakmış.
Kız üç gündür doğum sancıları çekiyor ve bizim köye gelişimizden iki saat önce suyu boşalmış. Korkunç ağrı çektiği sürekli ağlamasından , inlemesinden belli. İnsanın içi bir tuhaf oluyor.
Köy çıkışını henüz geçmiştik ki, kızak yine devrilmez mi? Her yer dağ ve tepe olduğundan yamaçta bulunan iki kişi kızağı taşıyamıyor. Kızak devrilince onlar da yuvarlanıyorlar. Düşen kadın, karda karnında çocukla birkaç defa dönüyor. Orta halatla ,yancılara bir kişi daha takviye yapıyoruz. Bu ilave adam yamaç ne tarafta ise ona göre yer değiştiriyor. Kocasında hedik var ve sürekli vadi tarafından yürüyor. Tatlı düz yamaçlarda ise kızağın arkasına oturup ağırlığı dengeleyerek bize yardımcı oluyordu.
Hava , biz daha yolu yarılamadan kararmaya başlamıştı. Allah’ tan ki fırtına tamamen dinmiş, ısı en az beş derece artmış olmalıydı. İkinci molada bizim oğlanlar yiyeceklerin tamamına yakınını tüketmişlerdi. Genç insan nasıl da yemek yiyordu. Termoslardaki çayı idareli kullanıyorduk. Kadının kızaktan yuvarlanmasına çok üzüldüm ama kadında nedense bir rahatlama oldu. Çocuk yerine mi oturdu yoksa.
Öne geçip kafileyi biraz daha süratlendirmek için gayret ediyorken; adamın yarı Kürtçe, yarı Türkçe bağırışları ile duruyorum. Ellerini yüzüne kapamış ve perişan bir hali var. Aklıma ilk gelen kadının ölmüş olabileceği oluyor. Yoksa kar altında kalmış sivri bir kayaya mı çarptı kafasını ? Kayaklardan kurtulup koşarak kızağın yanına dönüyorum. Adam bu sefer de eliyle gelmeyin işareti yapıyor.
“Ne oldu Bekir Ağa? Neden gelmeyelim?
Adam kadının ayak ucunda donuk bakışlarla çaresiz ve korkmuş durumda . Kısa bir sessizlikten sonra nihayet;
“Gumandan , sen onun ağabeyi sayılın . Bir tek sen gel , esker kardaşlarım gusura kalmasınlar, mehremdir”
Aman arkadaş, doğum başladı falan demeyin . Alt tarafı iki saatlik yolumuz kaldı. Çocuk ölür, kadına bir şey olur, dağ başı burası. Şeytan beynim , lisede ki “Yassı kafa Yasin” e götürüyor beni.
“Ulan Yasin sana niçin yassı kafa diyorlar? “
“ Kafam yassı da ondan lan”
“Anladık oğlum, neden yassı yani? “
“Yahu ebe anamın şeyinden beni çıkartırken, alet bulamamış da, on parmağı ile biraz da sıkarak çekince işte böyle kadayıf gibi çıkmış benim kafa.”
Bu konuşma aklımın içinde hızla dönerek bana yeni talimatlar veriyor.
“Çocuğun kafayı on parmak açık olarak tut ama sakın çok sıkayım deme. Bebeklerin kafaları bıngıldak henüz gelişmediği için biraz yumuşak olur ,aman dikkatli ol oğlum.”
Sesi ortalığı yırtan kadının bacaklarını kürtaj masasında yatırır gibi kıvırtıp üzerine battaniye örtüp , sonra da karanlık kaldı diye el fenerini tutuyorum. Simsiyah bir saç yığını , beyaz bacakların arasında sadece bir tümsek olarak duruyor. Bunun neresinden elimle tutabilirim bilmiyorum. Ağa ‘dan yardım istiyorum , korku ile bakarak
“Gurban sana , men ne idem bilmirem “
Bir an böyle bir şeyi yapamayacağımı düşünüyorum , fakat biraz daha beklersek ,bu çocuğun benden önce annemim bu yüzden ölü doğurduğu iki ağabeyime gidiyor aklım. Kadıncağız o zamanlar Tunceli - Ovacık’ da görev yapan babamın, kar yüzünden ebeyi bile getirememesi nedeniyle iki yavrusunu kaybetmişti . Deliye dönen babam , aldığı beşiği ve çocuğun bütün giysilerini evin bahçesine çıkartarak üzerine gaz döküp yakmış. Benim için ise sadece bir kundak örüp Eyüp Sultan Hazretleri’nin sandukasında bir hafta örtülü bırakarak , ismimi “Eyüp Yaşar “ koymuşlar. İtikat işte.
O da ne ? Ben aptallaşmış bir halde beklerken çocuğun kafası bana doğru bir hamle yapıyor. Şimdi tutabilirim artık. Hemen eldivenlerimi çıkartıp , ellerimi kar ile ovalayarak , hafif dokunuşlarla bebeğin kafasını on parmağım ile çekiyorum. Kadın ıkınarak her çığlık atışında bebek biraz daha elime geliyor.
Bütün kafa çıktı , ağlamaları dağları çınlatıyor. Biraz daha iyi tutarak çocuğu çekip kucağıma alıyorum. Bu ne büyük bir alet? Hay maşallah.
Ulan sarkan ip de ne? Lan oğlum ne ipi, bu göbek bağı , ne duruyorsun kessene lan . Tamam yahu onu şimdi komando bıçağımla tek vuruşta keseceğim ama bıçakla önceki molada haşlama et kesmiş ve iyi de yıkamamıştık. Bıçağı birkaç kere kara sokup çıkartarak temizleyip , çocuk tarafında otuz santim bırakacak şekilde kesiyorum.
Aklıma kendi göbek adım geliyor. Bu bağ kesilirken bir isim de söylenir gibi düşünerek ona ,
“Muhammet, Muhammet, Muhammet “ diye bağırarak kendi göbek adımı koyuyorum. Ben “Muhammet” dedikçe önce baba, sonra da anne bu göbek adını tekrarlıyorlar.
Eh bizim komandolar , deminden beri çıt çıkartmadan arkaları dönük bekliyorlardı ya , onlar da yerlerinde zıplayarak ,
“Muhammet hoş geldin, hoş gördük, çok yaşa” diye sevinçle bağırıyorlardı.
Babası bebeği iki ayağından tutarak ters çevirip kara batırarak temizliyor. Ben de ona yardım edip, annesinin üzere yatırarak battaniye ile örtüyorum. Bu ıssız dağda ki bebek ağlamasına alacakaranlıkta ava çıkmış olan dağ kurtları uluyarak cevap veriyorlar.
Onları Patnos Askeri Gazino’nun en güzel odasına yerleştiriyoruz. Subay eşleri bir sürü bebek giysisi ve mama getirerek çocuğu giydiriyorlar. Hava duruluncaya kadar üç gün orada kalan bu insanların masraflarını komutan karşılıyor.
Ben nasıl mutlu ve sevinçliyim anlatamam. Küçük anne Türkçe bilmiyor, olsun. Bir şeyler söyleyerek elimi zorla öpüyor. Benim adımı çocuğa koyacakmış. Yaşar ismini pek beğenmeyip , Eyüp daha güzel diyorlar. Hatta bir “y” harfi daha ilave ederek “ Eyyüp “ yazdırmışlar. Bu çok güzel , bir de şu fırlama subaylar “Ebebaba” diye alay etmeseler.
BU YILLARDA
Sekreterim bana telefon olduğunu söylediğinde, okumakta olduğum gazeteyi elimden zoraki bırakarak ahizeyi kaldırıyorum. Erken saatlerdeki telefonlar nedense beni hep huzursuz eder.
“Esseleymun aleyküm, ( Alo demek gev urca oldu artık) Eyyüp yüzbaşıyla görüşmek istemiştim.”
“Buyurun efendim ben Eyüp . Kiminle görüşüyorum?”
“Ben adaşınızım. Hani Patnos’tan , hatırladınız mı?” (Ulan ebesini… ,nasıl hatırlayabilirim ki?)
Aklımda Patnos’ tan tanıdığım hiç Eyyüp isminde biri yok. (Açıkça kim olduğunu söylesen ya ebesini… çocuğu.)
“Beni nasıl hatırlayamazsın ? Hani karlı bir kış günü ,eline doğmuşum, unuttun mu yoksa ? “
“Bekir Ağanın oğlu Eyüp mü? Vay aslanım , nasılsın ? Hangi rüzgar attı seni İstanbul’ lara?”
“Komutanım, bizim büyük kızı Zeynep Kamil Hastanesinin ebe hemşire okuluna yazdırdık , sizin amcaoğlu da hastanenin başhekimiymiş. Telefonunuzu da ondan bulduk. Malum ebeye çok ihtiyaç var.”
“Haklısın Eyyüp, ebeye çok ihtiyaç var. Yine de bulunmayan yerlerde onlara yardıma hazırız icabında. Yahu Eyyüp kardeşim kafanda biraz yassılık var mı? “
“Evet , biraz yassı doğmuşum. Ama ne önemi var ki? Allah öyle yaratmış “
Hay senin acemi ebeni ….
E.Yaşar Ovalı 2.11.2014
YORUMLAR
Genç kayakçı haklıydı .En dik yamaçlarda son sürat kayıp , hala tatmin olamayan bu adam ,artık aşağıda kaymalıydı.
Yazılarınızı çok beğendim,bu cümleyi de özellikle seçtim.
kukurikuu
Hayat işte. Zaman denilen hain mengene posanızı çıkartana kadar sıkmaktan zevk alıyor.
Saygılarımla.
yani uydurulur da, anca bu kadar uydurulur be komutanım...gerçi senin uydur gaydır kahramanlıklarını okuya okuya maceralarını bir film senaryosu olarak yazıp "halkman" dizisine senaryo olarak da satabilir, üçbeş kuruş da kazanabiliriz hani...Senaryoyu yazmak benden, satması senden, para ortak, var mısınız? Şimdi diyeceksiniz ki, ben öyküyü noktasına, virgülüne kadar zaten bir senaryo gibi işlemişim; ayrıntıları da sahne sahne döşeyip kendim pişirir, kendim yerim kardeşiiim...Eh haklısınız valla, diyebilirsiniz; çünkü öyle...Öyle olunca da ne oluyor? Okuyucu bir nefeste okuyup yaşıyor öyküyü...Dimi? Azcık çalakalem yazmışsınız ya ossun...O kadarcık hata kadı kızında da var...Sadece net kısa cümleler ve tekrarlardan kaçınmalar olmazsa olmazlarınız. Onlara lütfen itina. (Ha...bu arada serüven hiç de utdur gaydır değil, eminim, çünkü çilekeş Anadolumun çilekeş insanları ahha böyle çilekeş olmakta) Köy Enstitülerini kapatanların birer vatanhaini olduklarını basbas bağırmamız boşuna değil.Onların ebe, veteriner,ziraat mühandisi ve hayya Balzacın köy doktorunu yetiştiren birer misyona yükseltilmesi gerekirken kapatılmasına vatan hainliğinden gayri ne demeli?..BEN BU ADAMLARIN EBESİNİ ZİNKAF EDERİŞM ABİ!!)SAYGILARIMLA
...
kemnur tarafından 11/2/2014 8:12:44 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Sizi görmek ve sohbetinize katılmak bana ne kadar onur verdi
bilemezsiniz.
Hocam, öyküler yazarın kafasında şekillenen ,hayalin bir aktarmasıdır aslında.Fakat ben hala öykü yazamadığımı biliyorum. Beni kilo almış , yerinden zor kalkar gördüğünüz için düşüncelerinizde haklı olabilirsiniz.
Geçmişimi belki de bazı insanlara dokunmamak adına inanın yazamıyorum.Birinin dışarıya çıkmış barsaklarını toparlayarak içine tıkıp diktiğimi, dış kırık bir bacağı , diz altından iki kemiğin de dışarıda olmasına rağmen adamı bağırttıra bağırttıra düzelterek onardığımı yazsam hiç inanmayacaksınız demek ki.
Ben sicili çok berbat bir subay olarak sonunda yaralanıp gazi olarak ayrıldım. Yaralandığım zaman askerlerimi bırakıp hastaneye gitseydim sanırım hiç araz kalmadan iyileşebilirdim. Askeri hiyerarşi bile beni pek durduramamış ve komutanlarıma değil akıllı mert astlarıma saygı duymaya başlamıştım . bu yüzden de kendimi subay olarak görmemeye başladım ve ayrıldım.
Öykülerimin büyük bir bölümü gerçek yaşanmışlıklardır. Bu yüzden kelime ve cümleleri süsleyerek yazamıyorum. hatta küfür dolu yazdığım bazı konular artık içimin en dolu fışkırmaları oluyor.
Aman Hocam beni sakın tanımış olduğun zabitler gibi düşünme. Hiperaktif tarafım her dönemimde başıma çok bela oldu. Yine de askerin hem çok güçlü, hem de çok yardımsever olması gerektiğini düşünürüm
Ogün Nurten Hanımın yaptığı yöresel köftenin tadını hiç unutamıyorum. Kendisine çok teşekkür ederim.
Ebesine küfredilecek çok insan var , haklısın hocam. Ben de onların ebesini...
Saygı ve sevgilerimle
Kemnur
Yamuk kafalar ebeden midir? Ebelerekğfrün kaynağı da yamuk kafalar mıdır?
Kaleminize sağlık...
kukurikuu
Yamuk kafaların ebeler yüzünden olduğunu söylemek çok zor.
Ama yamuk olmayan neyimiz kaldı ki? Bence yamukluk beyindeki yorum yapma özelliklerinin menfaat tarafına meylermesi ile ilgili
Saygılarımla