Dodobişkalar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
-Tete, sana bir şey sormak istiyorum. İnsan görmeden renkleri nasıl bilir?
-Bu soru bana değil, gözlerime ve yüreğime.
Çocuktum evlât.
Sarı mum hastalığı derler bizim oralarda. Ateşli eder çocukları.
Zaten sıcaktan kavruluruz, bir de sarı mum gelirse, ya öldürür, ya da mum gibi eritir.
Beni önce mum gibi eritti.
Eritirken gözlerimi de yanına aldı götürdü.
Büyüdüm, sadece büyüdüm.
Her şeye dokunarak, koklayarak, hissederek, duyarak, varlıkların ne demek olduğunu anlamaya çalışarak büyüdüm.
Siz renkleri görerek, ben koklayarak, dokunarak anlarım.
Sonra bir gün yoluma benim gibi bir kız çıktı. Eğri büğrü bir bastona muhtaç. Bastonlarımız bir suyun kenarında çarpıştı. İkimiz de suya düştük. İkimiz de dokunup tanışmaya mecburduk. Dokunduk birbirimize.
Birbirimize bilmeden yakınlaştık. Ben nasıl dokunduysam, elim onun dodobişkalarına değdi.
-O da ne Tete, zamparalığa mı başladın yoksa.
-Zamparalık nedir bilmem evlât. Dodobişka, bizim dilimizde dudak demektir. Ben o yaşıma kadar hep sakal ve kıl içinde olan kendi dodobişkalarımdan sonra, ilk defa böyle bir şeyle karşılaştım. Sonra elimi saçlarına doğru uzandı. İşte dedim yüreğime… Yıllardır aradığım melek karşımda duruyor.Sonrası yok oluş. Ne yaptıysak birbirimizi ulaşamadık. Kime sorduysam yok dediler.
Hatırladığım parmaklarımın sayısı ile elli yıl kadar öncesiydi. Bizim oralardan bir adam.
Onu Yeşil Kayaların arkasında gördüğünü söyledi. Önce sevindim, sonra üzüldüm. Yeşil neydi?
Sorsam bana nasıl anlatırdı, ya da ben nasıl anlardım. Sordum.
-Yeşil ne? Dedim.
-Sersem. Dedi. Kaldır ayaklarını da sana üstüne bastığın yeşili göstereyim.”
Boynumdan yakaladı. Nefesini gözlerimde hissettim. Beni nehre atacaktı ki, kuşlar geldi. Yüzünü pençe pençe ettiler. Üzüldüm. Bana sersem dediği için üzüldüğümü sanma sakın. Nehre atılacağım için de üzülmedim. Kuşlarımın pençelerine üzüldüm. Öyle bir adamın yanaklarında acımış olmalı mutlaka pençeleri diye düşündüm içimden.
Bütün kuşlar dalından havalandı. Bastonumu aldım, kuşların peşine takıldım. Yolculuk çok uzun sürdü. Üstünden kaç kış geldi geçti, kaç bahar bilmiyorum. Bildiğim yükseklerden gelen leylek sesleri. Ben leylekleri çok severim bilir misin evlât. Üstüne uzak diyarların kokusu siner. Peşlerine takılırım. Yolda yaralananı olur, yarasını sararım. Yavrulayanı olur, yavrusuna bakarım. Beraber aç kalırız, beraber doyarız… Göçerler, el sallarım.
Bir gün bir de baktım ki leyleklerin beni getirdikleri yer, Yeşil Kayalar.
-Yeşil Kayalıklar olduğunu nereden biliyorsun Tete? Belki de başka yerdir.
-Sen benimle nerede karşılaştın?
-Yeşil Kayalarda!. Peki, ya renkler Tete. Benim takıldığım asıl soru da bu… Renkleri nasıl biliyorsun?
-severek evlât. Sen hiç gözlerinle yeşile baktın mı? Ya da maviye, içine çektin mi kokusunu bir kırmızı gülün? O zaman neyin ne renk olduğu kendi kendini belli eder. Senin gözlerini açıp, yorulmana gerek yok…Şu üstüne bastığımız Yeşil Kayalar yok mu evlât. Ben hatırladığım yeşili ilk ve son defa işte burada gördüm.
Oysa bu kadar sene bastonuma arkasında yollara düşüp yeşil kayaların ardındaki sevdiğimi bir kez görebilmenin hayaliyle bu yaşıma kadar yaşadım. Göçmen kuşlar benimle beraber diyar, diyar gezdiler. En yaşlı kuşlar dağların ayazına dayanamadılar.
Uçup gittiler…
Gitmelerine darılmadım da, onların seslerini bir daha duyamayacağımı bilmek var ya… İşte en çok ona darıldım.
Sen, bir şeyi çok istemeyi düşündün mü hiç? Yani “Göğün ucundan toprağa kadar” aklından başka hiçbir şey düşünmeden. İşte ben öyle çok istemiştim ki sevdiğimi bir kez görebilmeyi. Ama eksik istemiş olacağım ki… Kendisine sadece bir kez görmek istediğimi söyleyebilmişim. Ve sadece bir kez görebildim.
Güneşle beraber uyandım yıllar sonra bir sabah.
Her yanım yeşildi. Kuşlar uçuyordu gökyüzünde. Yanımda uzanmış yatıyordu, yeşilliklerin üstünde. Gülümseyen gözlerle bana bakıyordu. İkimizde birbirimizi görüyorduk. Sonra aniden kapandı gözlerim. Sahi evlât, sen hiç yeşile sarılıp öptün mü?
-Hiç aklıma gelmedi. Çünkü biliyorum ya nasılsa, ne zaman istesem yeşil hep yanımda!...
Davi/ öyküsatıcısı Kasım 2014
YORUMLAR
. Öyle bir adamın yanaklarında acımış olmalı mutlaka pençeleri diye düşündüm içimden.
dedimya bu gün muhteşemsin....sadece sustum hemde çivilenerek.........saygılarımla
Davidoff
Teşekkür ederim Değerli Komutanım.
Sizlerin beğenileri, en güzel kurdelelerdir inanın.
Saygımla efendim.
gönül gözü böyle bir şey olsa gerek..görmek gerekmez bazı şeyleri anlamak için..tebrik ederim anlamlı yazın için
Davidoff
"Gönül gözü."
Ne güzel bir imzaydı.
Teşekkür ederim Ayşe Müjgan, kısa ama çok şey anlatan yorumun için.
Sevgilerimle.
Çok beğendim, duygu yüklü çok güzeldi, günün yazısı olmayı hak etmiş, güzeldi işte, sevdim... beni çok uzak diyarlara götürdü, teşekkürler...
Sen, bir şeyi çok istemeyi düşündün mü hiç? Yani “Göğün ucundan toprağa kadar” aklından başka hiçbir şey düşünmeden. İşte ben öyle çok istemiştim ki sevdiğimi bir kez görebilmeyi. Ama eksik istemiş olacağım ki… Kendisine sadece bir kez görmek istediğimi söyleyebilmişim. Ve sadece bir kez görebildim.
:( eksik dua etmemek lazım demek ki...
Bakmak var, bir de görmek. Yüce yaradan sanırım kuluna eksik duyuyu verirken, ona yardım olarak yürekle bakmayı da nasip ediyor. Bunlar bizlerin çözemediği olağanüstü duyular. Sevgili dostum yazın yine sorgulayıcı, düşündürücü ve çok anlamlıydı. Yürekten tebrik ediyorum. Sevgilerimle.
Bir kör nasıl mı görür renkleri? Hani dolmuşta otobüste yanınızda oturan kimseler, sigara aldığınız büfe çalışanı, çöpleri toplayan temizlik görevlisi bilir saç renginizi. Üzerinizdeki bluzun rengini de bilir. Dudaklarınızın yüzünüzün rengini de bilir hepsi. Eğer gösterişli bir görüntüden kaçınmıyorsanız, dahasını da bilir onlar. Oysa bilinmezdir içiniz. Saçlarınıza dokunduğunuz sabah vakitleri, aynada gördüğünüz yüz, attığınız adımlar bilinmezdir. İşte gözleriyle renklere bakanlar, herkes gibi alelade şeyler görürler. Renkleri içleriyle görenler ise onlara gerçekten bakanlardır. Nereden mi biliyorum? Çünkü ben renklere içimle bakıyorum. Çünkü sahiden de bir körüm ben. Renkleri rengârenkleştirenlerdenim yani. Hoştu yazı. Tebrikle.
Davidoff
Fırat Bey, hangimiz kör değiliz ki?
Bir yaşlıya otobüste yer vermeyen, yolda giden elleri dolu birine yardım etmeyen, bir markette kendi çocuğuna çikolata alırken fakir olduğu halinden belli olan başka bir çocuğa da almayan hangi vatandaş kör değildir ki?
Yazacak çok şey var da. Susmak yazmaktan daha iyi bir yazardır.
Teşekkür ederim.
Gözlerimin kıymetini anladığımda tanışabildim renklerle, renklerin kıymetini anlayamayacak kadar yaşlanmışken...Oysa ne güzel olurdu rengarenk bir dünyanın içinden gelerek yaşlanmak! Fırsatımız olmadı, ard arda yaşattıkları savaşların kızılı hala kızıldı. Huzurun rengi ise yeşildi, yeşli kayalıkların orada gizli... Fırsatımız olmadı, dikemedik beton topraklara bir fidan... Sevgili Davidoff, öyküsatıcısı ve sen hep varolun...SAYGIYLA
Davidoff
Varlıkların, var oluş "suçları" yüzünden,
bakmaya üşenen gören gözlere sahip olmak mı,
yoksa?
kör olup, kokladığı tarçının renginden tarçının ne renk olduğunu,
bir yeşile basarken önce kendi yüreğinin sızladığını fark eden
sonra öpüp koklayıp sarılan eğri büğrü bastonla gezen bir adama,
-yeşilin yeşil olduğunu nereden anlarsın diye sorarken gözünü dört
değil, on dört gözle açsa anlayamacağını bilen gören birine,
BOŞ VAKTİNDE GEL, O ZAMAN DETAYLI KONUŞALIM. Desek mi acaba diye düşünüyor aslında Tete.
Teşekkürler Kemnur.