- 2184 Okunma
- 15 Yorum
- 3 Beğeni
Yaş 96...Gözü Yaşlı Bir Koca Çınar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hasretle, hararetle memleketi yudumladığımız bir Cuma sabahı. Zaman gemisi, çoktan demirini almış kuşluk serinlerinden, günün enginlerine yelken açmış bilmem kaç milyon yıl önce çizilen rotası istikametinde.Hazan mevsiminin mahzun ayı Ekim’in, alışageldiğimiz hüzünlü,puslu, yağmurlu atmosferinden oldukça uzak, bol güneşli, sıcacık, kıpır kıpır, yazdan kalma nefis bir gününü yudumlamaktayız.
Yüce Yaratıcının, yeşilin bin bir çeşidi ve beyaz köpüklerle taçlandırılmış enfes bir lacivertin öpüştüğü müstesna bir koordinata yerleştirdiği bu güzel ilçenin nadiren ağaçlandırılmış dar sokaklarının birinden, insan ve şehir manzaralarının cazibesine kapılmış, yerdeki bir küçük çakıl taşından,serseri uçuşlarla millete uğur boncuğu dağıtmakta olan isal martılara kadar her objeyi en ince detayına kadar irdeleyerek, hatta ve hatta hatıraların huzur veren süzgecinden de geçirerek ilerlemekteyim.
Sağ yanımdaki lüks lokantanın, tavandan tabana uzanan kocaman ve gösterişli pencerelerinin hemen arkasına ,son derece modern bir iç mimari estetiği ile yerleştirilmiş geniş maslara kurulmuş, şık ve temiz giyimli garsonların maharetle sundukları meşhur Akçaabat köftesini ve piyazını,muhtemelen hemen yakındaki fırından kısa bir zaman önce tedarik edilmiş sıcacık Trabzon ekmeğinin nezaretinde mideye indirme çabasındaki karnı ve gözü aç, cebi tok insanların, pişkin, sevimsiz, saygısız hareketlerini süzüyorum göz ucu ile.
Lokantanın giriş kısmına yerleştirilmiş olan kömür ızgarasında cızırdayarak pişmekte olan, yarım yağlı dana eti, bayat ekmek, tuz ve sarımsaktan müteşekkil yöreye özel köfteden yayılan hoş koku, mideleri sadece kurbandan kurbana doğru dürüst et ile tanışan fukara insanların, ilkin burunlarından beyinlerine,sonra da her zaman yarı aç olan midelerine doğru olanca cazibesi ve albenisi ile akıp gitmekte. Tüm bu hazin manzarayı, hayatın acımasız realitesinden bihaber, sadece işkembesini doyurma derdine düşmüş bencil insanların, sınırsız ve şuursuzca tıkınışları tamamlamakta.
Sol yanımda, usuldan usula yaprak dökmeye başlayan genç çınar ağaçlarının, sokağı boydan boya sarıp sarmalayan ve Arnavut kaldırımı parke taşları arasından hoyratça boy vermiş çimler ile oyuna tutuşan gölgeleri arkasında, standart aksesuarları olan arabası, küreği ve süpürgesi ile bir tanıdık yüz... Kasabamızın önemli şahsiyetlerinden biri, Çöpçü Asım... Yaşı, her halde 65-70’i çoktan devirmiştir. Çocukluğumun, gençliğimin Çöpçü Asım’ı kadar dinç, çalışkan ve sinirli hala. Giysileri, delikanlılık çağından bu günlere kadar uzanan hoş bir tertip-düzen içinde, yine ter temiz,yine kılıç keskinliğinde ütülü. Kim bilir, kaç bininci kez süpürmektedir o kaldırım ile yolun birleştiği köşeyi? Kaç bininci kez savuruyordur sigara izmaritlerini yerlere atan sorumsuz insanlar arkasından o meşhur küfrünü ?
Tüm riskleri göze alıyor, yorgun bakışlarını yakaladığım bir zaman aralığında, hafif bir tebessümle süslediğim ve gençliğimin güzel günlerinin hasreti ile şekillendirdiğim mimiklerim eşliğinde başımı öne eğiyorum; usulca, saygıyla selam veriyorum. Benim bu samimi hareketim karşısında süpürme işine az ara veriyor; artık iyice yassılaşmış,dudaklarının sağ alt tarafına zamkla yapıştırılmış gibi asılı duran ve bir kaç soluk sonrasında Asım’ı zehirleme görevini tamamlayacak olan sarma sigarasını, usta bir dil manevrası ile sol tarafa geçirirken, sert ve şüpheli bakışlarla baştan aşağıya süzüyor beni. Ben,’Tamam, okkalı, gün görmemiş bir küfür geliyor şimdi’ diye düşünürken; o, hiç bir şey olmamış gibi başını önüne eğiyor; bordür taşları dibine çöreklenmiş izmarit ordusuna çeviriyor yine bakışlarını; savaş meydanında hünerini sergileyen bir usta silahşör edası ile süpürgesine sarılıyor, kendi dünyasının gizemli atmosferinde öylesine kaybolup gidiyor.
Sonbaharın bu istisnai gününde, her şey inanılmaz güzel. Doğu ufuklarındaki yüksek dağların tepeleriyle sabahın erken saatlerinde vedalaşan ve göğün doruk noktasına doğru hatırı sayılır bir yol kat eden güneş, tek bir bulut kümeciğinin bile gözükmediği gökyüzünün derin maviliğinden, rutubetin tatlı tatlı okşadığı pembemsi tenlere hoş bir sıcaklık öpücüğü sunmakta; bunun nihayeti olarak da, hayatın derin izlerinin hoyratça cirit attığı alınlar,pek alışık olmadıkları bir ter sağanağının şaşkınlığını yaşamakta.
Dudaklarımda, hoş bir heyecanın sevimli tebessümleri gezinmekte. Ellerim ceplerimde, sallana silkene dönüyorum köşesini hükümet konağının. Eskilerde, bu noktada bir küçük bronz çeşme vardı. Leziz ve soğuk suyu ile, yanı başındaki seyyar balıkçıların, yolun karşı tarafına konuşlanan manavların, köylere yolcu taşıyan kamyonet sürücülerinin ve müşterilerinin, fırının, bakkalın, helvacının, velhasıl tüm kasaba halkının hararetini giderir, su ihtiyacına cevap verirdi. Sağa sola koşuşturmaktan bitap düşmüş, ter su içinde kalmış biz haylaz çocukların da...Şimdi, yerinde sevimsiz, siyah renkli kocaman bir baba dikili. Araçların park etmelerine engel olmak gayesi ile arz-ı endam etmekte orada herhalde.30-40 yıl sonra, hatıralarını kaleme alma çabasındaki bir yaşlı yazar, çocukluğunun güzelliklerine hayat vermeye çalışırken, bu köşe ile ilgili nasıl bir cümle kurmak zorunda kalacak, gerçekten merak ediyorum şu anda?
İlçenin, sessiz, sakin, gösterişsiz günlerinden kalma birkaç binadan biri olan hükümet konağının ana girişini oluşturan ve beş-altı basamaktan oluşan geniş merdiveninin hemen bitişiğindeki bir banka ilişiyorum. Eskiden bu mekanda, koca koca çınar ağaçları vardı ve insanlar onların gölgelerinde otururken, dalları arasında cıvıl cıvıl ötüşen serçelerin doyumsuz müziğine de kulak verir; hem kendini, hem de ruhunu dinlendirirdi. Nedendir bilemiyorum; birileri çıkıp kesivermiş o güzelim tarihi ağaçları. Yerlerine ise, muhtemelen ithal menşeli olan enteresan fidanlar dikmişler.Modern bir görünüşe bürünmüş çevre ama,benim gönlümde yeşerttiğim güzelliğini çoktan yitirmiş, hem kel, hem de çıplak bir sevimsizliğin itici realitesinin esaretine düşmüş.
Tapu dairesinde bir emlak işim var. Konu ile yakından ilgili bir dostumla, problemi çözüme kavuşturmak için randevulaştığım bu noktaya, her zaman olduğu gibi yine zamanından erken gelmişim. Birazcık ayak sürüme gerek. Olsun... Benim gibi, beşeri hayatı gözlemleme konusunda takıntısı olan bir insan için bulunmaz bir fırsat bu. Değişik bir karışım kullanılarak, oldukça estetik bir formda dökülen beton bankın oturulacak kısmı, yörede çokça yetişen sarı çamdan mamul ve gerçekten mükemmel verniklenmiş bir ahşap dekorasyonla tamamlanmış durumda. Yerimi yadırgamıyor, bir iki küçük kalça manevrası ile kendimi iyice stabil hale getiriyorum.
Bankın diğer ucunda oldukça yaşlı bir adam...Uzun boylu, zayıf, oldukça dinç gözüken bir ihtiyar delikanlı.Sekiz köşe kasketi, uzun burnu, çıkık elmacık kemikleri, çok kısa kesilmiş ve iyice tenhalaşmış ak saçları, hafifçe kendini gösteren kamburu, uzun ve kemikli parmakları ile tipik yöre insanlarının hayatın finaline yürüyen bir müstesna modeli. Yönü, bulunduğum istikamete dönük vaziyette, bacak bacak üzerine atmış, iyice öne eğilmiş, ceketinin altına giydiği eski yeleğin sol iç kısmındaki bir şeylerle hararetle meşgul olmakta. Oradaki bir kir, ya da sökük dikkatini çekmiş, duruma da canını oldukça sıkmış olmalı. Kendi kendine de bir şeyler mırıldanmakta usuldan. Öyle dalmış gitmiş ki elbisesi ile tutuştuğu güreşe, yanına oturduğumu fark etmedi bile.
-’Selamün Aleyküm dede!...’diyorum yüksek sesle.
-’Aleyküm selam uşağum.’ diye karşılık veriyor biraz irkilerek.
Hem selamı alıyor, hem de bana biraz yer açabilmek için bacaklarını indiriyordu ki; tam o esnada sağ paçama değiveriyor ayakkabısı. Kendinden beklenmeyecek bir çeviklik ile ileri atılıyor, ayakkabısının değdiği yer temizleme çabasına giriyor. Ayağımı çekiyor, yavaşça elini itiyorum.
-Bırak dede! Ayakkabının paçama o kadarcık değmesi ile ne olur ki? Zaten bir şeyler olmadı, kirlenmedi bile.
-Ula,gusura bakma uşağum. Gözlerum da çok eyi görmeyi artuk, ondandur habu aksiluklarum.
Yöreye has, yumuşacık ve oldukça samimi şivesi, müthiş bir muhabbet hevesi uyandırıyor bende, fırsatı kaçırmıyor, biraz daha sokuluyorum ihtiyara.
-Hayrola? Nesi ver gözlerinin? Yaşlılıktan mı, yoksa başka hastalığın mı var?
-Sorma uşağum. İki denesi habu gözlerumden, tam dokuz dene ameliyat geçirdum. Her tarafum yamali bohça gibidur benum. Habu galbum var ya, o da omruni tüketti. Gendi başina çalişamay, pillan çalişabiliy artuk. Yani, yanlişluklan pil bitsa var ya, otomatikman imamın takasinda yer ayirtiyrım kendıma.
-Ooo!... Valla, bana sorarsan oldukça dinç gözüküyorsun sen bunca operasyona rağmen.
-Ne dinci uşağum? Bizim taka su almaya başlayali var ya, epeycene bir sene oldi. Ama, batıramadi işte bi türli dibi deluk dünya habu ander da gaybana gemiyi. Karadeniz’e duşmiş ceviz gabuğu gibi çok yalpa yapayrim ama, dalgalara garişup, yaliya vurmadum daha. Laf aramızda, o gün da çok uzakda değildir gibi geliy baa!
-Allah, gecinden versin. Kaç yaşındasın dede?
-Ne bileyim uşağum? Aklumda senesi mi galdi? Daha doğrisi, bende akıl mi galdi? Bak, habu macurluk vardi ya?
-Evet.
-Hah, işte o macurlukta bizimkiler, Samsun’a gadar gitmişler Urus gavurundab gaçıp. Sonra da, gavur çekildi demişler, onlar da geriye dönmiş, köylerine, evlerine gelmişler yeniden. İşte, o zaman doğurmiş anam beni.
-Hımm!... Ruslar, 1918 Şubat ayında buradan çekildiklerine göre, kaba bir hesapla, 1918 yılının ilkbaharı, ya da yaz mevsiminde doğmuş olmalısın. Demek ki, 96 yaşındasın.
-Bak gördun mi? Okumiş adamın hali başka oliy. Hemen hesapladun yaşimi. Doğridur hesabun. Doksani çoktan devirdum.
-Valla ne yalan söyleyeyim, hiç de doksan altı yaşında gözükmüyorsun. Maaşallah çakı gibisin be dede.
Hoş bir kahkaha savuruyor ve eğilip bir kaç küçük şaplak atıyor dizime.
-Yok uşağum, yok. Vaziyet hiç da görunduği gibi deyildur. Sıkıntiyi, gatlanana sormali.
-Kimi kimsen yok mu senin? Nerede, nasıl yaşıyorsun?
-Olmaz mi? Vardur tabi ki. Tam dört dene uşağım var ama, hiç birinden hayır yoktur habu gocamana. Gelmezler, sormazlar, aramazlar. Haburada bi gariban bubamız var idi; acaba ne ediy, nasil yaşayi, ne yiyi, ne içiyi diye sormazlar. Galbımdan ameliyet oldum, birak ziyaret etmeyi, hiç biri geçmil olsun bile demedi. Bi gelirum olsaydi ayrılmazdiler yanımdan. Fakirluğun gözi çiksun.
-Kötü bir durum. Hiç bir gelirin, emekli maaşın flan yok mu senin?
-Yoktur uşağum. Ben daha on yaşinda iken, bubam guma geturmiş anamın ustune. Onun gışgırtmalari soninda da,okuldan alıp, çoban vermiş beni bubam sürü sahiplerinin yanina. Anam, garibanın biri, sesini çıkaramamış, daş basmiş yüreğine, sabretmiş. Bu kahır ve eziyet altinda, çok zaman yaşiyamadi zaten. Az bir zaman sonra da ölüp gitti kahrindan. Gelip, bubamdur, analuğumdur demiyecek, hepsinin a... goyacadum ama, bi Haci emmi vardi, o engel oldi bağa. ’Yapma uşağum, elini kana bulama. Allah, verur onların cezasını’ dedi. Geberdi gittiler onlar da, cenazelerine bile gitmedum.
-Peki, sonra ne oldu? Başka kimsen yok muydu?
-Bir uvey gız gardaşım var. O da aklini gaçirdi, ihtiyarlar evinde yaşayi. Bakani, gollayani, yardim edeni yok benim gibi.
-Sen, nasıl yaşadın, nasıl geçindin?
-Habu Gutoz köyündenim ben. Bilir mısın Gutoz’i?
-Bilirim. Rumca adıdır o. Yeni adı Korucu.
-Hah işte orasi. Biraz tarla, bir ufak da ev galdi bubamdan bağa. Evlendum, uşağum beşuğum oldi. Rençberluk yaptuk, tütün yetiştirduk, yaşaduk gittik işte yaşayabilduğumuz gadari ile. İki dene kari eskittum. Allah rahmet etsun, ikisi da eyiydiler. Dört dene da uşağum oldi.
-Sonra?
-Sonrasi rezulluk uşağum. Tütün bitti, biz da onunla beraber bittuk. Uşaklar aldi başini gittiler, ben da yalnız kaldum.
-Köyde mi yaşıyorsun şimdi?
-Yok uşağum. Gözlerim görmiyi, bi gelirim da yok. Köydeki ev da yıkıldi zaten. Tavani çokti, naylon attım ustune eşyalarım islanmasın diye. Eşya deduğum da, bir yatak, bir yorgan ha. Arada bir, göturen olursa, gidip galiyrim orada bir-iki akşam.
-Nerede yaşıyorsun peki? Kirada mı oturuyorsun?
-Habu arka sokakta bi yerde. Bir göz oda. Sağ olsun, para almayi benden sahibi. Oracukta yaşayıp gidiyrum işte.
-Nasıl geçiniyorsun, ne yiyip-içiyorsun peki?
-Uşağum, bulabilduğum gadar yeyrum. Goli gomşi yardim ediyi, yiyecek veriyi işte. Aç galduğum zamanlar da az olmayi hani. Ne edelum? Mukadderat budur. Gaderımızde ne var ise, onu yaşamak zorindayuk.
-Zor bir hayat bu dede. Bir çare bulmak gerek. Bir yerlere baş vursaydın.
-Ne bileyim uşağum? Anlamayrım hau deduğun işlerden. Laf aramuzda, el açıp para istemeye de utaniyrum. Dört dene uşağı var, adam aç galdi da dileniyi diyecekler diye gururuma dokuniyi. Taniyanlar arada bir üç beş guruş veriyiler, boğazımdan bir sıcak çorba geçiyi.
O an, bir şeylerin boğazıma düğümlendiği an oluyor. Söz, susmalara düşürdü yolunu, başım önüme, hayatın bu zalim realitesine isyankar küçük bir damla da ayak uçlarıma düşüveriyor. Bu ak saçlı, ak sakallı, uzun boylu, yüreği yanık ihtiyarın, gözlerimden kopup gelen sağnakları görmemesi için, caddeyi boydan boya dolduran kalabalığa çeviriyorum başımı. Derin ve yorgun düşüncelerle boğuşuyor aklım bir süre, öylece dalıp gidiyorum hayatın merhametsizliğine.
Sevimsiz melodisi ile telefonum çalıyor o anda. İsteksizce cebime uzanıyor, karşılık veriyorum. Arayan, emlakçı arkadaşım. ’Acele tapuya gel. Her şeyi hallettim, sadece imza atman gerekli’ diyor. Mecburen ayrılıyorum, ufacık bir zaman aralığında hayatının acı realitesini paylaştığım ihtiyarın yanından. Gitmeden önce de, bir miktar parayı ceketinin cebine sıkıştırıveriyorum.
-Bu günkü çorba paran da benden olsun dede. Kal sağlıcakla.
Başını kaldırıp, o ana kadar dikkatimi çekmeyen deniz mavisi gözlerini bakışlarıma kilitliyor. Hayatın tüm acılarını, sıkıntılarını, yorgunluklarını kucağında biriktirmiş ve Karedeniz ufuklarından, Karayel’in hoyrat esişlerine kapılıp gelen gri bulutlar gibiydi mahcup bakışları.
-’Sağ ol uşağum. Allah, senden razı olsun. Tuttuğuni altun etsun.’ iyor alçak bir ses tonu ile.
Tapu dairesinde işimizi bitirip çıktığımızda, gözüm ihtiyarı arıyor yine. Sohbet ettiğimiz bankta başka insanlar sohbette şimdi. Öyle dikilip bakıyorum oturduğu yere bir süre. Yüreğimde ince bir sızı, bakışlarımda hayat realitesinin üşüten gölgeleri gezinmekte. ’Bir köşede, sıcacık bir çorba ile hem midesini, hem de hayatını ısıtıyordur’ diye düşünüyorum. Çocukluğumun ve gençliğimin ölümsüz anıları ile dop dolu sokakların sıkışık kalabalığında kaybolup gidiyorum.
Bir tutam hayat-16.10.2014-Trabzon
YORUMLAR
Böyle yoksul insanlardan galiba çok var.,
Bugün böylesi bir kadınla karşılaştım,
Yıllar önceden tanıyorum.O zaman genç sayılırdı,
Uzatmadan öykünün sononu söyleyeyim, şimdi tanıdıklardan ekmekparası diye para istiyor,
onu görünce haline üzülüyorum. Bugün çöpe döndüğünü gördüm..
Güzel bir anlatımdı,
tebrikler,
selâmlar..
Bir tutam hayat
gerçek manada, görerek gözlemlemek acı veriyor genellikle insana.
Siz,
hayatı gerçekten görmeyi başarabilen ve Tanrı vergisi bir beceri ile kaleme alabilen bir insansınız.
Güzel bir beceri bu.
Hüzünleriniz fazla oluyor ama,
bir şeyleri ölümsüzleştirebiliyor,
gelecek nesillere ders almaları için bir şeyler bırakabiliyorsunuz.
Boşuna dememişler,
''Baki kalan bu gök kubbede hoş bir seda imiş.''
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Değerli yazarım, eşsiz betimlemelerle her bir kare gözümüzde canlandı. Duygusallık had safhada. Kısaca dört dörtlük bir paylaşım.
Hayatın zorlukları o kadar bitimsiz ki ve akıl almayacak kadar. Yeri geldi mi hüzün yeri geldi mi mutluluk ve alabora olan yaşamlar. Ama yine de bitimsiz bir ümit ve inanç ile arşınlanan yol dedemizin o uzun ve cefalı ömründeki adımlar gibi.
Kutlarım, efendim.
Daha önce okuma fırsatı bulmuştum ve kabul buyurursanız tebriklerimi bırakmak adına ziyaretim.
Selam ve saygılarımla...
Bir tutam hayat
Her zaman iyi bir okuyucu, iyi bir yorumcu oldunuz.
Duyguları, en güzel tahlil eden, en güzel yansıtan kalemlerden birisiniz.
Çok sağ olun.
Gülüm Çamlısoy
Edebiyata gönül vermiş ve duyarlı yürekler her zaman için takdire şayan.
Yeter ki güzelliklerde buluşsun yolumuz.
Kaleminizi ve yüreğinizi saygıyla selamlıyorum.
en derin saygılarımla...
Bu ortamda bulunmak benim için bir şereftir.
Tüm dostlara selam olsun...
Bütün meselelerin,konuların başında insan,sonunda da yine insan varsa,mesela her zaman büyüktür.
Her güne imzasını atan güneş,Tanrı'nın buyruğunu,insanın dünyasını,karanlıktan kurtarmak için gerçekleştirir.Dünyaya inen insan kurduğu dünyasında,kendini ve diğer bütün insanları, kendi içinde bir yerlere yerleştirir. Bu durum, kendi içindeki kavgasıyla sürekli yer değiştirir. Aklın ve vicdanın ayrı ayrı ele geçirdiği insan,zaman içinde nice savaşlar geçirir. Nicelerinde yenilir. Zafer çığlıklarında ise kendinden başka hiç kimseyi görmez.İnsanoğlunu yalnızlaştıran bu duygu,yaş ilerledikçe onu önce çevresinden uzaklaşır,sonra aklından ve baş başa kaldığı vicdanı ile hayatını sonlandırır.
Geçmiş ile şimdinin arasında kalan insan,hatıralarını kendinden başka hiç kimseye yazmaz. O hatırlarda bütün özel duyguları,ve içinde yer verdiği,sevdiği herkesin olması,o anların aklında her zaman,zamana direnen an'ların bir film gibi kalmasına olanak sağlar. Hatıralara yapılan ziyaret esnasında,o sahneye dahil olan insan ise sizin o anki vicdanınızın sadece bir göz yaşı...Önce kendinize ağlarsınız, sonra onun geçmişine.
Evet,geçmiş ile şimdinin arasındaki hatıralarınıza eşlik ederken,hatıranıza dahil ettiğiniz bir asırlık hikaye,bir anda bitti. Zaman,olay ve mekan tanımadan görevini sürdürüyor.Sizde bize bu güzel cümleleri kurarak,her cümlenizde misafir ediyorsunuz.
Güzel,sürükleyici,lakin çok fazla betimleme, asıl vermek istenilen mesajı zayıflatır.
Saygılar,sevgiler
Bir tutam hayat
Yorumlarınız dahi,
yazılarınız kadar enteresan,
yazılarınız kadar okunası.
İlgi ile takip ediyoruz,
irdeliyoruz,
yudumluyoruz.
Hayatın içinde gizlenmiş anları,
becerebildiğimizce yakalama ve kaleme alma çabasındayız.
Aslında,
çok şeyler akıp geçiyor yaşantımızın her anından,
çok hikayeler gelip geçiyor günümüz aydınlığından, gecemizin koş karanlığından ama,
onları yakalamayı, önce yüreğimizde, sonra da aklımızda pişirmeyi,
olayın nihayetinde de kalemimizle kotarmayı pek beceremiyoruz.
Hikayelerin, kısacık ve yormayacak bir profilde sunulması gerektiğinin farkındayız.
Hatta ve hatta,
kontrol altında tutmakta çokça zorluk çektiğimiz bu uzun cümlelerin de,
hikayelere pek yakışmadığının farkındayız.
Ama,
elden de bir şey gelmiyor hani.
Susadığınızda, suyu hararetiniz geçene değin içmek istersiniz ya,
tam öyle bir durum işte bizimkisi.
İçinizde biriktirdiğinizin deşarj olması gerekiyor noktayı yakalayabilmek için.
Biz, bu konuda biraz fakir kaldık.
Nokta ile pek aramız yok, noktalı virgül ile ise, köşe kapmaca
oynuyoruz.
Tavsiyenizi dikkate alacağız efendim.
Uyarınıza çok teşekkür ediyoruz.
Güzel yorumunuza da.
Bir tutam hayat
Yine kısacık,
yine çok anlamlı idi yorumunuz.
Sağ olun.
Yerini, ziyadesiyle hak etmiş yazıları okumanın keyfi de bir başka.
Ne güzel yazıyor kaleminiz.
Sevgiler,
Bir tutam hayat
Sizler de,
zevkle, ilgi ile okuduğumuz yazarlarsınız.
Sağ olun.
Nereden başlasam şimdi bilemedim.
Öyle dalıp gitmişim baktım sonra sona gelmişim.
İki sene oldu 90 yaşında kaybettim dedemi ben.
Anlattığınız koca çınarı okurken canlandı birden, karşıma geçti.
O tatlı gülümsemesiyle cep saatini çıkardı, sonra sarı Trabzon kurabiyeleri peçeteye sarılmış.
Gözlerimi kapattım.
Aylar önce yaptığım Trabzon yolculuğunda senelerce görmemiş olsam da senelerce yaşıyormuşum hissi veren deniz kokusu,
Pelitli sokaklarının dar yokuşlarından geçerken karadeniz uşaklarının koşuşları,
Çaykara'nın Sultan Murat yaylasın yeşili,
Gözlerimi kapattım.
Garip bir hüzün çöktü içime.
Mavi gözlü çınarın hüznü mü içimdeki,
bilmiyorum.
Bu arada Korucu köyü'nün Rumcada Gutoz olduğunu bilmiyordum.
Sözde iyi rumca bilirim :))
Yüreğinize, karadeniz kokan cümlelerinize sağlık efendim.
Ne güzel geldiniz.
Cümleler aktı gitti, gerçekti çünkü karadeniz öykülerinde kurgu yoktur.
Hepsi bizdendi,
öyle tanıdık ki.
Saygım ve sevgimle memleketimin güzel yüreği.
Sihirli Kalem tarafından 10/16/2014 11:03:21 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
ne çok şey var kaleme alınacak çevremizde.
Ne çok hikaye kahramanı var resmedilmesi gereken.
Ne çok mahzun hikayeler gizli dört bir yanımızda.
Onları fark edebilmek,
onları hissedebilmek,
onlara dokunabilmek,
onları dinleyebilmek ve anlatabilmek gerekli.
Bence,
eli her kalem tutan vatan evladının görevidir bu.
En azından,
hayatın gerçeklerini bir bukle paylaşmış oluruz.
İnsanımızı,
insanımızın çektiği sıkıntıları,
hayat mücadelesindeki zorluklarını idrak eder,
farkında olmayanları da fark eder duruma getiririz belki.
Artık,
Azerbaycan'da değilim.
Bir aksilik olmaz ise,
bundan sonraki ömrümü memleketimde, insanlarım arasında geçirmeyi planlamaktayım.
Bu da,
gelecek günlerde bu satırlarda, çokça hatıralarınızın serin gölgelerinde uyuyan insan manzaralarının benzerleri ile karşılaşacağınız anlamına geliyor.
Ninelerimiz, amcalarımız, kardeşlerimiz var sırada.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Bir bukle memleket kokusu iletebilmişsek burnunuza,
bir bukle memleket heyecanı düşürebilmiş isek gönlünüze,
ne mutlu bize.
Sağ olun efendim.
Yazarın, birbiri ardına sıraladığı kelimelerin hiç bitmeyecekmiş gibi görülen uzun roman cümlelerinde, o inanılmaz uyumlu, sürekli yükselen temposuyla amacının sadece aktarmak olmadığını, anlatımı bir sanat yapıtına dönüştürmek isteyen emeğini farkedince, "hoş geldin bizim dergaha" diyorum.
Hocam anlatımınız niteliksel olarak değişmiş! Ama çok iyi de etmişsiniz. Zira kim demişse -öykülerde roman cümleleri kullanılmaz- diye, bu öyküyü okusaydı eğer, dört kıbleye tövbe derdi, billahi.
Konusu, bence bunun artık pek bir önemi kalmadı ki, bu anlatımla kotarılmayacak ne bir olay ne de bir durum kalmıştır artık.
Bravo...
Bir tutam hayat
yorumlarınızı ilgi ile okuyorum.
Sonra da,
dönüp yazıya bakıyorum bir daha.
Cümlelerin gerçekten uzun olduğunu, o zaman fark ediyorum işte.
Çok yanlışlıklar yaptığımın farkındayım aslında bu uzun cümle sağanaklarında ama,
insanın yüreğindeki boşalmadıkça, noktayı yerleştiremiyor işte bir yerlere.
Hatalarımız için tekrar özür diliyoruz sizlerden.
Azerbaycan'dan, dolayısı ile yalnız hayattan ayrıldım artık.
Sanırım bundan sonraki zamanlarda,
deftere daha sık uğrayamayacağım.
Ama,
sizlerden ayrılmak mümkün değildir.
Hep takipçisi olacağız sergilediğiniz güzelliklerin.
Çok sağ olun efendim.
Dede içimizden biri ama isyan etmeyen başkaları gibi hükümet bize bakmıyor diyenlerden değil en azından,tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Kendimiz yani.
Çevremiz, hayatımız, yaşantımız.
Aslında,
kendimizi kaleme alıyoruz her zaman ama,
bazen fark edemiyoruz işte.
Kendimizi yazdığımızı bile.
Hükümet meselesine gelince,
o, işin kolaya kaçma şekli oluyor.
Önce kendinde aramalı insan problemi.
Başkalarına mok atmak kolay her zaman.
Ziyaretinize teşekkür ediyorum.
Her zaman yanı başımızda, destekçimizsiniz.
Sağ olun.
Bir tutam hayat
Ne çok insanlar var çevremizde muhtaç durumda olan ve fark edemediğimiz.
Ne demeli?
Biraz daha görmeye çalışmalı baktıklarımızı.
Ziyaretinize çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun.
Haşimdi habu yazi okunacak vakıt mi idi gadaşim... yüreğıme dokundi... marestettın beni... aha gidiyrım...
Beki bidaha gelır gene okurum... söz vermiyim.
Sağlıcakla galasın... Allah'a simarladuk...
kadiryeter Kadir Yeter.
16 EKİM 2014 Kavakmeydan'ın yol gıyısindan...
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=134682
Bir tutam hayat -1
Bir tutam hayat
Buraya düşen tek bir cümlen bile, tebessüm etmemize yetiyor.
Tuhaf insanız bizler gerçekten.
Hüzünlerde bile tebessüm etmeyi becerebiliyoruz.
Önemli bir meziyet.
Teşekkür ederim ziyaretine.
kadiryeter
Yazınızı bi' daha okudum... Korucu Köyü: Akçaabat'ın Adacık Beldesi'nin bir köyü olduğunu da öğrendim... konu içinde kapalı geçti idi ilçe adı... meraklattırdınız beni.
Sağlık dileğim ve Selâmımla...
kadiryeter Kadir Yeter.
18.10.2014 Kavakmeydan Mah...
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=134682
Bir tutam hayat -2
Hoş geldin kıymetli dostum
Alışmışız sizin gezi yazılarınızın renkli anılarına fakat bu seferki derin burktu içimizi ne zor yaşamlar var şu hayatta emin olun o dedeyle aranızda geçen diyalogları okumadık adeta bizlerdik sanki dedeyle konuşan hayret bir şey ya! Böylemi anlatımı olur. kıskanayım mı? Hayranlık mı? Duyayım bilemiyorum doğrusu.
Bu arada bundan sonra sizin yazılarınızı aç karnına okumayacağım köftelerin kokusu buraya kadar geldi yazının yemeklerle ilgili bölümlerinde bu kadar detaya girmek zorunda mıydınız? Lütfen yani resmen ayıp oluyor ama:))
Konusu itibariyle dedemizin hüzünlü durumu bizleri üzse de sunum ve anlatım her zaman ki gibi çok güzeldi.
Kaleminize gönlünüze sağlık
Saygı sevgi selamlarımla.
Bir tutam hayat
hikayedeki gibi bir çok insan akıp gidiyor yanı başımızdan.
Bizler,
öyle dalmışız ki yaşama çabasının meşguliyetine,
hiç birini göremiyoruz bile.
Bu yaşlı ihtiyar, onlardan sadece biri aslında.
Eminim ki,
burada kalem sallayan tüm edebiyat dostları,
şöyle bir etrafına bakınsalar,
bu tür düzünelerce yürek burkan hikaye yayınlanır burada.
Köfte...
Borcum olsun sana dostum.
Trabzon civarlarına yolun düşerse, benden köfte ziyafetin.
Ha...
Unutmadan...
Azerbaycan'dan ayrıldım artık.
Bir aksilik olmaz ise, memlekette devam edeceğiz kalan ömrümüzü yaşamaya.
Deftere de, çok sık uğrayamayacağım sanırım artık.
Güzel yorumuna çok teşekkür ediyorum yine.
Her zamanki gibi güzeldi.
Sağ ol.
Serhat BİNGÖL
Sevgili dostum köfte ziyafeti davetinize gönül dolusu teşekkürler. günün birinde olur inşallah nasip…
Kendi ülkenizde ve memleketinizde olmanız her zaman daha iyidir tabi de Azerbaycan serüvenin son bulmasında umarım bir olumsuzluk yoktur
Bu arada yoğun yaşam ritminize saygı duyuyorum ama defterden çokta ayrı kalmayın ve ligi, alakanızı üzerimizden eksik etmeyin lütfen! Samimi söylüyorum siz olmayınca sayfada önemli bir eksiklik oluşuyor.
Olurda yolunuz Kocaeli /Karamürsel tarafına düşerse burada bir eviniz olduğunu bilmenizi isterim.
Saygı sevgi selamlarımla