- 650 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖZÜ DÜZDÜ SÖZÜ KÖZDÜ ÂŞIK GÜLHANİ’NİN
Seksenli yılların başında, ortaokulda okuyordum. Aydın’ın Nazilli ilçesinin merkezinde bulunan Hayırsevenler Camii’nde müezzin olarak görev yapan babam Hasan Hüseyin Hoca Efendi hemen her ay ilçe müftülüğüne uğrar, tabloid bir gazete ile bir dergi satın alır eve dönerdi. Her ay sabırsızlıkla beklediğim bu iki süreli yayından biri Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan Diyanet Gazetesi, diğeri de Türkiye Din Görevlileri Federasyonu tarafından çıkarılan Hakses Dergisi idi.
Başka bir alternatifin pek olmamasından mı veya içeriklerinde yer alan dinî ağırlıklı yazı ve şiirlerin çekici bulunmasından mıdır bilmem, her iki yayın organında okuduğum yazılar beni oldukça etkiler, âdeta zihin dünyamı uçsuz bucaksız seyahatlere çıkarırdı. Hele arada bir yayınlanan ve altında Gürünlü Âşık Gülhani şeklinde bir ismin yer aldığı şiirler vardı ki onları çok daha ayrı bir ruh hazzıyla okur, ardından bir müddet öylece durur, âdeta Yunus Emre’nin nefes soluduğu zamanlarda yaşıyormuşum gibi bir duyguya kapılırdım. O gönülden deyişlerin, candan beyitlerin, derunilik kokan dizelerin tesiriyle sanki yüzyıllar öncesine gider, hayalimde bir Yunus Emre’yi bir de Âşık Gülhani’yi canlandırmaya çalışırdım. Hatta bazen içime engin bir rahmet duygusunun doluştuğu olur; kendi kendime “Kim bilir, belki Gürünlü Âşık Gülhani de tıpkı Yunus Emre gibi gibi eski zamanlarda yaşamış, sırtı heybeli, gözü yaşlı bir Hak dostudur” deyip her ikisinin de ruhuna birer fatiha gönderirdim.
"GÜRÜNLÜ ÂŞIK GÜLHANİ GELDİ"
Günler geçti. Haftalar ayları, aylar yılları takip etti. Hızla akıp giden zamanın, doksanlı yılların ortalarında bana bu konuda çok ilginç bir sürprizi vardı. Sanıyorum doksan beş yılı eylülünde idi. Birkaç yıl önce çalışmaya başladığım Ankara, Mediha Eldem Sokakta bulunan Dini Yayınlar Dairesi’ndeki odamda Diyanet Aylık Dergi’nin tashih ve redaksiyon işlemlerini yapıyordum. Bir ara oda kapısının koridora açıldığı girişte sanki misafir olarak gelip giden birileri varmış gibi bir hareketlilik hissetmiştim. Ardından, birdenbire “Gürünlü Âşık Gülhani geldi” şeklinde bir ses duydum. Aniden kulağıma kaçan bu ifade beni fazlasıyla afallatmaya yetmişti. İçimden; “Gürünlü Âşık Gülhani… Öyle mi? Aman Allah’ım bu nasıl olur! Yıllar önce şiirlerini okuduğum, Yunus’u anımsatan dizeleriyle on üçüncü yüzyılda yaşadığını sandığım, hatta bazen kendimi tutamayıp ruhuna birer fatiha gönderdiğim birisi nasıl olur da şimdi bizim çalıştığımız birime gelir?” şeklinde bir yığın tuhaf fısıltılar geçmeye başlamıştı. Daha fazla dayanamadım, benliğimi âdeta kale gibi sarmalayan bir merakla hemen koridora çıktım. Koridorda bir arkadaşımızla birlikte, tanımadığım ince uzun boylu bir kişi ayaküstü sohbet ediyorlardı. Biraz sonra koridordan geçmekte olan bir başka arkadaşımızın “O! Âşık Gülhani gelmiş” diyerek o iki kişinin arasına katıldığını ve üç kişinin beraberce hoşbeş etmeye başladıklarını gördüm. Yanlarına iyice yaklaştım, beni kendisiyle tanıştırdılar. Bakıştık; karşılıklı birbirimizi şöyle bir süzdük. Sanki kalplerimiz birbirine ısınmış, gönüllerimiz kaynaşmıştı. Birbirimizi çok öncelerden, yıllar öncesinden tanıyormuşuz gibi bir yakınlıktı bu... Biraz şaşkınlığın biraz da heyecanın gönül titreten nahifliği ile hemen kendisini odaya buyur ettim.
Bir saat kadar oturduk kendisiyle odada. Birbirimizi daha yakından tanımaya çalıştık. Yıllar önce başımdan geçen ama şimdi biraz safça, biraz sofistike, biraz da fazlasıyla hamasi bulduğum o malum anı ve yaşantılarımı kendisine anlattım. Seksenli yılların başlarında şiirlerini ilgiyle okuduğumu, gıyaben kendisine büyük hayranlık duyduğumu, hatta kendisini Yunus Emre ile aynı dönemlerde yaşamış bir derviş şair sandığımı ve arada bir ruhuna da fatihalar göndermeyi ihmal etmediğimi söyledim. Bunun üzerine “vay gardaşım!” deyip bana sarılmış, ben de kendisine yarı mahcubiyet yarı sevinçle hayırlı uzun ömürler dilemiştim.
Bu ilk görüşmenin ardından dostluğumuz sürüp gitti Âşık Gülhani ile. Birkaç ayda bir Doktor Mediha Eldem Sokak’ta bulunan dinî yayınlar dairesindeki büromuza uğrar; beraber aynı odayı paylaştığım Mustafa Bektaşoğlu, Gürünlü Âşık Gülhani ve bendenizden oluşan üç kişi zaman zaman bir araya gelir; oturur, konuşur, koyu sohbetlere dalardık. Her gelişinde bana şiirleriyle ilgili birkaç sorusu veya danışısı olurdu Âşık Gülhani’nin; “Mesut’um! Şu dizede geçen iki kelimeden bunu mu veya şunu mu kullanayım, ne dersin?” şeklinde. Ben de duruma göre bazen “Âşığım! Şu kelimeyi kullansan daha iyi olur” bazen de “İstersen her ikisini de kullanma, şöyle bir kelime kullan daha iyi oturur” şeklinde apayrı bir öneride bulunurdum. O da bu önerilerin hiçbirini reddetmez, hemen not alır, kabul ederdi.
HALK OZANLARININ KİTAPLARINI ALIR OKURDUM
Asıl adı Mehmet Kargı’dır Âşık Gülhani’nin. 1940 yılında, Gürün ilçesinin Ayvalı köyünde doğmuştur. Başka bir deyişle o, âşıklar yurdunun başkenti olan Sivas topraklarının çocuğudur. Bu nedenle şiirlerinde, sazında ve sözünde daima Gürünlü Âşık Gülhani şeklinde bir mahlas kullanmayı tercih etmiştir. İlkokulu köyünde, ortaokulu Gürün’de okumuştur. Liseyi bitirmek için dışarıdan tamamlama sınavlarına girmiş fakat veremediği birkaç ders sebebiyle diploma alamamıştır. Nihayet 1967 yılında polis olarak emniyet teşkilatına girmiş, 1987’de komiser olarak emekli olmuştur.
Gülhani’nin âşıklığa başlamasında, o yıllarda çevresinde bulunan Âşık Mesleki, Kangallı Emsali ve Darendeli Âşık Ali Demir gibi halk ozanlarının büyük etkisi vardır. O, bu etkilenme ile ilgili bir anısını, 2000 yılında Sedat Balyemez tarafından hazırlanan “Gürünlü Âşık Gülhani/ Hayatı, Sanatı ve Şiirleri” başlıklı Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bitirme tezinde şöyle anlatır:
“Bende küçük yaşımdan beri şiire karşı büyük bir sevgi vardı. Hece ile şiir yazan halk ozanlarının kitaplarını alır okurdum. Nerde bir âşık görsem onun sözlerini canıgönülden dinler, ferahlamak isterdim. İçimde fırtınalar kopardı. Hani ateş düştüğü yeri yakar derler, bu ateş de benim içimi yakıyordu. Günlerden bir gün Sivas’a gittim. Gezip dolaşırken kitapçının birine uğradım. Gözüm Âşık Mesleki’nin kitabına ilişti. Aldım, o gün Âşık Mesleki’nin hayatı bana çok tesir etti. Mesleki’nin hayatını okuduktan sonra şiir zevkini alarak şiir yazmaya başladım...”
Gürünlü Âşık Gülhani, sadece başka âşıklardan etkilenmemiştir. O, başka halk ozanlarını da etkileyen bir edebî kişilik olmayı başarabilmiştir. Mesela Beyani, Hacı Pir ve Darendeli Âşık Mahsubi bunlardan birkaçıdır. Gülhani, özgün bir âşıktır. Şiirlerinin son dörtlüğünde, mutlaka kendinden söz eder. Onun birbirinden nefis dizelerinde; tema, üslup, biçim ve muhteva bakımından bazen Yunus’un, bazen de Karacaoğlan’ın etkileri görülür. Özellikle Allah sevgisi ile ilgili şiirleri, âdeta Yunus sihirli bir gizem barındırır:
“Aşkın suyu ile aşk teknesinde
Yoğurdular hamur ettiler beni
Çiğsin diye pişirdiler ateşte
Yaka yaka kömür ettiler beni.”
***
“Âlim kalemiyle âşık sözüyle
Kişi yanmalıdır kendi özüyle
Sevda yarasını sevgi beziyle
Saran sarmış sarmayanlar saracak.”
Aşağıdaki dörtlükte ise, âdeta Karacaoğlan’ın güzellemelerini çağrıştıran doğal bir üslup, pırıltılı bir beğeniyle birlikte derin bir vuruluşun dayanılmaz sızıları hissedilir:
“Turnanın kanadı, selvinin dalı
Denizin dalgası, baharın seli
Güzeller sultanı, Allah’ın kulu
Ne desem yakışır sana sevdiğim.”
Gülhani’nin şiirlerinde dertle derinlik, yalınlıkla yakıcılık, doğrulukla doğallık iç içe geçmiş gibidir sanki. Genellikle şiirlerini beş dörtlük hâlinde ve hece vezni ile kaleme alır. Tabii, okuyana çok kısa gelir bu hoş şiirler. Âdeta okuyucunun tadı damağında kalır. Deyim yerinde ise, dudakları susuzluktan çatlamış birinin içtiği bir bardak su gibidir âdeta. Suyu içenin “daha yok mu!” diyesi gelir ama nafile… Su bitmiş, şiir sona ermiştir.
ESERLERİ BİRÇOK ARAŞTIRMA VE İNCELEME YAZISINA KONU OLDU
Emniyet teşkilatından emekli olduktan sonra Ankara’da oturmayı tercih eden Âşık Gülhani, ömrünün sonuna kadar edebî çalışmalarını aralıksız sürdürmüştür. Onun bazı şiirleri, âşıklar ve sanatçılar tarafından bestelenerek okunmuştur. Beş şiir kitabı bulunan Âşık Gülhani’nin Perişan Hallerim 1973, Allah İçin 1983, Birlik Olunca 1984, Gönül Ağlayınca 1990, Ben Beni Bilince 1992 yılında yayınlanmıştır. Âşık Gülhani; hayatı boyunca birçok kültürel faaliyete ve edebî etkinliğe katılmış, âşıklık geleneği ve halk kültürü ile ilgili çalışma yapan çok sayıda derneğin öncüsü veya üyesi olmuştur. Ayrıca birçok edebî yarışmada ve âşıklar şöleninde yer almış; birincilik, ikincilik, üçüncülük ve mansiyon ödülleri kazanmıştır.
Âşık Gülhani’nin hayatı ve eserleri, birçok araştırma ve inceleme yazısına konu olmuştur. Halk edebiyatından folklor dergilerine kadar çok sayıda yayın ve yazıda şiirlerinden söz edilmiş; şairliği, kişiliği ve sanatı üzerinde yorum ve değerlendirmelerde bulunulmuştur. Onun hakkında ilk kapsamlı kitap, 1976 yılında İrfan Ünver Nasrattınoğlu tarafından kaleme alınan “Gürünlü Âşık Sefil Gülhani” adlı çalışmadır. Burada yeri gelmişken, Gülhani’nin önceleri “Âşık Sefil Gülhani” şeklinde bir mahlas kullandığını, sonra bunu bazı kimselerin istismar etmesi üzerine “Gürünlü Âşık Gülhani” şeklinde değiştirdiğini ve bunda karar kıldığını belirtelim.
Kısacası, yıllarca kendisiyle dost olma onurunu yaşadığım bir kıymetti Gürünlü Âşık Gülhani. Hatta bu onur, naçizane hakkımda bir şiir yazacak kadar dostane ve içtenlikli idi. O; sağlam duruşlu, yumuşak tabiatlı, saf ve samimi bir insandı. Boyu uzun, çehresi çileli, bakışı mazlumdu. Kişiliği güçlü, özü düz, sözü közdü. Kâh Yunus’un can şiirlerini kâh Karacaoğlan’ın derin dizelerini andıran deyişleriyle gönlündeki derdin, sazındaki sızının tercümanı olmaya çalıştı. Ve bu tercümanlık 2014 yılı Mart ayına kadar devam etti… Diğer bir deyişle, ömrü boyunca arayışını sürdürdüğü O Maşuk’un, Güzeller Güzeli’nin nihayetsiz rahmetine kavuşuncaya kadar… Ruhu şad, mekânı cennet, toprağı nur olsun…
Mesut ÖZÜNLÜ
* Bu yazı ilk defa 30/09/2014 tarihinde Dünya Bizim kültür sitesinde yayınlanmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.