- 695 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İşçi Sınıfı'nın Caretta Carettaları
Cumartesi günü, yani sanayinin ’haftalık’ların ödendiği günü, öğleye doğru kendimi alamayıp dip çayocaklarından birine gittim. Yine loş, yine bunaltıcı bir hava ama bu kez içerisi cıvıl cıvıl... En büyüğü ancak 15 yaşında olan bir sürü çocuk küçük çay ocağının içini doldurmuş.
Yanlarına oturup, bilerek ve isteyerek kulak misafiri oldum. İçlerinden en hızlıları olduğu hemencecik anlaşılan 12 yaşındaki Osé (herhalde kimlikte Osman’dı ancak arkadaşları ona öyle hitap ediyordu), "Qutté’nin kulağını kesmişler" deyince hemen müdahale etmek istedim. "Hayırdır niye Qutté’nin kulağını kesmişler, ne olmuş anlatır mısın" diye sorunca herkes gülmeye başladı. Ne olduğunu anlayamadan "ağbi Qutté köpek, köpek" dedi biri. Gülmeye devam ettiler ama bu kadar çocuğun tanıdığı bir köpeğin kulağının kesilecek kadar küçük olmadığını anlamıştım, ben gülemedim!
Muhabbet etmeye başladığımız çocuklar, az sonra haftalıkları almaya gideceklerini daha sonra da ’gezmeye gideceklerini’ söylediler(?) "Ben de sizle gelebilir miyim" dedim. Önce düşündüler, sonra birkaç soru sorup "tamam, sen bilirsin" dediler.
İki saat kadar çayocağında tek başıma oturduktan sonra hepsi teker teker gelmeye başladılar. 7-8 kişi olunca "gidelim mi" diye sordum, onlar ise 2 arkaşlarının daha olduğunu onları bekleyeceklerini söylediler, bir saat sonra ikisi de gelmeyince hep beraber gidip onları aldık. Biri izin alamadığı için işten kaçmıştı(?) Şimdi daha da merak etmiştim, acaba bu kadar önemli olan ’gezme’ neydi, nereye gidilecekti?
Fabrikaların olduğu yerden ormana doğru yöneldik, Alleben Deresi’nin üzerinden ancak iki ayağın yan yana duracağı bir köprüden geçtik. Daha sonra dere boyu doğuya doğru yürümeye koyulduk, hiç durmadan konuşuyorlardı. Köpeklerinden, kayıklarından, karga yavrularından, boğazından bağladıkları dev kertengeleden ve yüzerek tuttukları su kaplumbağalarından bahsettikçe heycanlanıyor, bir an evvel efsanelerin yaşam bulduğu ’mekan’larını görmek istiyordum.
İki üç kilometre kadar yürüdükten sonra hepsi birden ıslıklar çalmaya, yarı Kürtçe yarı İngilizce adlar bağırmaya başladılar. Karşıdan koskocaman ama zayıf ve yaşlı iki tane köpek çıkageldi. Çok samimi birşekilde kucaklaştılar. İşçilerin köpekleri neden çok sevdiklerini anlatmaya çalışırken artık köpekler için insanları hafta boyu bekleyecek kadar sadık olduklarını gördüğümü söyleyebileceğim. Bunun için mutlu olmuştum. Sonra "işte Panda!" diye bir ses işittim, aynı anda hepsi birden konuştuklarından olsa gerek kimin seslendiğini çıkaramadım. Panda, küçük bir çoban köpeği... Hepsi birden Panda’nın üzerine atladılar, kucaklarına alıp teker teker öptüler, hemen 70’lerdeki yağ kuyruğu gibi bir kuyruk oluşuverdi. Biriken çocukların arasına nasıl daldığımı farketmeden bir fotograf çekebildim. Sanırım şimdiye kadar yakaladığım en güzel kare buydu. Bir futbolcunun dönerek roveşata vurmasıyla birlikte topu ortasahadan 90’a atacağı gole sevineceği kadar kendimle gurur duymuştum.
Az sonra içlerinden en büyüğü "gidip, gemileri getirin!" diye emir verdi. Üç kişi suya atlayıp derenin karşısına geçtiler. Beş dakika kadar olmamışken herbiri sırtında birer tane buzdolabı slikonu ile çalılıkların arasından çıkageldiler. Önce slikonları (pardon gemileri) getirenler t-shirt’lerini çıkarıp sırtlarındaki ’gemi’leri suya indirerek Alleben turu yapmaya başladılar. Sırayla ben hariç herkes ’gemi turu’ yaptı. Ben de binmek istedim ama ’gemi’nin beni kaldıramayacağını söylediler, çok üzüldüm! Azsonra ’gemiler’i tekrar çalılıkların arkasına götürüp sakladılar, ayaklarının yaralanmaması ve ’ayıp olmama’sı için pantolon ve ayakkabılarıyla birlikte yüzmeye başladılar. İçlerinden biri kamerayı benden alıp su kaplumbağalarını çekmek istediğini söyledi. Çok şaşırmıştım, onları görmek istediğimi söyledim. Kendi kendime "Caretta Carettalar mı acaba" derken yanımdaki çocuk "he he, ben de televizyonda görmüştüm, aynı onlar" (çocuk, onları benim de ancak televizyonda göreceğimi nasıl bilmişti anlayamadım, diyeceksizniz ki; "caretta carettaların Alleben’de ne işi var" ben de size "bu çocukların burda ne işi var" diyebilirim).
Suyun dibine dalan birisi elinde küçük bir kara kaplumbağasıyla çıktı. "Biz bunları büyütüp beraber yüzeceğiz" dedi. Kaplumbağaların 300-500 yıl yaşadığını, kara kaplumbağalarıyla birlikte yüzülemeyeceğini, yüzülse bile Alleben’de yüzülemeyeceğini anımsayınca bu hayalin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini düşündüm. Boğazım düğümlenmiş haldeyken, ancak gülümseyebildim!
Ahmet Halhallı