8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1020
Okunma
Edebiyat defteri sitesinden bir arkadaşımın facede yazdığı, facedeki hangi üniversitede okuyorsun
Nazik veya Ali, Ayşe sorusuna kimi şakacı ve aynı zamanda gerçekçi kimselerin "Hayat Üniversitesi" demesine takılmış arkadaşım.Bende sizin tuzunuz kuru nasılsa,ne güzel öğretmenler eşliğinde sınıfta bir masaya rahatça kurularak okumuşsunuz. Ya o hayat üniversitesine gidenler ne yaptı benzeri bir
yanıt yazmıştım.Arkadaşın bana ne dediğini bilmiyorum. Çünkü o zamandan sonra girip, bakmadım yazdığına..
Şimdi bu Üniversiteyi belkide pekiyi dereceyle bitiren biri olarak Üniversiteye nasıl başladığımı yazayım.
Bir sonbahar günüydü diye başlasam nasıl olur.Evet, bir sonbahar günüydü. Eylül’ün ilk yarısı. Bizim
sınıfta olan sarı saçlı tembel, okuldan sık sık kaçıp arkadaşlarla orda burda sürten arkadaşım orta
okula yazılmış ve okul formasını da mahallenin terzisi halama diktirmeye gelmişti. Sen de gidiyor musun Nazik, dedi.
Üzülerek:
"Babam beni göndermiyor."
"Gelsen iyi olurdu."
"N’apıyım, göndermiyorlar."
İlkokul öğretmenimizin ortaokula gidip başarabilecekler listesinde olmayan tembelZübeyde ortaokula gidiyor ama listede olan ben gidemiyordum.Bu durum çok canımı sıktı; bir yandan da sevindim.Sinirli
öğretmenimizden sonra daha pek çok öğretmenin kahrını çekmeyecektim.Aman sende boşver dedim.
Güzel geçen yaz tatilinden sonra sıkılmaya değmezdi. Çocukluk işte, böyle düşündüm.
O kış kur’an kursuna yazıldım. Yoo, yazılma kayıt falan yoktu o zaman. Doğrudan başıma annemin uygun gördüğü beyaz bir uzun tülbenti örterek kursa gittim. Kursta altı, yedi kişiydik. Sokaktan ve
mahalleden kızlardı bunlar. Sonradan kan kardeşi olduğum Nazife de vardı.Hocamız yine mahalleden
sakallı bir dedeydi. Bir okul sırasının çevresinde oturur elif cüzünü ezbere okurduk. Sözgelimi elif üstün e, elifasa(elif esire)i, elif ötür (elif ötüre)ü diye korodan okurduk. Birden devlet okulundan
mahalle mektebine transfer olmuştum. Benim küçüğüm kardeşim bir gün bizi pencereden seyretmiş,
güle güle bizim halimizi annemgile anlattı. Doğru dedim, yalanın yok. Onunla birlikte ben de kahkahayla güldüm.
Bu hocanın dersi sanıyorum on beş gün sürdü. Tam Kur’an okumaya başlamıştık ki esas hocamız geldi.
Bu genç, beyefendi, bilgili, kendini yetiştirmiş bir insandı. Ondan önce hayata bakmayı öğrendik.
Onun bizim çocukluğumuzu anlayışla karşılaması bize yetti. Gerçek bir okul gibi teneffüse çıkıp oyun
oynardık.Mahalledekiler,bunlar ne biçim kur’an kursu öğrencisi diye hocalara bizi şikâyet ederlermiş.
Üç yıl, ortaokulda geçecek süreyi burada tamamladım. Başarıyla bitirdim kursu, bir belge aldım.Hoca
beni ve halamın kızını da hoca yapmayı, kur’anı tamamen ezberlettirmeyi denedi ama olmadı.Annem
benim sabah ezanında kalkıp ezber yapmalarıma dayanamadı.(burda ortaokulu bitirdim.)
Sıra liseye geldi.
Sokağımızda halamın evinin hemen yanında biçki,dikiş, nakış kursu vardı. Çocukken buradaki kızları korkutmayı çok severdik. Her mahallede olduğu gibi bizim mahallede de bir deli vardı: Deli Acem.
Deli Acem zararsızdı. Sadece kızları kovalamayı severdi. Onların kendinden kaçmasından büyük bir
keyf alırdı. Birgün kursta bir iki kız kalmışken Acemi kızların yanına saldık. Kızlar çığlık çığlığa kaçıştı
biz de nasılsa eğlendik. Annem beni bu kursa götürüp elleriyle teslim etti.On beş yaşındaydım.Tahta
merdivenlerde heyecanla yukarıya çıkışımı hiç unutmam. Başımda şifon yeşil bir eşarp vardı. O eşarp
masada bıraktığım için bir arkadaş ütü yaparken yanacaktı. Sanki aynı renk eşarp olması şartmış gibi aralarında topladıkları parayla benzeri bir eşarp almışlardı. Ben sessiz kalmıştım. Gittiğim ilk gündü
daha kimseyi tanımıyordum. Bu kursa bir yıl gittim. Kurs sonunda apandistim patladığı için sergide
bulunamamıştım. Oysa giysilere kartondan kış başları yapmıştım. Bunların giysilerde nasıl duracağını
çok merak ediyordum. Hocamız ve kızlarhastaneye beni ziyarete geldiklerinde heyecan nedir ilk kez
tatmıştım. Heyecandan, sevinçten konuşamamıştım. Bu kurs böyle bitti.(yani lise.)Çok güzel gecelik,
sabahlık işlemiş dikmiştim.İki elbise, etek ve bulüz hariç tabii.Burası bana terzilik kapısını açtı. Daha
sonra kardeşlerim, annem, anneannem, teyzem derken komşulara dikmeye başladım ve Çubukta
beğenilen, aranılan bir terzi oldum. Hâlâ elbise diker misin diye soruyorlar. Terziliği bıraktım diyorum.
Üniversiteye gelince:
On dokuz yaşındaydım.Terziliğe ısınma turlarındayken Çubuk’a Akşam Kız Sanat Okulu açıldı.Annemin
masraf fazla olur diye( İki kız gidecektik çünkü)karşı çıkmasına karşın babamın yumuşak ve iyi kalpli
olması sayesinde buraya kayıt yaptırdık. Modada resim var diye ona severek yazıldım. Kardeşimle
birlikte ise dikiş ve nakış bölümüne de yazılmıştık.Buraya iki yıl devam edip belgelerimizi aldık.Bizler
iyi iş çıkardığımız için daha sonra da sipariş işler yapmamız istendi. Biz yapmadık.
Bunlar öğrenim kategorisine ne kadar girer bilmiyorum ama öğrenim gördük.
Bu arada yazları, boş kaldıkça elime geçen parayla kitaplar alıp okudum.İnsan resimleri çizdim. Daha
çokta insan yüzü. Her kalem oynatışımda değişik bir yüzle karşı karşıya gelmek beni mutlu ediyordu.
Resimleri düz yapraklı defterlere veya bulamazsam çizgili küçük defterlere yapıyordum. Aralarına
kısa şiirler yazıyordum. Bazen ünlü bir şairin, bazen de kendi yazdığım şiirlerdi bunlar.
Ama yine de hayat üniversitesinin daha başlangıcındaydım. Yaşayacaklarımı yaşamamış, göreceğim
iyi kötü olayları yaşamamıştım. Hayat beni nasıl insanlarla karşılaştıracaktı ki, kendimi ve insanları daha iyi tanıyabileyim.
Evleneceğim kimseyi hep kız olan ortamlarda bulunduğum için kendi seçme özgürlüğüm olmayacaktı.
Birileri gelecekti pazardan hayvan beğenir gibi. Bana bakacaklardı; nasıl iyi mi? Kaşı gözü nasıl? Bacakları, vücudu düzgün mü? Boyu bizim oğlana uyar mı? İyi iş yapar mı? Soyu sopu, huyu nasıl?
Keşke kimsenin karşısına acıma duygusuyla da olsa görücü karşısına çıkmasaydım. Keşke hiç yazılmasaydım Hayat Üniversitesine..
29. 09. 2014 / Nazik Gülünay