6
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
942
Okunma

Amerika,birleşememiş milletler, bizimkiler, sizinkiler falan hepsi Işid derdinde. Beşinci günündeymiş bu saldırıların. Hava saldırılarını kastediyor olmalılar. Vatana millete hayırlı
olsun. Erdoğan da dahil olmuş dah’le.Böyüük alkış ta almış hani. Yandaş kanallar diyo, ben demedim.
Amaan bana ne demesem de ben kendi derdimi yazayım.
Her günkü gibi kalkıp sabah ihtiyaçlarımı yaptıktan sonra oturma odamın penceresinin
perdesini açarım. O perdeyi açınca hem rahatlarım, hem de içime bir hüzün çöker.
Boşnak mahallesi, yeni adıyla Karagöl cadddesi önümdeki büyük Millet parkının "bu parkın
her gelen belediye adını değiştiriyor. Millet mi devlet parkı mı yoksa Tayyip parkı mı
bilmiyorum. Arkasında evler, arkasında tepeler ve masmavi bir gökyüzü görüntümde. Hemen penceremin altında eskiden bahçemiz olan bu yerin giriş bölümü. Esas beni hüzünlendiren bu bölüm. Burada ne güzel günlerimiz geçmişti. Hemen karşımda yaşlı
kocaman gövdeli kara kavaklar vardı aralıklarla. Arasında kuşburnular çiçek açardı pembe
pembe.Çocuk karakteri olsam bir çizgi filmde Çiçek kız Kendi olurdum. Çiçekleri çok
severim.Bu kavakların arasında mor sümbüller sarı kır çiçekleri olurdu. Orta kısmında ayva
ağaçlarımız vardı. O bölümde oturur, taşla çevirip yaptığımız ocakta çaay demler, patates
gömer, mısır közlerdik. Bazen de patates, biber kızartır, taze fasulye pişirirdik .
Bahçeye gelirken getirdiğimiz topumuzla voleybol oynardık. Usulünce değil, kendi
bildiğimiz gibi tabii. Biz iki kardeştik büyük olan.Sokaktan arkadaşlarımızı gelirdi nadir de
halamın kızları olurdu çoğunlukla yanımızda. Halam da ekerdi bahçeyi. Biz oyun oynarken
babamın sürekli yaptığı bir işi olurdu. O pek de, hatta hiç sağlam olmayan taşlarla örülü
bahçe duvarını tamirle geçirirdi zamanını.Bazende bahçeye biz yokken gelip içki içenlerin şişelerini toplar şişelerine toplar, söylenerek poşete doldurur, yakındaki çöp tenekesine
atardı.
Bahçeye bazen hazırlıklı gelirdik. Sözgelimi börek, çörek bir şeyler yapardık çayın yanına.
Evimiz çarşı girişindeydi. Karşımızda hâlâ da Çubuk’un en büyük camii vardı. Oradan bir iki ev geçmeden bahçeler başlardı. Çocukluğumuzda şarkı, türkü, marş, aklımıza ne gelirse söyleyerek giderdik bahçemize. Kuş cıvıltılar köpek sesleri ve ağaç hışırtıları
eşlik ederdi yolumuzda. Aslında yollar açılınca gördük ki çok kısaymış. Bize uzun gibi gelirdi çocukken.
Bahçeye girerken bahçeye hemen bir kıyısından girip çıkan değirmenden gelen su arkı vardı. Bu sular nerden geliyordu, nerelerde kaldı bilmiyorum. Şimdi buraya yukarı köylerden bir yerden su getirilecekmiş, musluklarımızda o su akacakmış! İnşaallah diyorum. Aşağı Çavundur köyünden yukarda Karagöl’e giderken yolda bir sağlık suyumuz var şişelenip satılan.
Konuyu dağıttım.
Bahçeye su arkından atlayarak girerdik. Babamın yaptığı ağaç dallarıyla yaptığı kapıyı
açarak.Su arkının iki başında büyük kavaklar karşılardı bizi. Bahçeyi çevreleyen çalılı telli
gergi.İğde çiçekleri kokularını yayarken.Eğer yaz mevsimi gelmişse doğru elma ağacımızın altına koşardık. Çünkü orada bizi bekleyen olgun, mayhoş yaz elmaları beklerdi. Bir kez
komşu oğlan çocukları bizden elma istemişlerdi. Biz de vermeyiz deyince parayla verin
diye.Elimize üç beş kuruş, bozuk para tutuşturmuşlardı. Bizde koşarak gidip, kopardığımız
elmaları çocuklara vermiştik. O gün eve gidince annemden yediğimiz dayağı ömür boyu
unutmadık, oğlanlar bize bir şey yapmışsa diye.
Şimdi boş sayılan yere bakıyorum. Kuru otlar, ortada babamın dört beş tane diktiği selvi kavakların yerinde sadece bir kavak sürgünü görülüyor. Dağınık kolları ne zaman dibinden kaldırılıp öldürüleceği günü bekliyor. Girişte çalıların arasında sonradan kendi kendine yetişmiş elma ağacının sürgününe takılır her zaman gözlerim. Daha önce bayağı
boy vermiş, büyümüştü. Ağacı sökmeden görüp evimizin bir kaç adımlık bahçesinin bir
köşesine dikelim hiç olmazsa bahçemizden hatıra, bir o ağaç olsun diyordum. Ben evde yokken orayı dümdüz etmişler.Çok üzüldüm. Elmacık bu yıl yeniden sürdü; bir elma fidanı
kadar büyüdü. Onu hava soğumadan söktürüp evimizin bahçesine diktirmek istiyorum. İnşaallah yine geç kalmam..
Dikenlerin kuru otların arasında beyaz kelebekler geziniyor şimdi. Kimi yalnız, kimi bir diğerini kovalıyor, kimileri gurup kurmuşlar gezintilerinde. Elma ağacım seyrediyor
onları. O da benim baktığım yöne bakıyor; yaşamaya..
Birleşen milletler, birleşemeyenler hangi yönüyle bakıyor acaba yaşamaya. Bu denli kolay
yaparlarken insan öldürme işini. Suriye sınırımızda dört yaşındaki bir çocuk, usluyum beni
alın demiş. Bunun anlamını kim biliyor acaba. Ağlamak istiyorum şu an. Abdest alıp namaz
kılmak üzere olduğum için gözyaşlarımı içime akıtıyorum.
Yazıklar olsun bütün ağlamayı bilmeyen, insanı unutan ülkelere ve başkanlarına.
Resim oğlum ve torunlarım..
25. 09. 2014 / Nazik Gülünay