- 454 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VAKIFLAR HAFTASI, VAKIFLARIN ANLAM VE ÖNEMİ
VAKIFLAR HAFTASI(MAYIS AYININ 2.HAFTASI)
VAKIFLARIN ÖZELLİKLERİ:
Osmanlı devletinde mülkiyet padişahındır. Özel mülkiyet hakkı yoktur. Özgür yaşamak için ise iktisadi güce ihtiyaç vardır. Sadrazamlar ve vezirler, tüm idari ve askeri personel hatta vatandaş hukuken padişahın kölesidir. Bu durum idari, ilmi, dini tarikat sınıfını vakıf kurarak padişah otoritesinden, vergi mükellefiyetinden hatta askerlik mükellefiyetinden kurtarıyordu. Vakıflar kurulduğu andan itibaren vakıf mülkleri Allah’ın mülkü olmakta padişahın bu mülk üzerindeki tasarruf hakkı ortadan kalkmaktaydı. Padişah tarafından bakıldığında ise padişaha ve padişah fermanlarından kurtulmak özel mülkiyete sahip olmak, vergi vermekten kaçınmak için oluşturulmuş kanunlara karşı bir kötü hiledir. Vakıf kurma padişahın egemenlik haklarını sınırlamadır.
Bayanların da vakıf yoluyla mülkiyet gücüne, iktisadi gelire sahip olması mümkündü. Vakıf mülklerini anlamak, vakıfların kuruluş ve doğuş sebeplerini anlamakla olur. Vakıf mülkiyeti Allah’a ait mülkiyettir. Krallıkların zorbalıkla özel mülkiyetleri almasını engellemek için oluşturulmuş bir mülkiyet şeklidir.
Osmanlı Devleti köleci devlet olduğu ve özel mülkiyete izin vermediği için diğer medeniyetlerden daha çok vakıf özgürlük, iktisadi güç arayışındaki insanlar tarafından kurulmuştur.
Vakıflar Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarını sınırlayan bir uygulamaydı. Hıristiyan halk tarafından da vakıflar kuruluyordu. Fatih zamanında İstanbul’daki Venedik Balyos’u(konsolosu) Kanuni zamanında Fransa kapitülasyonla Katolik Hıristiyanların vakıflarını ve canlarını koruma hakkına sahipti.
Rusya 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile Ortodoks Hıristiyanların kurduğu vakıflar üzerinde Osmanlı Devletinin egemenlik hakkı olmadığını kabul etmiştir, ettirmiştir. Ortodoks Hıristiyanların can ve vakıf mallarının güvenliğini sağlama görevi Rusya tarafından üstlenilmiştir.
Müslümanların kurduğu vakıfları ve onları kuranların veraset sahiplerinin canlarını ve mallarını Osmanlı padişah ve idarecilerinden koruyacak bir başka İslam Devleti yoktu. 1828 yılında Yeniçeri Sisteminin kaldırılması ile Namık Kemaller döneminde özel mülkiyet talepleri, can ve mal güvenliği garantisi padişahtan istendi. 1856 yılından itibaren tımar toprakları tımar sahiplerine isyanlarını önlemek için özel mülkiyet olarak verilmeye başlandı. Vakıflar özel mülkiyet hakkının verilmesi ile önemini yitirdi. Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ve zorunlu eğitim sisteminin kurulup devlet tarafından üstlenilmesi ile vakıfların hayatımızdaki etkisi hissedilmez oldu.
Atatürk’ün Toprak Reformu Kanunu ile topraksız vatandaş bırakılmayacak diyerek halkı özel mülkiyet sahibi yapması vakıfları sahipsiz bıraktı. İnsanlar vakıf mallarını bakmaz oldu. Vakıflar virane olmaya başladı. Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre; Osmanlı ve Selçuklu Döneminden günümüze intikal etmiş ancak yöneticisi kalmamış vakıf sayısı 41.750 adettir.
5 Haziran 1935’te çıkan bir kanunla “Vakıflar Genel Müdürlüğü” kuruldu. Ülkemizdeki vakıfların hepsinin yönetimi, bu teşkilata verildi. Günümüzde vakıflar Türkiye’de devlet mülkiyetidir.
1935 yılından itibaren vakıf malları virane olmaktan kurtulup imar ve hizmet sunmaya tekrar başladı.
VAKIF:
Bir hizmetin sürüp gidebilmesi için, kişilerin kendi istekleriyle bağışladıkları para ve mülklere “ Vakıf” denir. Bağışlanan mülklerin, eserlerin geleceğe sağlıklı kalabilmeleri korunmalarına bağlıdır. Geçmişin geleceğe taşınması ve yaşatılması vakıfların görevi arasındadır.
İnsanlar arasında sosyal dayanışmanın sağlanması, yardımlaşmak, birbirine destek olmak, acı ve mutlu günleri paylaşmak, sevgi ve saygı tohumlarını atabilmek için fertler arasındaki ilişkilerin iyi olması gerekir.
Vakfın tarihçesi çok eskilere dayanır. Dinimiz yardımlaşmayı ve ihtiyacı olanlara destek olmayı dinin temeli saymıştır. Vakıflar Osmanlılar zamanında daha da yaygınlaşmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da etkinliğini aynı ölçüde sürdürmüştür. 5 Haziran 1935’te çıkan bir kanunla “Vakıflar Genel Müdürlüğü” kuruldu. Ülkemizdeki vakıfların hepsinin yönetimi, bu teşkilata verildi.
Vakıflar eğitime, öğretime, belediyelere, sağlık işlerine, yoksullara hizmet ederler. Vakıf tarafından yardım alan kişilerin adları, kurum tarafından açıklanmaz.
Ülkemizin sosyal, ekonomik, kültürel ve yurt savunmasında vakıfların yardımları büyüktür. Bu kadar güzel bir hizmetin sürekliliğini sağlamak hepimizin görevidir. Vakıflara yardım ederek gelirlerini çoğaltmak ve çalışmalarını desteklememiz gerekir.
Vakıfların toplumsal yaşamımızdaki hizmetlerini şöyle sıralayabiliriz.
1. Dini hizmetler
2. Sağlık hizmetleri
3. Eğitim ve öğretim hizmetleri
4. Aş evi hizmetleri
5. Sosyal hizmetler
6. Sanat ve kültür hizmetleri.
7. Para yardımı
8. Milli savunma hizmetleri
9. İktisadi hizmetler.
10. Ulaştırma hizmeti
11. Spor hizmetleri
İnsanlardaki yardım duygusunu geliştirmek, dayanışmanın önemini anlatmak ve insanların gönül zenginliğine ulaşmasına yardımcı olmak amacı ile 1985 yılından beri “Vakıf Haftası” kutlanmaktadır.
Ülkemizde vakıf mülkiyeti 1935 yılından beri devlete aittir. Devlet tarafından tüm vakıf mülkleri idare edilmektedir. İlk kuruluş amacından tamamen farklı bir yapıdadır.
Abdullah Bedeloğlu
Vakıf Nedir?
Arapça bir sözcük olan ‘vakf’; sözlük anlamı ile durdurma, hareketten alıkoyma, hareketsiz bırakma manalarına gelir. Ayrıca “tamamen verme, büsbütün verme” anlamını da içerir.
İktisadi anlamda vakıf; kişisel çalışma ve gayretle elde edilen imkânların ve mal varlığının gönül rızasıyla paylaşılmasını öngören hukuki bir sistemdir.
Türk Medeni Kanununa göre vakıf; gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleri ile oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.
Vakıf, tarih boyunca süregelmiş yardımlaşma ve dayanışma duygusunun kurumsallaşmış halidir. O halde vakıf tüm insanlığın mutluluğunu amaçlayan bir sistemler bütünüdür.
Tarihteki ilk vakıf; Hz İbrahim tarafından inşa edilen Kabe ve oradaki Zemzem suyunun idaresi ve kullanımının Allah yolunda olanların ve ticaret kervanlarının istifadesi için kurulmuş ilk vakıftır.
Tarihte ikinci vakıf; Hazreti Ömer (r.a.)ın Hayber’in fethinden sonra ganimet olarak kendisine düşen bir arazinin satılmaması, miras bırakılmaması ve hibe edilmemesi şartı ile fakir, köle, misafir ve Allah yolunda olanların istifadesi için vermesi ikinci vakıf olarak kabul edilmektedir.
Vakıfların Anadolu’da hızla yaygınlaşıp önemli hale gelmesinde “sadaka, infak ve hayırda yarışma” ya teşvik edici mahiyetteki ayetlerin yanı sıra şu hadis-i şerifler etkili olmuştur.
“Ademoğlu vefat edince ameli kesilir, ancak üç hususta müstesna: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendine dua eden hayırlı evlat”
“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Malın en hayırlısı Allah yolunda harcanandır. Vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır.”
Vakıfların Amaçları;
Vakıflar, tarih boyunca hangi amaçlarla kurulmuş olurlarsa olsunlar, İslâm ve Türk dünyasında birbirinden önemli çok çeşitli hizmetleri üstlenerek, günümüzde modern devletin yapmakta olduğu çok sayıda kamusal görevi yüzyıllarca başarıyla yerine getirmişlerdir. Vakıflar, aynı zamanda, servetin zengin kesimlerden toplumun daha fakir kesimlerine doğru akışını önemli ölçüde gerçekleştirerek sosyal dengelerin kurulmasında ve sosyal bütünleşmenin sağlanmasında, içtimaî barışın sürekliliğinde, sınıf çatışmalarının önlenmesinde, kamunun hizmet taleplerinin yerinde karşılanmasında, siyasî ve ekonomik istikrarın sağlanmasında da merkezî yönetimlerin en büyük yardımcıları olmuşlardır.
Vakfın özünde bulunan yardımlaşma ve dayanışma duygusu, Türkler’in İslamiyet öncesindeki geleneklerinde de görülen bir sosyal özellik olduğundan Müslüman olduktan sonraki dönemde de vakıf ve yardımlaşma anlayışı “Allah Rızasını” kazanma isteği ile çok daha güçlenerek, genişlemiştir. Bu durum; vakfın belirli toplulukları kapsamasından çok, bütün insanları, hatta hayvanları ve doğayı da içine alacak şekilde genişleyerek enginleşmesine vesile olmuştur.
Türklerin, İslamiyet öncesinden gelen adet ve gelenekleri; vakıf anlayışı ve kültürünün bir medeniyet haline gelmesinde önemli katkılar sağlamış, İslâmiyet ile birlikte bu altyapı, semavî değerler ve evrensel ahlakî ilkelerle inceden inceye işlenerek daha da geliştirilmiştir. Vakıfların hizmetlerinden veya menfaatlerinden yararlanabilmek için ne etnik ne dinî, ne de cinsiyet ve sosyal statü olarak bir ön şart aranmamış, hayır hususunda kesinlikle ayrımcılık ve bölgecilik yapılmamıştır.
Diğer bir ifadeyle, Osmanlı’ya kadar hiçbir devlet, dil, din, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmadan bütün halkının huzur ve mutluluğunu sağlayacak âdil devlet adamı prototipini ortaya koyan ve ülke kaynaklarının toplumun bütün kesimleri arasında makûl ölçülerde paylaşılmasına imkân sağlayan bir sistemi kurarak en müreffeh şehirlerin kurulmasını sağlayamamıştır. Bunun yanı sıra, vakıf kurumunun maddî-manevî kudretinden de tarihte hiçbir ulus Osmanlılar kadar yararlanamamıştır.
Osmanlı insanının günlük hayatında hemen her gün karşılaştığı ve yararlandığı cami, medrese, hastane, han, hamam, köprü, çeşme, su tesisi, imarethâne gibi kamusal nitelikli kurumların neredeyse tamamı, padişahlar ve diğer yönetici zümreler ile bunların yakınlarınca hayrat olarak yaptırılmış, bunların hizmetlerinde sürekliliği sağlamak üzere gelirlerini temin eden kervansaray, bedesten, dükkan, bağ, bahçe gibi diğer mal ve mülkler de akar olarak vakfedilmiştir. Böylece yalnızca Allah Rızası için kurulan vakıflar ve vakıfların topluma sunduğu hizmetler yıllar hatta yüzyıllar boyunca yaşatılabilmiştir.
Gerek sosyal gruplar arasında dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve yakınlaşmanın temininde ve gerekse kamunun belli sosyal kriterlere göre şekillendirilmesinde devletin elindeki en etkili kurumsal vasıta vakıflar olmuştur. Osmanlılar, servetin belirli ellerde yoğunlaşarak sosyal refah düzeyinde aşırı farklılaşmalar oluşması ve dolayısıyla içtimaî dengelerin bozulmasını önlemek için, kişilerin kendi istekleriyle kurdukları vakıflardan geniş ölçüde yararlanmışlardır. İmkânı olan herkes bir hayır eseri yaptırmıştır, buna gücü yetmeyenler bir mektep veya camiyi, ya tamir ettirmiş ya da tamirine madden-manen-bedenen katkıda bulunmuş, bunu da yapamayanlar hiç değilse bir çeşme yapımı ya da tamiri ile ilgilenmişlerdir.
Günümüzde modern devletin yüklendiği kamusal hizmetlerin neredeyse tamamı Osmanlı’da vakıflar eliyle yerine getirilmiş, sahip oldukları maddî imkânlara rağmen “hayr u hasenat kültürüne” katkıda bulunmayanlara cemiyet tarafından iyi gözle bakılmamıştır.
Vakıflar kanalıyla, toplumsal servetin önemli bir bölümü, hukuken bir daha geri dönmesi mümkün olmayacak şekilde toplumun en zengin tabakalarından en alt tabakalarına ulaşacak şekilde; bir başka deyişle özel mülkiyete konu olmaktan çıkartılarak toplumsal mülkiyet kategorisine aktarılmıştır. Üstelik bu aktarımın, açık bir zorlama olmaksızın, gönüllü bir şekilde yapıldığı düşünüldüğünde, vakıf konusundaki şuurun ve duyarlılığın Osmanlı döneminde bütün medeniyetleri geride bırakan bir çıtaya ulaştığı görülebilir.
Bundan dolayıdır ki Osmanlı medeniyeti, "vakıf medeniyeti" olarak nitelendirilmiştir.
Evliya Çelebi, XVII. yüzyıldaki Osmanlı vakıf eserler hakkında, "..ben elli yılda 18 padişahlık ve krallık yere seyahat ettim, hiçbir yerde bu kadar hayrat görmedim" diye yazacaktır.
Osmanlı sosyo-ekonomik ve kültürel hayatının neredeyse tamamını kuşatabilecek şekilde konumlanan vakıf sistemi, günümüzde de dünyanın dört bir yanında hâlâ hayatın vazgeçilmez sosyal ve siyaset kurumları arasında olduğu inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Günümüzde, bir vakfın kuruluşu, 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun ilgili hükümlerine göre gerçekleşmektedir. Buna göre, kanunda belirtilen şartları taşıyan gerçek ya da tüzel kişiler vakıf kurabilmektedirler. Eğer kurucu gerçek kişi ise Türk Medenî Kanunu’nda belirlenen fiil ehliyetine sahip olması, tüzelkişi ise fiil ehliyetine sahip olmakla birlikte, ayrıca, kuruluş statüsünde vakıf kurabileceğine ve vakfa malvarlığı tahsis edebileceğine dair bir hükmün bulunması gerekmektedir.
Selçuklu ve Osmanlı döneminde kurulmuş olan ve bugün yöneticileri hayatta kalmayan vakıflar ise, Türkiye’nin en köklü ve büyük kurumlarından biri olan Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından temsil ve idare edilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu vakıflar adına hizmetlerini sürdürürken, diğer taraftan da yeni kurulan vakıfların kuruluş, dağılış ve denetim işlemlerini gerçekleştirmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre; Osmanlı ve Selçuklu Döneminden günümüze intikal etmiş ancak yöneticisi kalmamış vakıf sayısı 41.750 adettir.
Bu tarihî vakıfların tüzel kişiliklerini günümüzde de sürdüren Vakıflar Genel Müdürlüğü, kurucularının belirledikleri amaçlar doğrultusunda öğrencilere burs vermekte, muhtaç vatandaşlara aylık maaş ve gıda yardımı yapmakta, ayrıca, binlerce yıllık vakıf eserlerin onarımını gerçekleştirmektedir.
Vakıflar Genel Müdürlüğünce 3 bin 500’ün üzerinde vakıf eser restore edilmiştir. Son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda, Osmanlı dönemindeki vakıf medeniyeti canlandırılmış, ülkemiz ekonomisine yaptığı katkı ise 2,5 milyar lirayı bulmuştur.
Bezmiâlem Valide Sultan Vakıf Üniversitesi ile Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversiteleri yüksek öğrenim alanında gerçekleştirilen iki önemli proje olarak müstesna bir değer taşımaktadır. Cumhuriyet öncesinde kurulmuş olan ve kuruluş amaçlarında eğitim şartı bulunan vakıfların faaliyetlerini gerçekleştirmek amacıyla oluşturulmuş Üniversiteler bugün modern kompleksler içinde eğitim vermektedir.
BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR ÇİZELGESİ
(Değişik:2.3.2008/26804 RG)
(Ek : 17.04.2010/27555 RG)
Günler ve Haftalar
İlköğretim Haftası (Eylül ayının 3. haftası)
Demiryolları Haftası (Eylül ayının son haftası)
Gaziler Günü (19 Eylül)
Hayvanları Koruma Günü (4 Ekim)
Ahilik Kültürü Haftası (8-12 Ekim)
Birleşmiş Milletler Günü (24 Ekim)
Kızılay Haftası (29 Ekim-4 Kasım)
Organ Bağışı ve Nakli Haftası (3-9 Kasım)
Lösemili Çocuklar Haftası (2-8 Kasım)
Atatürk Haftası (10-16 Kasım)
Afet Eğitimi Hazırlık Günü (12 Kasım)
Dünya Felsefe Günü (20 Kasım)
Dünya Çocuk Hakları Günü (20 Kasım)
Öğretmenler Günü (24 Kasım)
Dünya AIDS Günü (1 Aralık)
Mevlana Haftası (2-9 Aralık) (Ek : 17.04.2010/27555 RG)
İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası (10 Aralık gününü içine alan hafta)
Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası (12-18 Aralık)
Enerji Tasarrufu Haftası (Ocak ayının 2. haftası)
Sivil Savunma Günü (28 Şubat)
Yeşilay Haftası (1Mart gününü içine alan hafta)
Girişimcilik Haftası (Mart ayının ilk haftası)
Dünya Kadınlar Günü (8 Mart)
Bilim ve Teknoloji Haftası (8-14 Mart)
İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü (12 Mart)
Tüketiciyi Koruma Haftası(15-21 Mart)
Şehitler Günü (18 Mart)
Yaşlılar Haftası (18-24 Mart)
Türk Dünyası ve Toplulukları Haftası (21 Mart Nevruz gününü içine alan hafta)
Orman Haftası (21-26 Mart)
Dünya Tiyatrolar Günü (27 Mart)
Kütüphaneler Haftası (Mart ayının son pazartesi gününü içine alan hafta)
Turizm Haftası (15-22 Nisan)
Dünya Kitap Günü ve Kütüphaneler Haftası (23 Nisan gününü içine alan hafta)
Yunus Emre Haftası (Mayıs ayının ilk haftası)” ) (Ek : 17.04.2010/27555 RG)
Bilişim Haftası (Mayıs ayının ilk haftası)
Trafik ve İlkyardım Haftası (Mayıs ayının ilk haftası)
Vakıflar Haftası (Mayıs ayının 2. haftası)
Anneler Günü (Mayıs ayının 2 inci Pazarı)
Vergi Haftası (Şubat ayının son haftası)
Engelliler Haftası (10-16 Mayıs)
Müzeler Haftası (18-24 Mayıs)
Etik Günü (25 Mayıs)
Çevre Koruma Haftası (Haziran ayının 2. haftası)
Babalar Günü (Haziran ayının 3 üncü pazarı)
Mahallî Kurtuluş Günleri ve Atatürk Günleri ile Tarihî Günler (Gerçekleştiği tarihlerde)
Öğrenciler Günü (İlköğretim Haftasının son günü)
Açıklama: Yürürlükten kaldırılmıştır.(17.04.2010/27555 RG)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.