HİJYEN
HİJYEN
İnsanlar vardır, sayısız kitap okur, okudukları kendilerinde kalır. Bu yüzden hayli eleştiri alırlar. Eleştirenler, Mevlevi semazenlerinin el kol duruşlarını, “Allah’tan aldıklarının kullarına verdikleri şeklinde yorumlar, okuyanlardan da kitaplardan edindikleriyle çevrelerine yararlı olmalarını isterler.
Şu günlerde okumakta olduğum bir romandan kısa bir metin paylaşıyorum. Metinle ilgili görüşlerimi belirtmek için.
“Celil, korunun ortasındaki açıklığa küçük bir kulübe yaptı. Güneşle kurutulmuş tuğlalar kullandı. Üzerini çamurla, avuç avuç samanla sıvadı. İçine iki yer döşeği, bir tahta masa, dik sırtlı iki iskemle koydu. Bir pencere, bir de duvara çivilenmiş raflar. Kış için dökme demirden bir soba kurdu. Kulübenin arka tarafına kestiği yakacak odunlarını dizdi. Dışarıya bir ekmek tandırıyla etrafı telli bir kümes yaptı. Birkaç koyun getirdi. Bir yem teknesi yaptı. Söğütlerin oluşturduğu derenin yüz metre dışına, derin bir çukur kazdırdı. Üstüne tahta bir kulübecik kondurup helâya dönüştürdü.” (KHALED HOSSEİNİ – Bin Muhteşem Güneş)
Bir arkadaşım, köylerinde, duvarında penceresi olan ilk odayı ağabeyinin yaptığını söylüyor. Bir öğretmenim ise ilçelerine odun sobasını, kendisinin getirdiğini anlatmıştı. Köylerde evler ışıklarını dam başındaki delikten alıyor, ilçede insanlar tandırda yaktıkları ateşte ısınıyorlarmış. Koca Osmanlı, üç kıtayı atının nalıyla imzalamış ama Anadolu’da halkına uygarlık verememiş. Ne okul, ne yol anlamında. Vergisini almış, gençlerini askere çağırmış, sonra halkını kaderiyle baş başa bırakmış. Oysa alıntıdaki metinde yapılan iş için büyük maliyet ve uzmanlıklara ihtiyaç mı vardı? Malzeme var, güç kuvvet var, görgü yok.
Bizim köy de her köy gibi yokluklar, imkânsızlıklar içinde debeleniyordu. 1960’lı yıllardan itibaren yurt dışına çalışmaya giden insanlar, hem para hem uygarlık getirdiler. Köyde toprak damlı ev kalmadı. Evlerde şebeke suları, çatılarda gün ısısı düzenekleri, kanalizasyon şebekesiyle köyümüz, şehri aratmıyor. Ne var ki her evde bir ya da iki ihtiyar yaşamakta. “Neyleyim sarayı, neyleyim köşkü” hesabı.
Uygarlığı yerli yerinde kullanamazsak o da ayrı bir dert. Çevre köylerin kanalizasyonunun bağlandığı Zınav gölüne yanaşılamıyormuş diyorlar, kokudan. Akarsularımız, Irmaklarımız da öyle. yukardan kanalizasyonu bağlıyor, aşağıdan arıtıp şebekeden içmeye çalışıyoruz. Uygar dünyada da böyle mi acaba? Köpekler bile hacetini yaptıktan sonra üstünü toprakla kapatmaya çalışıyor.
Celil kuyuyu boşuna mı kazdırdı? Akarsuya da verebilirdi, tuvaletin ayağını, kolayca ama vermedi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.