- 951 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
KURBANIN DİŞLERİ-4
Buruk bir gülümsemeyle kendime gelmiştim. O kadar yıl geçmesine rağmen beynimizin yaşadıklarımızı hâlâ canlıymış gibi saklaması olağanüstüydü. Can sıkıntısından patlamak üzereydim. Dört metre karelik bir oda ve hastanenin diğer kısımlarında geziyordum. Tecrit edilmiş bir mahkûm veya akıl hastanesinde yatan bir akıl hastası gibi kendi düşüncelerimle konuşuyordum. Bu durum daha ne kadar sürecekti. En önemlisi de beni buraya atayanların yaptığı yanlışa ortak olmaktı. Doktoru olmayan bir hastaneye diş doktorunun atanması meselesi tabii ki. Diş doktorluğunu okumam da tesadüfiydi. Hatta yanlışlık demek daha doğruydu. Babamın o olayından sonra ben hırs yapmış ve doktor olabilmek için çalışmaya başlamıştım. Beni ders çalışırken gören aile fertleri şaşkınlık içindeydiler. Arayı kapatmak için durmadan çalışıyordum. Arkadaşlarımı da bu uğurda kaybetmiştim zaten. Böylesi daha iyiydi. Okulda da giderek sivriliyordum. Tek amacım, Tıp Fakültesinde okumaktı. Üniversite sınavından iyi bir puan alarak, tercihleri beklemeye başlamıştım. O sırada okulları da araştırıyordum. Çok fazla seçeneğim yoktu aslında. İstanbul olmalıydı. Çünkü ailemin beni başka bir şehirde okutma olanağı yoktu. Tercih zamanı gelmişti. Seçeneklere baktım. Marmara Üniversitesi hoşuma gitmişti. İçimden dualar okuyarak, tercihleri yaptım ve verdim. Sonuç, yanlış bir kodlama ile Diş Hekimliği Fakültesine yerleştirilmişim. Olsundu. Demek ki benim kaderim bu okuldu.
Sanki zaman makinasındaydım. Bir ileri, bir geri zamana gidip geliyordum. Okuduğum romanlarda veya seyrettiğim fantastik filmlerde kullanılan bir yöntemdi. Bir manada izleyeni ya da okuyucunun beynini sınama gibi bir şey. Tıpkı o haldeydim. Yine o soru cümlesi aklıma gelmişti. “ Acaba geri gitmeli miyim?” Geri gittiğimde aileme ne diyecektim. Babam her ne kadar konuşamasa da bakışlarıyla anlatacaktı düşündüklerini. İhtimalleri düşünmeye başladım. Doktorun geldiğini duyan insanlar yavaş yavaş hastaneye gelmeye başlayacaklardı büyük umutlarla. Doğuracak bir kadın geldiğinde “ Ben sizi doğurtamam. Çünkü ben diş doktoruyum” mu diyecektim. Peki, ne yapacaktım. Hiçbir fikrim yoktu. Korkunun, ölüme çaresi yoktu. Baktım düşüncelerle boğuşmak akıl sağlığımı zorluyor, dışarı çıktım. Yine yetmedi. Kapıları kapattım ve merkeze doğru yürümeye başladım. Benim her şeyden önce insanlarla konuşmaya ihtiyacım vardı. Burada tek tanıdığım şoför Mustafa da bir daha gelmemişti. Adam haklıydı. Bir gününü benimle geçirmek zorunda kalmıştı. Tam bu düşüncelerle yola devam ederken arkamda bir ses duydum. Döndüm baktım. Bana seslenen Mustafa idi. Koşarak yanıma geldi.
“Dohtor Bey! Selamün Aleyküm. Ben de sana geliyordum. Ya kusuruma bakma. Yola gittim sana da gelemedim. O yüzden başım eğik sana.”
“ Olur mu öyle şey Mustafa. Sen benim için ne gerekiyorsa yaptın. İşin var gücün var. Hadi dönelim o zaman. “
“ Siz nereye gidiyordunuz?”
“Canım sıkıldı. Şöyle gidiyordum kahvehaneye.”
“ Oraya gidelim o zaman. Ben de kaç zamandır uğrayamıyorum kahveye. Ekmeğin aşın var mı? Ne yiyip içiyorsun. Burada olmayınca ekmek aş da getiremedim sana.Buralar köylük yer. Ben olmayınca, kadının da getirmesi yakışık almazdı. Annıyon de mi ? Kusurumuza bakma. “
“ Var ol Mustafa. Kafam çok karışık. Ben diş doktoruyum. Ben ne yaparım burada. Hatta gitsem mi acaba geri diyorum ?”
“ Ne diyon Dohtor Bey, Sonuçta Dohtor değil misin? Ha diş ha dohtor ne fark eder. Biz boşuna mı sevindik şimdi. Boşuna mı umut bağladık sana. İğne yapmasını da mı bilmiyorsun. Ben sana güveniyom Dohtor Bey, sen başka doktorları cebinden çıkarırsın. Sakın gitme Dohtor Bey. Amma velakin gene de sen bilirsin. Senin kafan benimkinden çok çalışır. Moralini hiç bozma. Alışırsın bizlere. Bizler de sana alışırız. Bakma buraların ırak olduğuna. Ne edek, vatan bellemişiz biz burayı. Biz öyle seviyoruz. Sen de öyle belle. Ha bir de bana dediğin şeyi yani hani şu diş dohtoru olduğunu söyleme kimseye. İnsanlar azıcık gururlansınlar, kasabamıza dohtor geldi diye. Sen iyi bir insana benziyorsun. Yüreğinde şefkat var senin. Bildiğini yaparsın. Bilemediğini de yapamazsın. Sen olmasan yine ölecek insanlar. Beni kırma Dohtor Bey.
“ Tamam Mustafa tamam kandırdın beni. Hadi gel çay içelim. Azıcık insan göreyim. Bakalım daha neler yaşayacağım. Zaman gösterecek.”.
“ Oh be Dohtor Bey. Beni kırmadın ya! Allah ne muradın varsa versin. Ama bak çaylar benden. Bir de tavla atarız. Olmaz mı?
“ Atarız be Mustafa. Hadi hızlı yürü. Maazallah şimdi hastanenin önünde hastalar yığılır yoksa!”
Tam zamanında yetişmişti Mustafa o gün imdadıma. Ne fark ederdi diş doktoru olmam. Temel eğitimleri bir hemşire yada bir ebe kadar almıştım başlangıçta. Ne kaybederdim denemekten. Sonuçta onlara zarar vermeden dertlerine belki çare olabilirdim. Mustafa, en etkili sözü kullanmıştı bana. “ Biz burayı yurt belledik. Sen de öyle belle” gerçekten de öyleydi. Onların yurt belledikleri yerde onlar yaşıyorlarsa ben de pekâlâ yaşayabilirdim. Zaman her şeyin ilacıydı. Ve ben ideallerimi gerçekleştirmek için başlamıştım bu mesleğe. Yeri gelir doğum yaptırırdım, yeri gelir pansuman yapardım. Onları mutlu görmek yeterdi bana. Bana gerekli olan sadece moraldi. Bunun için de çok şanslı olduğumu hissediyordum. İnsanlar, bana hep saygıyla bakıyorlardı. Bu bile yeterdi başarılı olmaya. Yaşayacak ve görecektik.
Aradan bir ay geçmişti ve ben tam da Mustafa’ nın dediği gibi alışmıştım oraya. Tek tük hasta geliyordu. Çoğu da sırf beni merak ettikleri için geliyordu. Bir sürü tanıdığım olmuştu bu zamanda. Mustafa’ nın sayesinde artık aç da kalmıyordum. Belli bir para karşılığında bana yemek göndermeye razı edebilmiştim. Oğlanlarından bir tanesi her akşam aynı saatte günlük yemeğimi ve ekmeğimi getiriyor, sonra da seğirterek uzaklaşıyordu. Yemeğimi yemiş, elime yanımda getirdiğim kitaplardan birini almış onu okuyordum. Kapı kırılacak gibi yumruklanıyordu. Kitaba kendimi kaptırdığımdan olacak geç fark etmiş olmalıydım. Kapıyı açtığımda karşımda bir adam, yanında da yere oturmuş, ağrı çeken hamile bir kadın vardı. Öyle bakıp duruyor; içimden de “ Hah şimdi ne yapacaksın bakalım dohtor. B.ku yedin bu akşam “ diyordum. Kadının sancısı iyice artmıştı. Yanındaki adam yalvaran gözlerle bakıyordu bana. Hemen kapıyı açtım ve hastane bölümüne geçtim. Adam karısını zorlukla getirdi ve oturttu. Sıcak suyu ısıttım. Kocasına, karısını masaya yatırmasını söyledim. Doğum başlamıştı.
Nermin KAÇAR
YORUMLAR
Takipteyim... Sanırım şimdi daha heyecanlı bölümler geliyor..
Kalemine sağlık...
Sevgiler,
Nermin Kaçar
Tam bir Aziz Nesin öyküsüne dönmeye başladı. Aziz Nesin olsaydı, görevi boyunca diş tedavisi dışında her tedaviyi yaptırırdı adama ve üç beş yıl sonra tayin isteyip gittiğinde diş hekimliğini unutmuş ama doğum uzmanı olmuş biri kalırdı geride...:) Harika bir kurgu ve yazım. SAYGILAR
Nermin Kaçar
İlginç bölümlerle karşılaşmak romanı daha anlamlı kılıyor. Yine akıcı bir bölüm okudum yazarım. Devam.
Saygılarımla...
Nermin Kaçar
Şimdi hapı yuttuk :(
Bir tutam hayatın dediği gibi tatlı bir bebek, hem de erkek olarak dünyaya gelsin ki doktorun şansı açılsın :)
Tebrikler Nermin, çok güzel gidiyor
sevgimle
Nermin Kaçar
Nermin Kaçar
Oy!...
Yandı babam keten helva şimdi.
Bu işin de eğitimini almıştır inşallah.
Vukuatsız bir güzel bebek gelir dünyaya umuyorum gelecek bölümde.
Bu bölümde en çok etkileyen cümle;
''Burayı yurt belledik.'' idi.
Çok anlamlı, çok dikkat çekici bir söz.
Bir yeri yurt bellemek.
Bir toprak parçasına bağlanmak.
Babam, memurdu benim.
Maaşından başka tutunacak hiç bir dalı yoktu.
Uğraşmış, didinmiş, bir ufak evcik yaptırmış kendine, tüm serveti oydu.
Şu anda istimlak oldu, yıkılacak.
Nasıl üzülmekte anlatamam.
Yani,
hiç toprağımız olmadı bizim.
Ve,
toprağını satanlara nasıl şaşırıyorum şimdilerde anlatamam.
Yav,
insan toprağını satar mı?
Bastığım bu toprak benim demenin hazzını tadamıyorlar herhalde.
Lafı uzattık ama,
küçük bir anımı daha aktarayım buraya.
Ankara'da yaşarken, oğlum da ilk okul birinci sınıfa gidiyordu.
Galiba kartondan bir ev yaptırmıştı öğretmeni onlara.
Bana döndü ve dedi ki;
''Baba, bizim evimiz neden yok.''
''Ev yapmak kolay değil oğlum.''
''İşte ben yaptım. Duvarlar ve çatısı, tamam.''
''Oğlum, sadece evi yapmakla olmuyor. Evi yapacak bir de düzlem lazım.''
Tabi ki, bir de düzlemin ne olduğunu da tarif etmek zorunda kaldım.
Önce, bir toprağa sahip olmak gerektiğini öğrendi. Sonra da eve.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.