- 492 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HİTLERİN ÖLÜM MAKİNALARI
Hitlerin Ocak 1933’te Almanya ‘da iktidarı ele geçirdiğinde onu destekleyen Alman Burjuvazisi ve merkezi politikacılar onun ve Nazilerin denetim altında tutulabileceğine inanıyorlardı. Ama kısa bir süre sonra nasıl bir Frankeştayn yarattıklarının farkına vardılar. 27 Ocak 1933 gecesi Almanların parlamento binası olan Reichstag’ ta bir yangın çıktı. Hitler bu yangını komünistlerin çıkarttığını iddia etti ve bunu bütün sol partileri kapatmak için mazeret olarak kullandı. Aslında bu bir provokasyondu ve Reiscghstag’ ı yakanlar komünistler değil Nazilerdi.
Ağustos 1934’te Almanya’nın göstermelik başkanı Mareşal Hinderburg öldü. Bu Almanya ‘da demokrasinin sonunu işaretleyen olaydı. Hitler kendini mutlak diktatör ilan etti ve bütün politik rakiplerini ezdi. Ordu Hitler’in önüne geçebilirdi ama Hitler’in politik ordusu kahverengi gömlekli S.A. Reich’i savunma adı altında orduya bastırmayı başardı. Böylece bütün silahlı kuvvetlerin Alman devletine değil Führer’e bağlılık yemini etmesi sağlandı.
Mart 1936’da Alman askerleri Avusturya’nın Almanca konuşan halkın olduğu bölgeye girdi. Genişeme politikası uygulamaya başlayan Hitler böylece 1939 Versay antlaşmasını da ihlal etmiş oluyordu. Hitler iki yıl sonra Nazi dalgası sayesinde Avusturya’yla birleşmeyi gerçekleştirmişti. Ve artık gözlerini Çekoslovakya’ya dikmişti. Çekoslovakya’yı da işgal eden Hitler’in gözü doymuyordu artık. 1939’un ilkbaharın da bu defa komşusu Polonya’ya döndü ve kısa bir süre içinde bu ülkeyi de Alman topraklarına kattı. Hitler Polonya işgal edildiği zaman ilk iş olarak Polonya’da ki asillerin, hükümet yetkililerinin, rahiplerin ve öğretmenlerin kurşuna dizilmesini emretti. Naziler önüne geleni öldürüyorlardı. Asker sivil ayrımı yoktu. O yıllarda Polonya’da üç milyon Yahudi yaşamaktaydı. Ve Nazilere göre Polonya’da yaşayanlar “ İnsandan aşağı yaratıklar” dı. Hitler’in en alt tabaka dediği Polonyalı Yahudiler evlerinden alınarak Getto denilen şehrin kenar mahallelerinde toplandılar.
Daha önce 50 bin kişinin yaşadığı bir mahallede şimdi yarım milyon insan yaşamaktaydı ve dünyayla ilişkileri kesilmişti. İnsanlar açlıktan kırılıyordu. Ölümler başlamıştı. Yetim ve kimsesiz çocuk sayısı giderek artmaktaydı. Tifüs ve tüberküloz ciddi boyutlardaydı. İnsanlar öldüklerinde cesetleri o gece caddelerde bırakılıyor ve üzerlerindeki kimliklerde toplanıyordu. Böylece insanlar onların yiyecek ihtiyaçlarını kullanarak bir gün daha kazanıyorlardı. İşte durum böylesine korkunç bir haldeydi.
Haziran 1941’de Hitler bu defada gözünü Sovyetler Birliğine dikmişti. Sovyetler Birliği’ne yapılan saldırının amacı bölgesel kontroldü. Aynı zamanda da komünizmi yok etmek isteyen ideolojik bir seferdi. Tabii saldırının bir diğer amacı da dünyanın en büyük ve kalabalık Musevi topluluğunun yok edilmesiydi. Sovyet Ordusu hazırlıksız yakalanmıştı. Almanlar sadece iki ay içinde 800 km ilerlemişlerdi. Sovyetlerin o zamanki başkenti Leningrad ‘ı kuşattıkları zaman Hitler subaylarına şehri ve içinde yaşayan üç milyon insanı yeryüzünden silme emri verdi. Emir kesindi. Teslim olsalar bile esir alınmayacaklardı. Günlerce bombalanan şehirdeki sivilleri, şehirlerini savunmak için siperler kazıp sığınaklar inşa ettiler. Fakat asıl düşman başkaydı. Otuz yılın en soğuk kışı onları bekliyordu. Elektrik , yakıt ve en önemlisi yiyecekleri yoktu.
Zena Cenurulova üç aylık bebeğini hayatta tutmaya çalışıyordu. Kadının biri ona şöyle dedi: “-Ne yapıyorsun sen? Çocuğun zaten yakında ölecek. Onun için bebeği bırak ta yiyeceğini kocana ver, bari o hayatta kalsın.” O kış Leningrad halkı için azda olsa bir umut ışığı doğmuştu. Yakınlardaki Ladoga gölü donmuş ve geçici bir demiryolu sayesinde gölün karşı kıyısında yiyecek ve malzeme getirilmesine olanak sağlanmıştı. Ve aynı yol insanlara kaçma şansıda vermişti. Zena Cenurulova’da ailesiyle birlikte kaçmayı denedi. Kaçışlarının dördüncü gününde bebeği öldü.Kaçışın sonunda da kocası öldü ve Zena Cenurulova tek başına kaldı. Kuşatma süresince Leningrad nüfusunun yarısı hayatını kaybetti. Ama şehir teslim olmadı. Ruslar üç kış dayanmayı başardılar. Tam 900 gün...
Alman ordusu ideolojik ve ırksal bir savaş makinesine dönüşmüştü. Her cadde, dükkan ve ev bir savaş alanıydı. Ordunun arkasında özel eğitimli öldürme birlikleri geliyordu. Bölgeler işgal edildikçe onların yok etme görevi de başlıyordu. Komünist yetkililer ve bütün Museviler herkes ölecekti. Bu grubun kasabalara gelir gelmez yaptığı ilk iş 16 ile 60 yaş arasındaki tüm Musevi erkeklerin kasaba meydanında toplanmasını istemek oluyordu ve hepsini acımasızca vurduktan sonra bir başka kasabaya geçerek aynı işe devam ediyorlardı. Bu öldürme grubu sistematik bir şekilde çalışarak altı aydan kısa bir sürede bir milyondan fazla Sovyet musevisini yakalayıp öldürmüştü. Bu özel öldürme timleri Ocak 1942’de 15 Nazi yetkilisiyle Berlin’in bir mahallesinde lüks bir villada bir araya geldiler. Amaçları Musevi sorununa nihai çözüm adını verdikleri imha planını organize etmekti. Ve bu planla Avrupa’daki sayıları tahminen 11 milyonu bulan Musevilerin tümünü yok etmek istiyorlardı.
İşgal altındaki Avrupa’nın Musevileri bir araya toplanmaya başlandı. Temmuz ayında S.Sler dikkatlerini Varşova’daki Musevi mahallelerine çevirmişlerdi. İnsanlara birer ekmek vererek vagonlara tıka basa bindirdiler. O yaz Varşova’daki mahalleden tam 300 bin Yahudi çıkarılarak götürüldü. Nisan 1943’de mahalledeki Museviler başkaldırdılar. Çaldıkları silahlar ve Molotof kokteylleri sayesinde tam teçhizatlı Almanları püskürtmeyi başardılar. Ama kısa bir süre sonra ölüm timleri geldi ve mahallenin bir çoğunu yok etti. Kalanları da alıp götürdüler.
Naziler’in ölüm mekanizması son derece organize ve etkili bir sistemdi. Bu acımasız sistem hükümet ve özel birimlerin işbirliğiyle oluşturulmuştu. Musevilerin doğum belgeleri toplanıyordu. Maliye bakanlığı Musevilerin mallarına özel şirketlerde iş yerlerine el koyuyorlardı. Naziler Musevilerin Alman sınırlarının dışında toplanmasına karar verdiler ve toplama kampları da böylece başlamış oldu.
Otuz büyük ölüm kampından altı tanesi Polonya’da kurulmuştu. Ve ulaşım kolaylığı için hepsi de demir yollarının yakınındaydı. Hitler’in özel emriyle Musevilerin toplama kamplarına taşınması Alman demir yollarının birinci görevi haline gelmişti. Oslo’dan, Paris’ten, Amsterdam’dan gelen yüzlerce vagonluk trenler Polonya’daki belli noktalara doğru akmaktaydı. Gardiyanların kısaca yük adını verdiklerini on binlerce savaş kurbanı bu ölüm vagonlarında kendilerini bekleyen kadere doğru yol almaktaydılar.
Sığır vagonlarına bindirilen Museviler beş gün beş gece tam bir işkence içinde aç bilaç yolculuk ettiler. Yolculuğa dayanamayan pek çok insan hayatlarını o vagonlarda kaybettiler. Cesetleri yerlerdeydi. İçerdeki koku inanılmaz boyutlardaydı. Dışkı, idrar, ölüm ve açlık, korku ve bilinmezlik bütün vagonları sarmıştı. Beş günün sonunda dayanılmaz yolculuk bitti Vagon tahtalarının aralığından bakan genç bir çocuk birden tabeladaki yazıyı gördü: Auschwitz.
Auschwitz Nazi Almanya’sının en büyük ölüm kampıydı. Ve bir zamanlar Musevilerin olan bir bölgeye kurulmuştu. Bu dev kamp bir merkezin etrafında serpiştirilmiş kırk beş küçük kamptan oluşmaktaydı. Kampın alçak ve işaretsiz bırakılan barakaları bundan böyle yüz binlerce müsevinin evi olacaktı. Gelenler arasında çalışamayacak kadar zayıf genç ve yaşlı olanlar derhal öldürüldü. Bu cinayetler bazen opera parçaları eşliğinde gerçekleşti. Kalanlarsa pirelere karşı ilaçlandı, traş edildi ve seri numaralarıyla damgalandılar. Sağlıklı olanlar bir köle gibi SS ler tarafından Alman şirketlerine kiralanıyorlardı. İş sabah altıda başlıyordu. İşçilere öğlen bir tas şalgam çorbası, akşamları da bir dilim ekmek veriliyordu. Esirleri tıbbi deneylerde kullanılıyordu. Kısırlaştırma, hadım etme ve dondurma bu deneylerden bazılarıydı. Esirler SS doktorları tarafından devamlı olarak muayene edilerek işe yarayıp yaramadıklarına karar verilirdi. Kimin yaşayamayacağına kamp komutanı karar verirdi. Onlar cilalı çizmeleri ve jokey kırbaçlarıyla otururken esirler önlerinden çırılçıplak geçerdi. Geçiş sırasında esirlerin kalpleri duracak gibi olurdu. Çünkü sağa derlerse numarayı alırlardı ve bunun anlamı da ölmek demekti. Eğer sola derlerse bir gün daha hayatta kalırlardı. Esirlerin öldürüldüğü gaz odasını SS ler hazırlardı. Tavandaki deliklerden odaya etkili bir haşere ilacı olan Zevklon kapsülleri atarlardı. Kapsüllerden yayılan bu öldürücü gaz 15 dakika içinde etkisini gösterirdi. Zehirli gazın etkisi geçtikten sonra ceset yığınlarıyla uğraşmak işi de yine esirlere kalmaktaydı. Bu gaz odalarında her gün altı bin kişi kalmaktaydı. Binlerce ceset kendilerini bekleyen fırınlara atılmadan önce dişlerindeki altınlar sökülmekteydi. Saçları da kesilerek şilte yapımında kullanılmaktaydı. Külleri de gübre görevi görmekteydi. Nazilerin nihai çözümü Avrupa’daki Musevilerin üçte ikisini ortadan kaldırdı. Bu altı milyon erkek, kadın ve çocuk demekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.