HAYALGÜCÜ VE GERÇEK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Herkesin gerçek hakkında bir fikri vardır. Dünyada yaşamış ve hala yaşamaya devam eden pek çok insanın gerçeği dinsel verilerin etkisiyle belirlenmiştir. Geriye kalan azınlığı birkaç parçaya bölerek sınıflandırabiliriz. Bu parçalardan bir tanesi olan inançsızlar grubunun gerçek hakkında değişebilir ve esnek görüşleri vardır. Bazı gruplar tek gerçekliğin madde olduğu görüşünde birleşmişler. (Yeri gelmişken belirteyim, bu deneme ontolojinin sınırlarında dolanıp felsefi bir mesaj vermeyi ve gerçek hakkında teoriler üretip safsata yapmayı amaçlamıyor. Ancak konumuz gereği biraz felsefe, biraz da bilimsel gelişmelerin ışığı altında hepimizin küçümsediği oyunlar, sanal gerçeklik ve tüm bu unsurları kapsayan olguların geleceği hakkında zihin jimnastiği yapacağız.) görüldüğü gibi gerçeklik hakkında insanların hem fikir olmasını beklemek çok iyimser bir yaklaşım olacaktır. O halde, gerçek nedir sorusunu cevaplayabilmek şu yüzyılda pek mümkün gözükmüyor. Dünya koşullarına adapte olan insanı ve onun çevre şartlarını ele aldığımızda gerçeklik kavramı biraz daha sarsılıyor. Şunu bilmeyenimiz yoktur; insan (diğer hayvanlar da) dünya böyle olduğu için nesneler karşısında algılarımız şuan tecrübe ettiğimiz verilere ulaşmıyor, aksine şimdilerde bu şekilde algıladığımız için dünya verilerini farklı şekilde bize sunuyor. Gerçekte verilerin sunuşunda bir öznellik söz konusu değil, insan kullandığı çevreye uyumlu kabuğu olan bedenin merkezinde konumlu beyninin çalışma prensibine göre işine yarayan verileri işine geldiği gibi analiz etmesini öğrenmiş. Işık, renkler, gördüğümüz nesneler ve günlük hayatta kabul ettiğimiz bazı gerçekler sırf varlığımıza fayda sağladığı için olduğundan farklı birer verilere dönüşürler. Bu kaynakların gerçekte ne tür bir yapılarının olduğunu bilmek zor olsa gerek. Bu kör bir insanın renkleri tarif etmesinden ziyade, renklerin içinde uyandırdığı duyumsamaları yazıya dökmesi kadar olanaksızdır. Bir anlığına çevremizi edindiğimiz bilgiler ışığında değerlendirecek olursak gerçekliğe yaklaşma hususunda tek bir adım dahi atamayız ancak çevrenin sanılarımızdan çok daha farklı olduğunu hissetmemiz açısından faydalı olur. Örneğin şuan çevremizde gördüğümüz tüm nesnelere bir göz atalım. Duvarlar, masa, ekran ve nice eşya bildiğimiz görünüşleriyle alışık olduğumuz konumlarında duruyorlar. Şimdi kuantum gözlüğümüzü takıp çevreyi bir daha gözleyelim. (hayali gözlüğümüz gerçekliğin yalın halini gösterme gücüne sahip bir araç değil, sadece edinilen bilgilerle çevrenin nasıl olması gerektiği hakkında birkaç unsuru hissettirebilen bir araçtır.) Gözlüğümüz nesnelerin molekül düzeyinden biraz daha aşağılara inip atom dizilişlerini net şekilde görebileceğimiz bir konumu algılamamızı sağlıyor. Kafamızı her çevirişimizde gördüklerimizin aslında birer enerji yumağı olduğunu algılarız. Birbirini tutan ve bir zincir gibi birbirine bağlı sayısız atomun dans ettiği duvarlar, masa, ekran ve daha nice eşya.. Kuantum gözlüğümüzün ardında bir ışık yoktur, cisimlerin rengi de yoktur, öyle ki ışık bile parlak değil. Algıladığımız her nesnenin parçacıkların birleşmesiyle oluştuğu bir tür yarı mamul konumundaki bu tablo ürkütücüdür. Yine de belirtmemiz gereken bir husus var. Yüzyılımıza kadar edinilen bilimsel bilgilerin potansiyeliyle bize maddenin gerçek halini gösterme çabasındaki kuantum gözlüğü aslında hiçbir işe yaramaz. Çünkü evrene bakmak demek yanılıyor olmak demektir. Uyarıcıların kortekse ulaştırdığı verilerin işlenerek gerçekleştiği sıradan algı eylemi evrensel gerçeğin kıyısından geçmeyecektir. Öznel bir görme eylemi bize gün ışığında yolumuzu bulmamızda yardımcı olabilir ancak asla gerçeği görmemizi sağlayamaz.
SANAL ALEMİN GELİŞMEYE EN ELVERİŞLİ KOLU OLAN OYUNLAR
İnternet tamamen dijital verilerle iş gören bir mekân olduğu için sanal bir yapısı olduğunu söyleyebiliriz. Oysa facebook, twitter gibi sosyal paylaşım mekânlarından her türlü blog’a kadar bu sanal mekân hayatımızın her anına sızmış gibi. İlişki durumunu değiştirdiği için kavga eden eşler, bir köşeye yazdığı yorum için öldürülen insanlar, gündeme yön veren twitler sanal yaşamın gerçeğimiz olarak belirlediğimiz yaşantımıza ne derece etki ettiğinin güzel birer örnekleri. Sanal kelimesinin anlamını bulduğu yegane ortam ise simülasyonlar ve oyunlar olarak iki maddede gösterebiliriz. Simülasyonlar geliştikçe insan gerçekle sanal yapıyı ayırt etmekte zorlanabilir. Oyunların amacı tüketiciye gerçeklik duygusunu eğlenceli bir şekilde sunmak olduğu için oyunların da gerçek hissine yaklaşmasını kaçınılmaz olarak görmeliyiz. Tüm oyun eleştirileri seslerin, görselliğin önemine dikkat çekmektedir. Yeni nesilde yapımcıların oyunlarda es geçemeyeceği tek unsur günün teknolojisine uygun grafikleri kullanma çabası olacaktır. Oyunlar gerçekliğe yaklaşımıyla değerlendirilir ve oyuncunun aslında tek beklentisi gerçek dışı bir ortamda gerçekliğin izini aramasına yardımcı olacak yapımlarla karşılaşmaktır. Teknoloji ilerledikçe yapımcılar oyuncuların bu beklentilerini daha kolay tatmin edeceklerdir. Eski nesil konsollar eğlenceli oyunlarla insanları gıdıkladı diyebiliriz. Ancak buz dağının görünmeyen kısmında insana oyunda olduğunu hissettirmeyecek kadar gerçekçi veriler kullanan kompleks yapımlar dolaşmaktadır. Korkarım ki gelecek nesillerin oyunlarında kişinin oyunda olduğu hissiyatının kaybolacağı bir düzenek kurulursa bu yasaklanabilir. Bu tür oyunlar kişide bir uyuşturucu etkisi yaratacak ve belki de sağlık açısından sakıncaları olacaktır. Hayal edin; kafamıza taktığımız teknolojik bir aletle önceden programlanmış zihinsel bir oyunun başkahramanıyız. Belki bir savaşçı belki yüzlerce zombinin çevrelediği bir şehirden kaçmaya çalışan sıradan bir mağdur olabiliriz. Değişmeyecek tek şey aksiyon, gerilim ve şiddet öğeleri olacaktır. Sanal gerçeklik kişide yaşam gerçekliği etkisi yaratabilecekse tahmin edileceği gibi bu tür oyunların sonucunda pek çok kişi aşırı heyecana bağlı kalp krizi sebebiyle ölecektir. Hangi insan bedeni günümüzde oynanan 30 saatlik oyunlardaki aksiyonun heyecanını ve gerilimini kaldırabilir. Uyuşturucu etkisi ele alındığında şu tür sonuçlarla karşılaşırız. Geleceğini kaçınılmaz olarak gördüğüm zihinsel oyunlar bir yaşam ekollüne dönüşebilir. Gerçek hayat kusursuz ve yeganedir ancak üst satırlarda gerçekliğin doğasında belirttiğimiz gibi algıladığımız yaşam bile bir simülasyon gerçekliğinden farksızdır. O halde çoğu insan gerçek yaşantının monotonluğu ve yabanıllığından kaçıp zihinsel maceranın kendisine sunduğu gerçeklerle ayırt edilemeyecek kadar benzeşen oyunlara bağlı kalacaktır. Gerçek hayatta sonu mutlulukla biten kahramanca hareketler yapabileceğimiz an sayısı 60 yılda birkaç kez gerçekleşecektir. Oysa bir oyunda, oyunun bizim duygularımızı tatmine yönelik çabası da düşünülünce hayatımızın kahramanı olacağımız öngörülebilir. Yalnızlıktan bunalan insanlar için eş bulabileceği bir ortam vaat edecektir sanal gerçeklik. Tüm duyularımıza hitap eden, beynimizin tüm kıvrımlarını kuşatan bu oyunlar gerçek yaşama değişeceğimiz bir yapıda olacaktır. Kimi bilim kurgu filmlerinde sanal gerçekliğe atıfta bulunulsa da insanlığın geleceğinin varacağı bu aşama ne güçlü bir hayal gücüne ne de profesyonel akılların ortak kararından çıkma görsel tarifli bir anlatıma ihtiyaç duymaktadır. Beynimizin yapısı hakkında ufak bilgilere sahip biri oyunların kaçınılmaz değişimin kısa zamanda gerçekleşeceğini tahmin edebilir.
İNSANIN CENNET HAYALİ GERÇEK OLUYOR
Söz konusu beyine önceden tanımlanmış mesajlar göndererek insanın duyumsamalarında istenilen etkiyi yaratmak olunca devreye hayal gücünün eşsiz kıvraklığı giriyor. O halde hayal edelim. Gizli köleliğin tüm dünyada egemen olduğu yüzyılımızda insanlar amaçlarını gerçekleştirmek uğruna kaçınılmaz bir şekilde sömürüye maruz kalıyorlar. Hayatlar, emekler ve yaşamın pek çok unsuru üretim çabası için birkaç kuruşa satın alınabilecek değere düşürülmüş durumda. Oysa bir insan kendi hayatının kahramanıdır ve hayata son anına kadar çalışarak yaşamak için gelmiş olamaz. Ne yazık ki günümüzün ekonomi anlayışı şuan süregelen ekonomik modelin dışında bir alternatifin olmadığını insanlara dayatır. Zaten uygulanan ekonomi düzenine karşı çıkıp bunu değiştirme çabasına girebilecek yetkinliğe sahip bireyler geçerli düzenin dönen çarklarından en fazla nasiplenen kişilerdir. Bu kısır döngüyü hatırlatıp ne kadar saçma bir dünyada yaşadığımızı belirterek canınızı sıkmak istemezdim ancak çalışma hayatında geçirilen uzun süreler sonunda insanlar bunalıma sürükleniyorlar. Hayal gücümüzün ihtiyacı olan da bunalan insanların varlığıdır. Sert çalışma koşullarının neticesinde aile yapısının da düzeni bozulabilir. Mutluluk hissini tatmayan, mesailer sonunda edinimleri sadece aylık ihtiyaçlarını karşıladığı için kısır bir hayat yaşayan birey farklı bir hayatı arzular. Ortalama gelire sahip olsa bile hayatının yarısını masa başında geçiren bir insan harekete ve adrenaline ihtiyaç duyar. Hangimiz hayatımızın bazı anlarında hiç bilinmeyen ancak eşsiz güzellikte bir yere kaçmak istememişizdir. Hayal gücümüzün ihtiyacı olan ikinci yakıt bu kaçma hissidir. Bu iki unsuru birleştirdiğimizde elimizde sanal gerçekliğe varlığını adamaya hazır bireyler olduğunu görürüz. Hiç bitmeyen meyveler, altın şeklinde akan ırmaklar ve huriler bir cennet içeriği için ne kadar çekicidir bilemem ancak insanın kendi cenneti yaşadığı sıkıcı hayatı sonucunda zihninde şekillenmiştir bile. Bir gün, beynimizin merkezinde sımsıkı sakladığımız ve bize umut olan bu cenneti açığa çıkaracağımızı ve mutlak bir tatmin hissiyatıyla yaşamımıza devam edeceğimizi biliyorsun okuyucu. Şimdi sana kıyak yapıp kendi aklımdaki cennetin içeriğini ifşa edeceğim.
AKLIMDAKİ CENNET.
Şu yaşıma kadar (33) çevrede gördüğüm nesnelerin yardımı olamadan ne bir mekân tasarlayabilirim ne de şaşkınlık verecek bir varlık. Hayatı üç boyutlu algılayıp iki boyutun az çok etkilerini bildiğimiz için aklımızda oluşturabileceğimiz tüm canlı veya cansız nesneler en azından bir en ve boya sahip olacaktır. Hayal gücümüze sekte vuran en temel gerçek bu sınırdır. Ancak güzel kokunun değerini bilirim. Hangi manzaranın insanın içinde hayranlık duygusunu aktif hale getirdiğini seçebilirim. O halde ben güzel bir cennet tasarlayabilirim. Amaç güzel cennetse bunu çoğu insan yapabilir ancak gerçek amaç öznel cennete ulaşmak olduğu için çoğu insanın cenneti bizde dehşet hissi uyandırabilir. (gözünüzü kapatıp sapkınların zihinsel cennetini hayal edin)
Hiçbir nesnenin bıkkınlık verecek kadar tekrar etmediği en güzel doğa tablolarından çıkma mekânlar, tamamen ortadan kalkan görecelik saçmalığı sonucunda damakta en iyi hisleri veren her çeşit yiyeceklerle donatılmış devasa ziyafet sofraları, ete gömülme hissiyatından uzak duru sevişme anları, kaybetme seçeneği bulunmayan destansı savaşlar, insanı bir gölge gibi takip eden kahramanlık ve beğenilme duygusu… teknolojiden oldukça uzak ancak mahrumiyetin olmadığı bir yaşam.. hiç bitmeyen bir özgürlüğe eşlik eden keşifler, sınırları özellikle ortadan kaldırılmış mekanın görülmesi gereken gizli yerlerine yapılan yolculuklar.. Sizce de yaşamaya değer değil mi?
YORUMLAR
Bence hayat her şekilde yaşamaya değer. Onu cennet yapan da, cehenneme çevirecek olan da kişinin kendisi. Ama bazen elde olmayan nedenlerle de olur bu ona bir sözüm yok tabi.
***
Bu arada yazınızın uzun olması sorun değil ama paragrafları çok uzun tutmanız gözü çok yoruyor. Ufak bir not olarak eklemek istedim.
Sevgiler,