- 510 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
17 NİSAN ATEŞİ
Cumhuriyet sonrası dönemde, ülkemizde, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yeni bir atılım başlamıştı. Hem okuma yazma oranının yükseltilmesi,hem de eğitim kırsal kesime yaygınlaştırılması konularında güçlüklerle karşılaşılıyordu.
Önceleri köy eğitmenlerinin yetiştirilmesiyle başlayan çalışmalar olumlu sonuç verince, Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Köy Enstitülerinin kuruluş çalışmalarına başlanıldı. Nisan 1940 tarihindeki Köy Enstitüleri yasanın çıkarılmasıyla, kırsal kesimde yeni bir dönem başlamış oldu.
Hasan Ali Yücel ile birlikte Köy Enstitülerinin yaratıcısı ve kurucusu olan o dönemin İlköğretim genel müdürü Hakkı Tonguç, hemen işe koyuldu. 1940-1943 yılları arasında ilk olarak 14 Enstitü kuruldu. Sonra bu sayı 21’i buldu. 1942’de Hasan Oğlan Yüksek Köy Enstitüsünün kurulmasıyla, hareket tüm Anadolu’ya yayıldı. Köy Enstitülerinin amacı boz kırları yeşertmek, vadileri gürbüz yaşantılarla şenlendirmekti.
Gerçekten boz kırlar yeşerdi, vadiler şenlendi. Okumaya, öğrenmeye susamış yoksul Anadolu çocukları, karanlıkları yara yara bir araya geldiler.El ele tutuşup horona, halaya durdular.Anadolu ’nun göbeğinde bir ateş yaktılar. Her Enstitü’nün açılışıyla daha bir büyüyen, güçlenen, karanlıkları aydınlığa dönüştüren bir ateş yaktılar. 17 nisan ateşiydi bu. Yüzleri ışıkla parlayan yoksul köy çocuklarının ateşiydi bu.
Şair Ali Yüce, içinde yanan bu ateşi" Atatürk selam göndermiş" adlı şiirinin son dizelerinde şöyle anlatır:
"....................
Yıl 1946 Düz içi Köy Enstitüsünde
Ekmeğinde ışık söndürdü Tonguç
Eşitlik özgürlük sürdü
Sevgi doldurdu gönlüme
Bin yıllık uykudan uyandım.
Bir gramcık bilgi için
Tırmanmadık yokuş koymadım ben
Saç döktüm ömür tükettim
Öğrenmeye doymadım ben.
........."
1940’lı yıllarda Köy Enstitüleri, yeni bir kültürel uyanışın harlandığı ocaklar olmuşlardır. Toplumcu- gerçekçi sanat anlayışının ilk örnekleri, bu dönemde görülmeye başlamıştır. Köy ve köylünün sorunları ön plana çıkmış, köye yönelik edebiyat hareketi güç kazanmıştır. Şiir de, romanda, öyküde, edebiyatın her dalında toplumsal sorunlar işlenmeye başlanmıştır.
Köy Enstitüleri, ülkemizde pek çok sanatçı, edebiyatçı kazandırmıştır. Bunların içerisinde Fakir Bayburt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran’ı başlıca isimler olarak sayabiliriz.
İşte bu güzel insanlardan biride Anadolu ağzıyla yazdığı şiirlerinde, Köy Enstitülerinin Öyküsünü anlatan Ozan Nebi Dadaloğlu "Hani Benim Ganat Çırpan Guşlarım" başlıklı şiirinde o günlerin sevincini dile getirir.
"Yaman çavdı yıldızlar, garanlığı yaman
Sakınma otlardan böceklerden gyrtlardan aman
Ve ganat çırptı aka güvercinler bölük bölük
Kızıl çullu’dan, Ak dağdan Ak pınardan, Ak sudan!
Yollara döküldü Ayşeler Fatmalar Meyrolar Memolar
Omuzlarda gıl heybe ayaklarında gıllı çarık
Horona kalktılar goca müdürle halka halka
Pazarören’de, Yıldızelin’de, Beşikdüzün’de, Düziçi’nde!
Bentler çekildi gayalar söküldü yerli yerinden
Yarasalar uçamaz oldu guzgunlar döndü havada
Bir yıldız çavdı bir yıldız çavdı yüceden yüce
Hasanoğlandan Ortaklar’da Pulur’da Cılavuz’da!
Memed’ler "tuu" deyince gazmalara
Korkunç soludu engerek yılanı korkunç
Kırmızı güle geçince güneş başkalaştı pırıl pırıl
Savaştepe’de, Kepirtepe’de, Arifiye’de Çiftelerde!
Gımıldadı Anadolu gımıl gımıl hani benim ganat çırpan guşlarım
Çiftliklerim İşliklerim Derslerim
Hey sis dağı sis dağı gurulacak horonlarım
Gönen’de Gölköy’de İvriz’de Dicle’de Enris’de!..."
Ne yazık ki bu sevinç uzun sürmeyecekti. Çünkü egemenler güçler, gerici güçler Anadolu’nun dört bir yanında kır çiçekleri gibi açan ve hızla boy veren Köy Enstitülerinden tedirgin olmuşlardı.Karanlığa karşı aydınlığın, geriliğe karşı ilericiliğin mayalandığı, harmanlandığı bu güzelim ocaklara karşı karalama kampanyaları başlattılar.
Köy Enstitülerinin ışığından korkan güçler, kır çiçeklerini soldurmakta gecikmediler. 1946 yılından sonra, önce yozlaştırdıkları bu ocakları daha sonra tamamen kapattılar.
Köy Enstitülü bir yazar olan Talip Apaydın o günlerden şöyle söz eder:
"Evet bu destanlık, bu romancılık çalışma sekiz, on yılda olup bitti. Suyunu kesip kurutmasalardı, O bahçe daha genişletilebilseydi, bütün yurdu, bütün köylüyü içine alsaydı bu yurt şimdiye belki baştan başa okumuş insanlar bahçesi olacaktı. Koca bahçıvanın asıl düşü oydu. 20 Köy Enstitüsü 40 bin köyün çekirdeği idi. Oraya doğru gidiyorduk. Elektriksiz köy, susuz kır, işlenmemiş kafa, yontulmamış gönül kalmayacaktı. Bu ülke baştan başa aydın insanların, çalışkan insanların ülkesi olacaktı."
Köy Enstitülerinin kuruluşunun 64. yıl dönümü olan 17 Nisan 2004 yılında, bu günkü kuşaklara düşen görev, Köy Enstitüleri olayının tüm yönleriyle incelemek ve ondan gerekli dersleri çıkarmaktır. Köy Enstitüsü deneyiminden çıkarılan sonuçlarla kırsal kesimde, günümüz koşullarına uygun, yeni bir eğitim ve kültür hareketinin örgütlenmesi görevi, her zaman önümüzde durmaktadır.
Yazımızı sevgili Mehmet Başaran’ın 17 Nisan ateşini söndürenlere cevap niteliğindeki dizeleriyle noktalayalım.
Şanlı belde bir gül açsa
Uykuları kaçar Bolu beyinin
Çünkü kırmızıdır gül
Halkın ve toprağın uyanışına benzer
Bir değil bin gül açıyordu Anadolu’da
Ekmeği ikiye bölsen
Aydınlık sesi duyuluyordu halkın
Köyleri tutmuştu aşkın ve terin hünerleri
Bir oldular da Bolu beyiyle
Kapattılar Enstitüleri...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.