- 596 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GERÇEK YILDIZ
GERÇEK YILDIZ
Salim rengarenk çiçeklerle kaplı bir alanın içinden yürüyerek ilerliyor, parkların birinden diğerine geçiyordu. Palamut ağaçlarıyla kaplı parklardaki bankların üzerinde eğleşti bir müddet. Gelen gidenlere bakarken, yeşermiş ağaçların hoş görüntüsü ile meltemin hafiften estiği doyumsuz tabiat, onu kendisinden geçirmişti. Tam bir kağıt kalem alıp bir şeyler karalamayı bile düşünürken, arkadaşı Taner’in geldiğini fark etti.
-E, ne yapıyoruz şimdi? diye sordu arkadaşı.
-Otur şöyle, dedi Taner’e. Daha bir saatimiz var. Şu huzuru yaşayalım biraz.
-Ben, böyle konserdir, tiyatrodur ,bunun gibi ortamları sevmem, ancak adamla beraber
çalışıyoruz. Gitmezsek ayıp olur, diye devam etti.
-Adam kırk yılını sanata vermiş, bizimle çalıştığına bakma, çok popüler bir sanatçı, dedi arkadaşı. Arkadaşları “Senin Türk okulunun öğretmenleri nerede?”
diye sorsalar, ne der? Gerçi bize ihtiyacı yok, ama gitmezsek gerçekten ayıp olur, çok da ısrar etti.
Ağaçlık alandan geçip, yavaş yavaş meydana doğru süzüldüler. Genci, yaşlısı herkes meydanı doldurmuştu. İnsanlar gün boyu yaşadıklarını unutmuşlar, hoşça vakit geçirmeye çalışıyordu. Herkes günlük sıkıntılarını unutmakta ne kadar marifetliydi. Gezenler, fotoğraf çekilenler, kur yapanlar , banklara oturanlar…Bu yer şehrin en ünlü meydanıydı. Burası şehrin nabzı gibidir. Her haber buraya ulaşır, insanlar günün sıkıntılarını burada atarlar. Arkadaşlar birbirleriyle burada buluşurlar. Önemli etkinliklerin yeri hep burasıdır. Bayram namazları bile burada kılınır. Kısacası burası şehrin nabzı olduğu gibi, beyni ve ruhudur da.
Oradan yavaş adımlarla batıya doğru yöneldiler. Ana caddeden konserin verileceği binaya doğru ilerlemeye başladılar. Bahar mevsimi adeta caddelere taşmış gibiydi. Bu insanlar zaten çiçeği çok sever. Mevsim insanlarla bütünleşmişti adeta. Bazılarının elinde güller vardı; kızıl güller, beyaz güller… Kalabalıklar hep bir yerlere akmaktaydı… İşte böyle bir ruh haliyle, böyle güzel havalarda insanlar gece geç saatlere kadar dışarılarda bulunmaktan kendilerini alamazlar…
Konser salonu hayli kalabalıktı. Davetiyelerini gösterip içeri girdiler. Tanıdık birçok yüz vardı, ancak onlar sakin bir köşeye geçip oturdular. Bu onların arkadaşları ünlü bestekar Nurbek’in “ kırkıncı sanat yılı kutlaması”ydı. Öğretmen olarak aynı okulda çalıştıklarından konser onları ilgilendiriyordu. Bu orta boylu, tombul bedenli, sevimli görüntüsünün yanında beyefendiliği ve mütevazilği hiçbir zaman elden bırakmayan sanat adamını, hep güler yüzlü ve neşeli görürlerdi. Akerdeonunu yanından hiç ayırmaz, milli marşları bile bu aletiyle çalardı. Müzik söyleyenlere hep sırtında taşıdığı bu can dostuyla eşlik ederdi. Bir çok güzel bestesi vardı. O insanların gözünde Alatoo’nun ,Tanrı Dağlarının çocuğu, yankılanan sesiydi adeta. Bestelerini içeren kitabındaki resimler, onun hayatından çok, cefakar Kırgız halkının tarihi bir özeti gibiydi…
Sunucu şen şakrak söz ve tavırlarıyla, bir alkış tufanı içinde programı başlattı. Nurbek’in sanat ve kültüre verdiği hizmetler bir bir sıralandı. Besteleri değişik sanatçılarca kusursuzca icra ediliyor ve her seferinde derin bir coşkuyla salon inliyordu. Konser; sahne, dekor, kostümler, müziklerin çağrışımları ve seyircilerin katılımıyla tek kelimeyle muhteşemdi..Müziklere rengarenk ışıklandırmalar da uyum sağlayınca, doyumsuz bir atmosfer ortaya çıkmıştı. Seyirciler bu programlara titiz giyimleriyle gelir ve büyük bir dikkatle seyrederler zaten. Küçük taşkınlıkları dahi hoş karşılanmaz, uyarılırlar. Bu ortamda küçük düşmek, çok derin iç yaralara yol açar. Bunu kimse göze alamaz, bu yüzden çok dikkatlidirler.
Dağların azameti, yaylaların serinliği, kuşların şakıması, suların çağıldaması, karların soğuğu, yağmurun bulutu, sevenlerin umudu salona sinmişti. Sanat camiasının bu küçük dev adamını insanların gözünde en çok büyüten yönü de; iyi bir eş, iyi bir aile babası olmasıydı. Sanatçıları yakından tanıyanlar, sanatçıların özel hayatlarındaki bunalımlarına, mutsuz kişiliklerine, parçalanmış aile düzenlerine yakından şahit olmuşlardır. Eşi Kanıkey Hanım da bir müzisyen sanatçıydı. Birçok sanatçının aksine, onlar ölümsüz bir tutku ile bağlıydılar, söylenenlere göre. Sahneye çıkan ve bir müziğini seslendiren sanatçı arkadaşı kendilerinin Sovyetler zamanında, komünizme âşık olduklarını, Nurbek’in ise eşine ve ailesine aşık olduğunu söylüyor, örnekler veriyordu. Sonuç olarak o, bir tip değil, bir karakter adamıydı.
Sırası gelen bir çok sanatçı, sahneye çıktı. Saatler birbirini kovalamaktaydı. Sanatçıların her biri diğerinden daha yürekten parçalar söylüyordu. O kadar etkiliyeci icra ediyorlardı ki, Kırgız dil ve kültürünü hiç tanımayan bir insanın bile bunlardan etkilenmemesi mümkün değildi.Tam coşkunun dorukta olduğu bir zamanda, bir şey Salim Bey’in dikkatini çekti. Sol taraflarında, biraz ileride grup halinde gelip oturmuş aileler vardı. Her biri zevkle programı seyrederken, çiftlerden birinin erkeği uyuyordu. Hem de öyle böyle değil, koltuğa gömülmüş gibi, başı karısının omuzu hizasına düşmüş, güzellik uykusuna yatmış gibi uyuyordu. Kadın mahçup ve üzgün bir halde, bir diğer insanlara, bir kocasına bakıyordu. Salim Bey de “Kadın acaba şaplağı ne zaman indirecek?” diye endişeyle genç hanıma bakakalmıştı.
Bir an için aynı sahneyi eşi Necla ile kendisi için hayal etti. “Acaba aynı şeyi biz yaşasak ne olurdu?” diye söylendi. Eşi büyük bir hışımla dürter, fısıltılı ancak derinden bir ses tonuyla azarlar, baktı gördü olmayacak “Sen beni buraya rezil etmeye mi getirdin ya! Sende hiç elden günden utanma yok mu?” der, çeker giderdi belki de. En hafif şekliyle insanlar içinde rahatsızlığını belli eder, “Haydi bakalım, bir daha seninle yola çıkanın…”diyerek başını sallar, hem kendisini, hem kocasını hem de oradaki herkesi huzursuz ederdi. Bu kavga evde de devam edeceğine göre, daha büyük felaketlerin de onu takip etmesi şaşılacak bir şey değildi… Salim, Taner’in karnını dürterek başıyla işaret etti.
-Hadiseye bakar mısın?
-Be adam, uyuyacak yer mi bulamadın? Ele güne karşı şuna bak! Dedi arkadaşı.
-Sen asıl kadına bak, dedi Salim. Ne kadar sıkılıyor, ama belli etmiyor. Bizimkiler olsa, yanmıştık"
-Hiç şüphen olmasın, dedi Taner.
Genç kadın, eline aldığı mendili ,sıcaktan yanmış gibi iki tarafa sallıyor, bir yandan da arkadaşlarına gülümsüyordu. Herkesin daha çok dikkat kesildiğini anlamış olacak ki, kocasını
koruma refleksiyle onun başını küçücük elleriyle okşuyordu. Zayıf solgun yüzünü kocasının başından kaldırdığı zaman, patlak gözlerini kısan, küçülten tebessümü, onu, yavrusunu koruyan ceylan kadar masum gösteriyordu. Az sonra program sona erdi. Genç kadın, kocasını kaldırdı. Hiçbir şey olmamış gibi gülüş cümbüş muhabbetle yola çıktılar. Salim, o anda genç hanıma mümkün olsa bir buket gül vermeyi geçirdi hayalinden. Nurbek’i ayakta alkışladılar. Onun sanat dünyasında haklı bir üne sahip olduğu bir kez daha anlaşılmıştı. Ancak Salim için orada keşfedilmeyen bir yıldız vardı. Adı neydi bilmiyordu ama, kocasına her şartta sahip çıkan, başkaları yerine yüreğinin sesini dinleyen ufak tefek kadın, onun gözünde gecenin gerçek yıldızıydı…
Konser çıkışında bir taksi tutarak evin yolunu tuttular.
-Keşke bizim hanımlar da gelseydi, dedi Salim. Çok şey kaçırdılar.
-Benden günah gitti, söyledim, dedi Taner. Zorla güzellik olmuyor ki! Fakat bir daha böyle bir program olursa zorla götüreceğim.
Saat 12’ye doğru Salim eve geldi. Zili çaldı, hanımı uykulu gözlerle onu karşıladı.
-Nasıl geçti konser? Gittiğinize değdi mi? Genç adam, bir yandan elbiselerini asıyor, bir yandan da eşine cevap yetiştiriyordu:
-Çok güzel bir fırsatı teptin, dedi. Gelseydin neler görecektin!
-Beni yeni mi tanıyorsun Salim, dilini anlamadığım müziği ne yapayım ben? dedi genç kadın. Beni her yere götürmek istiyorsun sen de? Başka ?
-Bir de çok hoşuma giden bir şey oldu.
-Hayırdır?
-Konsere gelen bir kadının kocası uyuyordu.
-Eee, ne var bunda?
-Kadın kocasına kızmak yerine, onu idare etti ve hiç kızmadı.
-Sonra?
-Güle oynaya gittiler. Kadın hiç kızmadı…
-Ben seninle cemiyete gideceğim, sen uyuyacaksın, ben de sana “aferin” diyeceğim, öyle mi?
-…………….
-Hem sen, demek konsere değil, elin karılarına bakmaya gidiyorsun öyle yerlere? Ayıp, diyerek yatak odasına geçti.
YORUMLAR
Güzeldi.
Ben de Azerbaycan dayım.
Yazacak çok şey var aslında buralarda.
Değişik insanlar, değişik kültürler, değişik coğrafyalar.
Vaktimiz çokça olmuyor.
Bu güzel kalem gibi, gördüklerimizi sıkça yazıya dökebilsek.
Bir de;
Yazmadan duramayacağım.
Yazarın affını sığınıyorum.
Bu Türk okullarına karşı, inanılmaz bir sevgim vardı.
Azerbaycan'a geldiğimde, ilk ziyaret ettiğim yer Türk okulu oldu.
Şimdi,
Hoca Efendi tarumar etti her şeyi.
Sildi süpürdü tüm sevgimizi.
Yazık oldu.
ünver pazarlı
Okullar hakkındaki görüşlerinize de katılıyorum. Biz millet olarak hep işletiliyoruz. Seviyoruz, kandırılıyoruz. Tarihimiz de böyle maalesef. Sevgi ve muhabbetle.