- 1135 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ADALAR VAPURUNDA BİR YABANCI..
Muharrem Ceylan..
Yazar..
Metrodan koşarak çıktı.Hızlı adımlarla yürüyen merdivenleri tırmandı.Adalar İskelesine geldiğinde etraf insan kaynıyordu.Beş dakika geçmemişti ki vapur iskeleye yanaştı..Yine içerisi tıklım tıklımdı;
ikinci katın merdivenleri bile doluydu..Hiçbir görevli geminin istiap haddini aştığını duyurmadı bile..
Acı,acı çalan düdük sesiyle bir hayli yaşlı araç suları yara,yara hareket etti..
Hiçbir Batılı Ülkede bu şekilde bir aracın hareket etmesine müsaade edilmez diye düşündü..Ama onun çok daha önemli;yapılacak işleri vardı..Evet altı yıldır yaşadığı,son yıllarda tutkuyla bağlandığı
harika kenti,yabancı birinin gözü ile anlatan bir kitap yazacaktı..Bütün hazırlıklarını buna göre yapıyordu..Hedefi de bu zaman diliminde en huzurlu mekanı bulabilmekti...Tanıdığı birkaç Türk dostu Adaları önermişti;bu iş için..Daha sakin ve oksijen deposu idi buralar..Birçok edebiyatçı da
hayatlarını bu güzelim mekanlarda geçirmişlerdi...
HALİKARNAS BALIKÇISI CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI BÜYÜKADAYI TERCİH EDERKEN,ÜNLÜ HİKAYECİ SAİT FAİK ABASIYANIK BURGAZADAYI TERCİH ETMİŞTİ..Adalar zamanın durduğu yerlerdi ona göre..Donan vakit ondokuzuncu yy başlarını gösteriyordu..Otomobil olmadığından,ulaşım faytonlarla sağlanıyordu..Sessizlik hakimdi buralara..Bir yazar için bulunamıyacak yerlerdi Adalar...
Vapur bembeyaz köpükler yayarak,martılarla yarışırken, Uzakta Kınalı göründü..Ama o iki ada
üzerinde kararsızdı..Hem Burgazada da hem de,Büyükada da iki eve bakmıştı tercihini bunlardan biri üzerine yapacaktı..Tahminine göre en az iki yıl adalı olacak,haftada iki gün çalıştığı
ofisine artık adadan gidecekti..İstanbul ’u birde Adada yaşıyacaktı yudum,yudum..
Ünlü bir Fransız Gazetesinin muhabiri idi..Altı sene önce bu kente gelirken bu kadar etkileneceğini,ruh dünyasında bu kentin bu kadar büyük fırtınalar koparacağını,birileri söylese sadece güler ve geçerdi..Ama iş daha da ötelere geçmişti..İstanbul Müftülüğünde bir yıl önce;onların ifadesi ile ’İHTİDA ETMİŞ.’,AÇIKÇASI İSLAM DİNİNİ SEÇMİŞTİ..Gönlü huzurla doluydu..Yalnız İslamiyetle ilgili Fransızca pek kitap bulamadığından,zaman zaman Müftülükten telefonla da olsa bilgiler alıyordu..
Ne zaman vapur Burgazadaya yanaşmıştı,o hiç fark edememişti..İlk iş kendine ilham kaynağı olan yazarlardan biri olan,SAİT FAİK ABASIYANIK MÜZESİNİ ziyaret etmek oldu..Nede olsa onun gibi kitabını bu huzur dolu mekanda yazacaktı..Aslında iki tercihi olsa da,o kararını vermişti bile Büyükadayı biraz kalabalık ve gürültülü buluyordu..Burgazada daha sakindi..Kelimenin tam anlamı ile onun arayıpta bulamadığı bir yerdi...Bir önceki sefer de geldiğinde namazını kıldığı;küçük ama sevgi iklimlerine açılan camiye doğru tırmandı, kapıyı açtı,içeride kimsecikler yoktu,öğle namazı kılındığından mabedin içerisi sessizdi..Hemen çantasına elini attı,yanından
bir yıldır hiç ayırmadığı; başköşede duruyordu..On beş dakika sonra kapıdan çıkarken, bir ışık halesi belirdi,
görevini yapmanın mutluluğu bakışlarından yansıyordu...Yürüyerek merkeze indi ve bir balık lokantasına öğle yemeği için girdi..
Denizi seyrederken dalmıştı çok uzaklara,bu kente gelirken üç vatandaşından üç cümle biliyordu:
DÜNYAYA BİR KEZ BAKMAK ZORUNDAYSAN,SADECE İSTANBULA BAK.Lamartine.
AH! İSTANBUL;BENİ BÜYÜLEYEN İSİMLERİN,EN ÇOK BÜYÜLEYENİ YİNE SENSİN.Pierre Loti.
DÜNYA TEK BİR DEVLET OLACAKSA;BAŞKENTİ İSTANBUL OLMALIDIR.Napoleon Bonoparte
Ama bugün onlarca cümle sayabilirdi İstanbul için..
RUHA İMBİK,İMBİK SÜZÜLEN ŞEHİR..
EFSUNLU KENT..
BOĞAZ TURU;İNSAN İÇİN TERAPİ.
AÇ GÖNÜL PENCERELERİNİ,EZANLAR İÇİNE DOLSUN..
EN GÜZEL; KIZKULELİ SİLUETİN..
MISIR ÇARŞISINDA;ZAMAN TÜNELİNE GİRMEK,DAKİKALARCA ÇIKMAMAK İÇİN DİRENMEK..
KAPALI ÇARŞI,DÜNYA AVM LERİNİN ATASI..
EYÜP SULTAN:P.LOTİ TELAŞLA DOLAŞIYOR.
Garsonun; Balığınız hazır sözleri ile kendine geldi..Boğazın bereketli sularının mahsulünü afiyetle yedi..Emlakçıya uğrayıp,Pazartesi geleceğini belirtti..Hemen iskeleye geçip Büyükada Vapuruna bindi..
Aslında en büyük keyfi gemide çay içmek olsa da,kalabalık bir mekanda bunu uygulamak mümkün değildi,daha geçen bir simitçi çaycının tepsisini devirdiğinden,güzel bir dayak yemişti,
ARZU ETMESİNE RAĞMEN mis gibi kokan çaydan vazgeçti..
Büyükadada en dinlendirici bulduğu mekanlardan biri de Osmanlı Sultanı 2.Abdülhamit in yaptırdığı Hamidiye Camisi idi,bahçesinde bankta oturup etrafı temaşa etmek,içeride namaz kılmak,tarifi imkansız sevinç veriyordu ona..Yetiştirebilirsem ikindiye orada kılarım diye düşündü...
Adalara,Prens Adalarıda denilmekteydi Bizans zamanında,iktidar savaşlarında kaybeden prenslerin gözleri kör edilip bu adalarda yaşamak zorunda bırakılıyorlardı..Acımasız bir uygulama diye mırıldandı...Vapur Büyükadaya yanaşırken,iskele tıklım tıklımdı geri dönecekler sabırsızlanıyorlardı.Hızla karaya indi emlakçının
yolunu tuttu..Sanki adada adım atmaya yer yoktu..Her halde ada sakinlerinin yirmi otuz misli bir kalabalık vardı mekanda..Doğru kararı verdiğini düşündü,gönül rahatlığı ile evi tutmayacağını söyledi emlakçıya..Bir cafe de bir fincan çay içti..Arkadaşları ile toplantısına sadece bir saat kaldığından iskeleye hızla ulaştı...
Kalabalık artmıştı,küçük bir mavna sahile yanaştı, onlarca insan araca hücüm etti,dalgayla beraber beşik gibi sallanıyordu,hareket edecekti ki,on,oniki kişi karaya geri döndü,korkudan olduğu anlaşılıyordu,mavna yalpalayarak yola devam etti.Önemli olan bir tur,bir turdu..Ama bu kadarı da çok fazlaydı..İnsan hayatının bu ölçüde değersiz olması kabul edilemezdi..
Gemiye bir şey olsa canyelekleri,insanların yarısına yetmezdi..Sinirden tir,tir titriyordu...
Yarım yamalak Türkçesi ile bir yetkiliye bir şeyler anlattı,fakat oralı olan yoktu..Şehir Hatları Vapur iSKELESİNE GEÇTİ,BOSTANCIYA gitmek üzere gemi hareket etmek üzereydi..Arkadan bir ses;telaşlanmayın burası
Türkiye diye bağırıyordu...
Çok karışık duygular içerisindeydi..Yazacağı kitap için sevinirken..Gazeteciliğin yüklediği görevi yapmak zorunda olduğunu düşündü.Çantasından bilgisayarını çıkardı ve acele ile tuşlara basmaya başladı..Başlık ilginçti:
ADALAR VAPURUNDA CİNAYET..
Gemilerin istiap hadlerinin iki üç misli yolcu almalarını..Kuvvetli bir lodosta olabilecekleri cümle cümle yazıya ekledi..Birden durdu,deniz üzerinde hızla giden vapurun uğultusu düşünceleri ile savaşıyordu..Beş,on dakika uzaklara bakarak ufka takılı kaldı..
Bu aşık olduğu kente ihanet olurdu,Pariste yayınlanacak bu yazının başlığı bile ürkütücüydü..
Yazdıklarını sildi..Ama çok sıkıntılı olduğu da halinden belliydi..
Gözlerini uzaktan görünen İstanbul ’a çevirdi..Hafifçe söylendi:
Hey gidi İstanbul hey! seni o kadar çok seviyorum ki:İlkelerime ihanet edecek kadar...
Gemi karaya yanaşırken sadece yazacağı kitabı ve Burgazada da ki mustakbel evini düşünüyordu...
YORUMLAR
Bir İstanbul sevdalısı olarak, bu kenti sevenlerin bunu dile getirmelerine, hele hele bunu yaparken bu insanı kendine aşık eden metropolün güzelliklerini kullanmalarına bayılırım. Bu kentin sevdalısı sadece biz Türkiyeliler olsak bu memleketli olmakla açıklanabilirdi fakat ne çok yabancı ülke vatandaşı var di mi? Güzel yazmışsınız, güzel kotarmışsınız.
Bense İstanbul denilince Eski Yarımada'yı anlarım ki büyük harflerle yazmam da bu yüzdendir. YAzmaya çalıştığım öykülerin çoğunda işte bu yarımadanın yerlilerini ve bu yarımadada kendine yaşam kurmaya çalışan göçmenleri işlerim.
Elinize sağlık ...