- 720 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kur'an, Kâfirler İçin Hasrettir
Gerçekten o (Kur’an), kâfirler için bir hasrettir. (Hakka, 50)
Hasret, uzaktan özlemle bakmak ama kavuşamamaktır. Hayatını Kur’an’dan uzak geçiren, gerçekleri örten, görmezden gelen kâfirler, Kur’an’a ahirette de hasretle bakarlar ama o duygu hiç bitmez, kavuşma gerçekleşmez.
En güzel, en etkileyici söz olan Yüce Kur’an, kitapların da en güzelidir. O Kitap insana sevginin, şefkatin, merhametin, vefanın, sadâkatin, muhabbetin, dostluğun, kardeşliğin ve barışın sanatını öğretir. Hayatın suyudur, ışığıdır; kalbin ve bedenin şifasıdır. Onunla yaşayan kalp, onunla tatmin bulur. Ancak onun ilâhi ışığıyla aydınlanır hayat, ancak onunla nurlanır.
Hayatında Kur’an olmamanın rahatsızlığı müthiş bir azaptır. Allah onu kalplerde ’onulmaz bir hasret’ olarak kılar. Kavuşma gerçekleşmedikçe o kalp mutmain olmaz, pişmanlıklar içinde yaşar. Bediüzzaman, yaşlılık döneminde yaşadığı derin bir pişmanlık hissini ve nasıl teselli bulduğunu hikmetli bir şekilde şöyle anlatıyor;
"Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame ettiren sıhhat-i bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini, bütün günahlar, hatîatlar gördüm. Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür(ömür sermayesi) oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan(göz ağlayan), sîne biryan(kavrulmuş), akıl hayran(şaşkın), bîhaber.
O vakit gurbetteydim. Me’yûsâne(ümitsiz bir şekilde) bir hüzün ve nedametkârâne(pişmanlık duyarak)) bir teessüf ve istimdatkârâne(yardım istercesine) bir hasret hissettim. Birden, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan imdada yetişti. Bana o kadar kuvvetli bir rica kapısını açtı ve öyle hakikî bir teselli ziyasını(ışığını) verdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki(üstündeki) ye’si(ümitsizliği) dahi izale eder(giderir) ve o karanlıkları dağıtabilirdi.” (26. Lem’a)
Ancak elbette Allah’ın hikmetle yarattığı sayısız güzelliği, sarıp kuşattığı harikaları fark edememiş ve şuur kapısından içeri girememiş de olsa, yaşayan her insan için ümit vardır. Kur’an’la nurlanamamış olmanın ruha yaşattığı pişmanlığın, dünyada telafisi mümkündür Ama ahirette, Allah huzurunda yapayalnız sorgulanırken, duyarlı teraziler konulup, herkese dünya hayatında yapıp-ettiklerinin karşılığı zerre kadar haksızlığa uğratılmadan verilirken yaşanan pişmanlığın, asla geri dönüşü yoktur. Hayatı boyunca Kitabından yüz çevirerek yaşamış olan kâfirlerin kitaplarının verilme anı, müstahak oldukları büyük azabın habercisidir âdeta. Müminler kitaplarını sağ yanlarından alırken, onların kitapları sol yanlarından verilir.
... Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler. (Bakara Suresi, 167)
Yüce Rabbimiz, ahirette müminler ve kâfirlerin aralarını kesin olarak ayırır. Bu ayrım dünya hayatında da vardır; Kur’an’a uyanlar mutlu ve huzurlu iken diğerleri mutsuz ve bedbahttır. İnsan, fıtratı gereği, Kur’an’a uygun olmayan bir sistemde asla huzurlu bir hayat süremez. Dünyada iken ‘manevi cennet’i yaşamanın yolunu bize şöyle izah ediyor Bediüzzaman;
"İşte bu insan âlemini bu karanlıklar içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün manevi duygularım, belki bütün vücudumun tüm zerreleri feryat ile ağlamağa hazır iken, birden Kur’an’dan gelen nur ve iman kuvveti o sapkınlık gözlüğünü kırdı, kafama bir göz verdi. Gördüm ki: Cenab-ı Hakk’ın Âdil ismi Hakîm (İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan) burcunda, Rahman ismi Kerim (Herşeyin iyisi faydalısı. Şerefli ve izzetli. Muhterem, Cömert, Musamahakar) burcunda, Rahîm (Rahmet edici, Merhamet eden) ismi Gafur (Çok Mağfiret ve Merhamet eden, suçları en çok Affeden) burcunda yani manasında, Bâis (Gönderen, Sebep olan, İcab ettiren. Yeniden Yaratan. Ölüleri tekrar Dirilten. Peygamber Gönderen) ismi Vâris (Mirasçı) burcunda, Muhyî (Dirilten) ismi Muhsin (İhsan Eden, İyilik Eden) burcunda, Rab ismi Mâlik (Sahib. Malı Elinde Bulunduran) burcunda birer güneş gibi doğdular. O karanlıklı ve içinde çok âlemler bulunan insan âleminin tümünü birden ışıklandırdılar, şenlendirdiler.
Cehennemî durumları dağıtıp, nuranî âhiret âleminden pencereler açıp o perişan insan dünyasına nurlar serptiler. Kainatın çok ufak parçaları adedince, "Allah’a hamd olsun, Allah’a şükür" dedim. Ve aynelyakîn (göz ile görür derecede görerek, müşahade ederek bilmek) gördüm ki; imanda manevî bir cennet ve sapkınlıkta manevî bir cehennem bu dünyada da vardır, sağlam ve kati olarak bildim.” (İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 9)
Sorumluluğumuz; Üstad’ın ifade ettiği gibi ’manevi cehennem’in karanlıkları içindeki o perişan insanı güzel ve yumuşak sözle Kur’an’a davettir ki Allah’ın dilemesiyle dünyasına nurlar serpilsin. Sözün en güzeline yönelsin ki gaflet perdelerinden sıyrılsın. Ki hasreti dinsin, kalbi mutmain olsun, göğsü şifaya kavuşsun...
İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi, 39)
Elifce, Yeni Asya Gazetesi
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.