- 1133 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Laz'lar ve Anti-Uygarlık yapıları
Lazların M.Ö 5 yıllarında kabile hayatı yaşaması merkezi uygarlıklarının sistem dışında ve Lazona’nın coğrafi konumununda nedeniyle işgal , istila edilmesi güçtü.
Lazların merkezi uygarlıklarla savaştığı oranda , örgütlü halk savunmaların da en zayıf noktalarını bu şekilde güçlendirdi . Ve o dönmlerde Doğu Karadeniz’in tarihi incelendiğinde bu bölgenin adı Kolha - Kolhida - Kolhis - Lazika Osmanlı dönemlerinde Lazistan - Sovyetler birliğinde Lazona olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Lazların M.Ö 5 yüzyıllardan İskender, Pers , Roma , Osmanlı istilalarında ve öncelerinde kabile hayatı yaşaması tarihsel olarak Krallıklara karşı Anti uygarlık karekteri taşısada , Lazlar zamanla Greko istilalarından sonra büyük güçlerle birleşime geçmesi zıtların varlığı ve birliği kuramında örgütlü olan halkın bölünerek yönetilmesine ve merkezi uygarlığın iktidar bazında krallığa dönüşmesine neden oldu .
Kolhis dönemlerinde , Merkezi uygarlığın kendi içinde çatışma sonucunda bulanıma girdiği zamanlarda iki tedbire başvurarak bu krizi aşmaya çalıştı ; içe yönelerek , baskının dozunu arttırdı . Dışa yönelerek , baskı , sömürü , talan , işgal ve istila seferleriyle hakimiyet alanlarını çoğaltmaya çalıştı .
Lazika krallığının doğuşu ve yükselişi bu şekilde oldu . Buna en büyük örnek; Trabzon meselesidir. Trabzon’un ne Pontus ve ne de Kolhis sınırları içerisinde kalması zamanla yöre halkının(Tzani’lerin) konfederal demokratik bir cumhuriyetle özerk yaşamıştır ta ki Roma istilasına kadar. Prokopius yazısının başında Tzaniler ve onların memleketleri ile ilgili bazı ön bilgiler vererek, gözlemlerini aktarır ;
“Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk
olarak yaşamışlardır. Vahşice bir yaşam biçimi sürdürerek, ağaçlara, kuşlara ve çeşitli
mahluklara tanrıları gibi hürmet ederler ve onlara taparlar.(Doğayla sürekli bütünlük içinde yaşayan Lazların ve doğasından ayrı yaşamayı kesinlikle reteden bir halkın doğa tanrılarının olmaması garipsenilecek bir durumdu
Ğormo, Ğormot’i,(baş tanrı,günümüzde ise Allah), Şana (baş tanrıça) , Megrel Lazlarında ise : Xemxvai üzüm tanrısı, Odoiya: tarım, işçi tanrısı) Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler, ama hayatlarını, ziraat ile değil, haydutlukla ve eşkiyalıkla kazanırlar. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu
yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre
kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşlerdir, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hristiyanlığı kabul ettiler. Böylece, her tür haydutluktan vazgeçerek yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve -daha sonra- düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar.”
Günümüzde bile Trabzon, Pontus sınırları içerisinde mi ? Yoksa Trabzon Lazona sınırlarının içerisindemidir? Lazlar arasında hala daha tartışma konusudur .
Lazika krallığının Bizans ve Pontus’a karşı Perslerle birleşim kararı alması ve daha sonra Perslerin Lazika sınırları içerisinde hakimiyet ve sömürü uygulaması, Laz halklarının tekrardan örgütlenmesine neden oldu. Var olma mücadelesi veren halk, Persleri saf dışı ederek uygarlığın cilvesine kapılarak tekrardan Bizans ve Pontusla iş birliğinde bulunmasına neden oldu. Böylesine kısır döngü içinde olunması Lazika krallığınında çöküşüne neden olmuştur . Uygarlığın her zaman yayılma eğiliminde olması direnişlerinde çıkmasına neden olmuştur içteki egemene karşı gelişen direniş, dış tehditlere karşı da kabilesel direniş sergileyerek halklar arası konfederal sözleşme yapılmıştır . Ve Lazlar kafkas bölgesinde tarihte ilk konfederal özerkliğe sahip tek halktır .
Prokopius’un Seyahat Notlarında ;
“Rize’nın ötesinde, bağımsız yaşayan toplumlar bulunur, ki bunlar Bizans toprakları ile Lazilerin arasındaki bölgede yaşarlar. Ve burada, Atene 172 isimli, tanınmış bir köy vardır… Atene’dan sonra, Arkhabis 173 ve eski bir kent olan Apsarus 174 gelir, ki burası Rize’den üç günlük mesafededir.”
( Prokopius VIII. ii. 10-11 )
Procopius, Lazların, Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat sürdüğünü bildirmekteydi.
Bizans ile Persler arasındaki mücadelede oldukça yıpranan Lazlar, 7. yüzyılın sonlarında, Lazika’nın Arap işgaline uğramasıyla topraklarını terk ederek güneye inmek zorunda kalmışlardır. Latinlerin 1204’te Kostantinopolis’i işgal etmeleriyle, Bizans kralı olan Komnenoslar Trabzon’a kaçıp yeni bir devlet kurdular. Trabzon İmparatorluğu yönetiminde, Bizans yanlısı Yunanlar ile Kafkasyalıların konfederal yönetiminin desteklediği Lazlar arasında kıyasıya bir iktidar mücadelesi başladı. Bunun üzerine Gürcü kraliçesi Tamarın desteğiyle, 1204’te Rize ve çevresinde "Thema Grand de Lazia" (Büyük Laz Ülkesi Eyaleti) kuruldu.
(Trabzon İmparatorluğu - Tzani’lerin kurduğu bir imparatorluk değildir . Tzani’ler Pontus , Bzans ve Lazika arasında konfederal yapıdaydı )
Thema konfederal cumhuriyetinin tarihten silinmesi Osmanlı imparatorluğuyla sona erer ;
’Fatih Sultan Mehmed, 26 Ekim 1461 tarihinde Trabzon’u fethedip Osmanlı Devleti topraklarına katmıştır. Trabzon’un doğusunda 1204 yılında kurulan Théme De Grand Lazia yani Lazia Teması ’nın bir kısmı Osmanlı Devleti’ne katılmıştır. Kimi kaynaklara göre Atina’daki (Pazar) Melyat Deresi’ne kadar, kimi kaynaklara göreyse Viǯe sahasına kadar olan bölge Osmanlı Devleti egemenliğine girmiştir. Osmanlı Devleti baskısı dışında kalan Laz toprakları ise Gürcülerin yönetiminde kalmıştır. Bir kısım Laz toprakları Guria, İmereti ve Samtskhe arasında kalmıştır. Büyük kısmı Samtskhe (Ahıska)’de kalmıştır. Ancak Yavuz Sultan Selim Trabzon valisi iken birçok akımlar yaparak Gonio’ya (Gönye) kadar yayılmış Batum kapılarına dayanmıştı. Ama karşısında Laz feodal komutanı Ǩaxaber Gurieli’yi (Guryalı Kahaber) bulur. Yavuz Sultan Selim’e karşı savaşan Laz halkına komutanlık eden Ǩaxaber birçok kez Osmanlı kuvvetlerini Lazistan’da(Ç’aneti) mağlup eder. Ancak Trabzon valisi Yavuz’un yeniçerileri karşısında Lazların yapacağı pek de bir şey yoktur. Nihayetinde Ǩaxaber öldürülür, Osmanlılar ancak Ǩaxaber’in ölümünden sonra Lazistan’a girmeye muvaffak olurlar. Yavuz Selim Trabzon’dan hareketle, Melo’ya gelir. Melo’dan savaşa savaşa Arkabi, Vi3e, Atina, Xopa, Gonio, Batumi, Çxala, Perlevani, Noğedi, Sarpi kent ve köylerini abluka altına alır. Savaş aralıksız üç ay sürer, Lazların erzakları tükenir. Laz askerlerin yaklaşık 3/4’ü Osmanlılarca öldürülür ve direniş kırılır. Nihayetinde Lazlar teslim olur ve Trabzon’un işgaliyle başlayan Lazistan’ın Osmanlılarca kuşatılması tamamlanır.’
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Kuzey Kafkasya’da 1917 ile 1920 arasında yaşamış olan bir devlettir. Halen Rusya Federasyonu içinde olan Çeçenistan, Kuzey Osetya, Kabardin Balkar Özerk Cumhuriyeti, Dağıstan ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti ve Lazistan - Megreller- Hemşin - Ermeni - Rum halklarıda bu cumhuriyet’e daha sonra dahil edildi.
Dağlık Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin toplam alanı 70,000 kilometrekare, o zamanki nüfusu ise yaklaşık 1 milyon idi. Kurulduğu tarihteki başkenti Terekkale idi, daha sonra Nazran, en son da Demirhan-Şura şehri başkent oldu.
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kurucuları arasında Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil, devletin başbakanı seçilen Tapa Abdülmecit Çermoyef, Şeyh Ali Hacı Akuşa, ve Haydar Bamat vardı.
Bu cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu, Almanya, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti ve Kuban Halk Cumhuriyeti tarafından resmen tanınmıştı.
Transkafkasya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti yıllarında Laz ve Megrellerin girişimide büyüktü Laz kimlik mücadelesinin başlangıcı 1917 - 18 -23 yıllarına kadar sürer Bu mücadele tarihi içinde karşımıza bayraklaşan iki isim çıkar. Bunlardan ilki Xopalı Faik Efendi, diğeri ise İskender Tzitaşi’dir. Xopalı Faik Efendi, Osmanlı Lazistanı’ndan bağımsızlık için çalışmalarda bulunan Laz aydınıdır.
İskender Tzitaşi ise; ’’1928 yılından sonra ise Lazca üzerine çalışmalara başlamıştır. Basılı ilk çalışması, 7 Kasım 1929’da Sohum’da yayımlanan Mçhita Murutsxi (Kızıl Yıldız) adını taşıyan Lazca gazetedir.
İskender Tzitaşi 1930’da yeni bir Laz alfabesi oluşturdu.
1932- 1936 yılları arasında Sohum’da ve Gürcistan tarafındaki Sarpi köyünde Lazca eğitim veren okullar açılmasını sağladı. Bu okullarda okutulmak üzere ders kitapları hazırladı. Abazistan Cumhuriyeti’nde, Lazların yaşadığı köylerde, "Kızıl Lazistan” adıyla bilinen bir kolhoz oluşturmuş, Lazları , hem Sovyet sistemine entegre etmeye hem de ekonomik olarak güçlendirmeye çalışmıştır. Lazca eğitim veren okullar ve kolhozlarda yaşadığı sıkıntıları anlatan, Stalin ve Dimitrof gibi dönemin Sovyet liderlerine mektuplar yazarak çözüm yolları bulmaya çalışmıştır. ’’
(kaynak Lazca.org).
İskender Tzitaşi’nin özgür bir Lazona kurma umudunda ki kararlılığı ve hırsında yatan giz bolşevik devriminin gençliğinde yaşanılması ve hemen yanı başlarında Konfederal birleşimlerinin olmasıydı şuphesiz . Evet İskender Tzitaşi Sovyet Lazları Halk Önderidir1940 yılında kartvelist gürcülerin iftirası ile stalin imzalı molotov belgesiyle kurşuna dizilir. Her ikisi de, Doğu Karadeniz ve Güney Kafkasya’nın yerli halklarından olan Lazların kimlik mücadelesinde önemli bir yere sahiptir ve Transkafkasya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyetine katılmak için büyük uğraşlar verilir
1922 ile 1936 yılları arasında Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin birleşmesiyle oluşan Sovyetler Birliği cumhuriyeti. Başkenti günümüzde Gürcistan’ın başkenti olan Tiflis’ti.
Demokratik modernitede İnsan bilimi ve kadın biliminin(Jineoloji) öneminden bahsedilir ve önderlik için daha üstün ifade ile insanlık için olmazsa olmazlarındandır .
İnsan bilimi nedir ? kısaca her birimizin özetle cevaplaya bileceği basit bir cevapla kim olduğumuzun kesinleşmiş hali, daha da kısası dilim budur , kimliğim bu , yurdumda burası sorgulamalar ve araştırmalarla insanın kökenine inilir. Kadın bilimi nedir? denildiğinde ise de aynı cevaba yakınen; kadının insanlığın yaratıcısı ve toplum olmalarındaki ilk eğitmenleridir denilir . Peki neden insan ve kadın bilimi önemlidir modernitede ? Günümüzde Kadın bilimi olmadığından daha doğrusu ataerkil düzenin yani baba merkezli yapıdan dolayıdır kadın bilimi bugün dünyada olmadığı bilim insanlarının ise anaerkilliğin ilk doğa insanlarında olmadığını savlarıyla kadının köleşmesine hınca gınç çalışmaktadır buna karşın Kürt özgürlük hareketinin geliştirdiği kadın bilimi(Jineoloji) ile ataerkil düzenin git gide yıkıldığı gözlemlenmektedir. TC sınırları içerisine bakıldığında ’bilinen’ 80 halkın yaşadığı ama kim olduğundan habersiz ve günümüzde sadece konuşulan dil ’bilinen’ 6 veya 7 olduğu. Bölgelere bakıldığında ise ;doğu karadeniz ( Lazona ) Kafkas bölgesindedir , Pontus (orta karadeniz), Bitinya (kocaeli , kastamonu , sakarya , yalova , düzce , karabük ,iznik , bursa , balıkesir) , Bergama (izmir ve egenin büyük kesimi) , Capadoccia ( iç anadolu ) , Mezopotamya (batı erministan ve kurdistan) insan bilimin önemi buradaki gerçekliktedir olmazsa olmazı susturulmuş , gizlenilmiş halkların söz hakkı ola bileceği demokratik bir geleceğin , kapitalist düzenin sistem dışıdır . Kendi Bölgelerinde Büyük ve güçlü olan halk(lar)ın topraklarını bağımsızlaştırdığında orada yaşayan halk(lar)ın toprağının ve söz hakkınında elinden alındığı , günümüz TC nin baskı , sömürü haline dönüşüleceği kesinliğinin bilincinde olmaktadır . Kısaca örnekleme yapılarak Lazona ve Kurdistan bilindiği gibi 80 bilinen halkların en çoğu kürdistanda (mezopotamya) yaşadığı kürdistanın daha var olmadan önce yaşanıldığı bilinmekte . Lazona da aynı şekilde abaza , cepni , gürcü , ermeni (ortodoks ,hemşin) , çeçen , çerkes , megrel yaşamaktadır . Modernite gerçeği Bir inşaatın temeli olarak halklar , taşıyıcı kolon bilim ve üst katlara çıkmak için perdelerin ve merdivenlerinin olması gerek bu da örgütlenmesidir yani her halkın kendi öz savunmasını oluşturmasıdır çatı olarakta günümüz therma konfederalist çatı KCK’dir .
YORUMLAR
Oldukça uzun ve ilginç bir yazı.
İlk bölümü okunmaya, üzerinde düşünmeye değerdi.
Yazarını kutluyorum bu çalışması için.
Karadenizli olmamama rağmen, bilmediğim çok şeyi öğrendim gerçekten.
Son bölümü ise,
saçmalıkların senfonisi gibiydi.
Hoş bir yazının, perişan nihayetlenişiydi.
Üzüldüm:
Eleştir-men
Bir insanın kim olduğunu merak etmesi ve ben buyum demesi saçmalık ise, sizin kim olduğunuzda ,bana çok saçma geliyor. Kendi doğrularınızı başkalarının doğruları diye bağırmak rezil bir duygudur.
Üstunluk, aşagilık duygularla yucelen toplumlar, maalesef kimlik bunalimı gecirmekte. Bu tür insanlar hala yüce duygulara sahip olduğunu sanır.
Vay ki ne vay !!!
Renas Tutaste
Ortadoğu'da hem inançsal hem de kültürel baskı ve sömürünün gerçekleşmesi, halklar arası Mehzep ayrışmalarının ortaya çıkmasında önemli bir etken olmuştur . Bu ayrışmalarla birlikte, toplumların bir birine olan baskıcılığı ve kindar oluşları mehzep savaşlarının yoğun bir biçimde yaşanılması da bir başka önemli nedendir . Tarih boyunca dünyanın başka hiçbir bölgesinde bu denli yoğun baskı ve sömürü biçimlerine tanık olunmamıştır.
Bir tutam hayat
En azından, inandığınız konuları samimi bir dille karşınızdakine aktarmaya çalışıyorsunuz.
Konunun felsefesini ve edebiyat varyasyonlarını bir tarafa bırakalım, atalarımızın deyimi ile sadede gelelim.
Yazınızın Lazlar ile ilgili bölümünü çok beğendim. Son kısımlarını ve KCK'ya bağlanmasını beğenmedim sadece.
Ben Karadenizliyim. Trabzon'da doğdum, tüm tahsil hayatımı orada tamamladım. Fenci olmama rağmen tarihe, bilhassa Osmanlı ve Doğu Karadeniz tarihine merakım var.
Bu nedenle, yorumuma verdiğiniz cevabi yazının ilk bölümlerine sadece tebessüm ettiğimi açıklamam gerekiyor burada.
''Yüreğine Sor'' filminin çok etkisinde kalmışsınız gibi geliyor bana. Bu Yazdıklarınızı o yörenin insanları okusalar, kahrederlerdi gerçekten. Böyle bir konuyu yörede, o insanların arasındayken açmaya kalkarsanız, mermiden hızlı koşmanız gerekebileceğinizi hatırlatmam gerekiyor size.
1461 yılında, Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethetmesi ile, Karadeniz bölgesinin Osmanlı imparatorluğuna dahil olması tamamlanmıştır.
Teferruata girmeyeceğim, tüm Karadenizlilerin tipik özelliklerinden birinin kılavuzluğunda, anlatmak istediklerimizi bodoslama, en kısa yoldan, en arı bir dille izah edeceğiz.
Lazları iyi tanırım. Hem Türkiye'de, hem de Gürcistan'da yaşayanları. Hatta, Azerbaycan'ın kuzey bölgelerinde yaşamakta olan Lazgiler ile de tanıştım. Dilleri birbirine benziyor, akraba oldukları kesin.
Ben Laz değilim. Ancak, memleketimizde tüm Karadenizliler Laz olarak isimlendirildiğini biliyoruz. Laz olmayan hiç bir Karadenizli de bundan alınmaz, tam aksine memnuniyetle bu isimlendirmeyi kabul eder.
Bu, Türk insanının, bilhassa da Karadenizlilerin, Lazlara olan sevgisini, saygısını gösterir.
Lazlar, memleketimim has insanlarıdır. Dilleri ve kültürlerini yaşatmaya çalışıyorlar ama, bu yolda ülkeyi bölmek gibi tehlikeli oluşumların içinde olmuyorlar. Tam aksine, hepimizden daha çok memleketlerine sahip çıkarlar.
Bu nedenle, Lazlar ,le ilgili konuyu geçiyorum. Bu konuyu sizden iyi bildiğime eminim.
Gelelim Rumlara ve Ermenler.
450 yıl Osmanlının egemenliğinde yaşadı Ermeniler ve Rumlar. Hiç bir problem çıkmadı. Refah içinde oldular; ticareti, dolayısı ile parayı, zenginliği ellerinde tuttular.
Neden bu Türkler, 450 yıl dokunmadıkları gayrimüslümleri, 1915-1919 arası katletmeye kalktılar?
Bırakın bu palavraları tekrarlamayı.
1916-1918 arasındaki Rus istilasının sonucunda oluşan muhacirliğe, dedelerim, ninelerim de katıldı benim. Olayı onlardan, birinci ağızdan dinledim, öğrendim. Saçma sapan tarih bilgilerinden değil.
Biz diyorlar, Rus askerinden bir kötülük görmedik. Bizi, Rumlar, Ermeniler katletti. Göçemeyen insanlarımızı onlar öldürdüler. Köyleri onlar yaktılar, yıktılar. Pontus devletini hortlatmak için, 450 yıllık komşularını acımasızca kestiler, doğradılar.
Ama ne oldu sonunda?
Bir Topal Osman çıktı, hak ettikleri dersi verdi.
Türkler,
yine de onlara iyi davrandılar.
1923 de, sağ salim Yunanistan'a göçmelerini sağladılar.
Gümüşhaneden gelen Rumların gemileri, planlandığı günde gelmemişti. Trabzon limanında birikim oldu.
Trabzon halkı, göçen Ruhlara yiyecek yardımı yaptı.
bence siz tarihi doğru kaynaklardan okuyun bir kez daha.
Böyle felsefi ve ideolojik anlatımlarınız, sanırım çok okuyucu bulmayacaktır.
Ne Atatürk'e, ne de Topal Osman'a söz söylemek, sizin gibi, halklar kelimesinin kulağa hoş gelen esintisi ardına sığınarak, bölücülük pompalayan insanların haddine değildir.