- 1201 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AŞIK VEYSEL
“... Gözüm görse Sivralan’a çoban dururdum...
Kör oldum VEYSEL oldum...”
Her zaman olduğu gibi, U-Bahn da kitabımı açmış okumaktayım. Karşımda iki Türk genci oturmuşlar; 15-16 yaşlarındalar. İkisinin de kulaklarında kulaklıklar takılı, muzik dinliyorlar. Bir ara biri diğerine soruyor (Kulağında kulaklık olan kişi karşısındakiyle konuşurken farkında olmadan yüksek tonda konuşur. Bunun için kitabıma dalmış olan benim de onların konuştuklarını duymamam imkansızdı):
Ne dinliyorsun?
Tarkan...
Hangi şarkısı şu anda dinlediğin?
Uzun İnce Bir Yoldayım...
Hani güzel de söylüyor... ben de severim o şarkıyı...
Beni de şeytan dürttü o anda... bir sorayım bakalım dedim.
İşaret ederek kulaklığı çıkarmasını rica ettim, her ikisi de birden çıkarıp bana yöneldiler.
Şu anda dinlediğin türkünün kime ait olduğunu biliyor musun? Yani kim yazmış, bestelemiş?
“Hayır bilmiyorum” diye cevaplayınca, onların yerine ben utandım doğrusu!..
Ya benim çocuklar... onlar biliyorlar mı acaba?
Akşam olunca, eve geldiklerinde her ikisine de sordum aynı soruyu:
Her ikisi de aynı anda “AŞIK VEYSEL!” dediklerinde rahatlamış; sevinmiştim.
Dolayısıyla bu ayki köşemi AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU’na ayırayım dedim.
’Dostlar Beni Hatırlasın’, ’Güzelliğin On Para Etmez’, ’Kara Toprak’, ve ’Uzun İnce Bir Yoldayım’ gibi onlarca türkünün sözlerini yazan ve sazıyla söyleyen ozan AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU,1894 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivralan köyünde dünyaya gelmiş. Yedi yaşında yakalandığı çiçek hastalığı sonucu bir gözünü kaybetmiş. Kendi anlatımına göre:
“... Sağ gözüme de solun zorundan olacak perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan. Ömrüm karanlıkta geçti, yine de şikayetçi değilim. Gözüm görse Sivralan’a çoban dururdum. Kör oldum Veysal oldum...”
Babasının, Aşık Veysel’e oyalanması için aldığı sazla önce başka ozanların türkülerini çalmaya başlar. 1933 yılında tanıştığı Ahmet Kutsi Tecer’in teşvikiyle kendi sözlerini yazıp söylemeye başlamıştır Aşık Veysel. Aşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Aşık Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy Enstitüleri’nde saz hocalığı yapmıştır. 1973 yılında akciğer kanseri sonucunda da vefat etmiştir.
Yazdığı yazılarda Anadolu gerçeğini bir ressam, bir ozan, bir yazar gözüyle yazan çok yönlü bir sanatçımız olan Bedri Rahmi Eyuboğlu, bir makalesinde Aşık Veysel üzerine şunları yazmış:
“... Üzümü yiyip bağını sormadıkça, sanat eserinin yanı başında insanı aramadıkça, daha sittin sene Yunus’un mezarına bir top çiçek, Karacaoğlan’a bir demet gül, Köroğlu’na bir merhaba sunmak hiçbirimize nasip olmayacak. Aşık Veysel’i yakından tanıdığım zaman telaş içindeydim. Delicesine sevdiğim isimsiz, sahipsiz köy türkülerimizden birinin adamını, bulmuştum. Ona bakarak öteki sevgili türkülerin insanları hakkında bir fikir edindim. Veysel her şeyden önce sahici idi, yani: “Yedisinde kaybettim gözümü” derken gözünden kastettiği sevgili yahut ona benzer bir şey değil adıyla sanıyla kendi gözleriydi... Aşık Veysel’in şiirini tadarken onda sazın aldığı yeri düşündüm. Bizim çeşitli kağıtlar üstüne on binlerce basılan şiirlerimiz hala köylerimize kadar ulaşmazken, onun mısralarını köyden bize uçurup getiren kuvvetin adı ’saz’dı. Köy kahvesinin dört duvarı arasında eriyip gitmeye mahkum olan şiir bir kere sazın sırtına binmeyegörsün, soluğu memleketin öteki ucunda alıyor. Bir tek sanat vardır; o da müziktir, diyenlerin kulakları çınlasın... Veysel’in elindeki dut dalından yapıldığını öğrendiğimiz saz olmasaydı, onun şiirini bize kim ulaştıracaktı? Veysel’in şahsında biz üç değerli sanatkarı bir çırpıda selamlıyoruz.
Şair Veysel bir, besteleyen Veysel iki, saz çalan Veysel üç.
Herkesin bildiği bu Veysellere onu yakından tanıyanların ilave ettikleri bir Veysel daha var ki ötekilerden hiç de aşağı kalmaz: Güzel konuşan Veysel. Fıkraları öyle yerinde kondurur, öyle biçimine getirir ki, değme keyfine...” TEZEK / Bedri Rahmi Eyuboğlu
Yine Cumhuriyet aydınlarından Sabahattin Eyüboğlu Veysel’le ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Halk şiir geleneği içinde Veysel uzaktan bir birine benzeyen köyler içinde bir köydür. Hep aynı saz, aynı söz deyip geçebilirsiniz. İnsanlığından ayrılmayan şiiri halkından toprağından da ayrılmaz.”
Sizlere bir de Aşık Veysel’in hayatını roman olarak okumanızı tavsiye edeceğim bir kitap var:
Aşık Veysel ve yaşadığı dönemin romanı; Kör Oldum Veysel Oldum
Kendisi de Şarkışlalı, Veysel’le hemşeri olan Erdoğan Alkan’ın, “Aşık”la otuz yıla yakın dostluğunun ve çevresine değgin birikimlerinin bir ürünü bu roman.
İşte romandan tadımlık birkaç satır:
“Gazetelerde okudum, sen radyoda söylerken Atatürk sesini duymuş, çok beğenip aratmış. Nasıl oldu o olay?
Radyoda okuduktan sonra bizim köyden bir kapıcının evine gitmiştim İbram’lan. Ne bilecen. İstanbul kazan, adamlar kepçe. Aramadık ne han koymuşlar, ne hamam.. Devrisi gün işittim Gazi Hazretleri’nin arattığını. Koştum huzuruna varmaya. Bırakmadılar, çıkarmadılar, “dün akşam gelseydin o başka” dediler. Tersyüz olduk, geri döndük kapıdan. Kısmet..”
“Ölümden korkar mısın?
Yoo, ne korkacam, ölüm benim arkadaşım, hiç insan arkadaşından korkar mı.?
Sen zaten ölmeden ölümsüz oldun..
Aşık iç çekti:
Dünya dediğin ne ki, iki kapılı bir han, birinden girer, ötekinden çıkarsın. Yetmiş küsur yıl yaşadım, daha dün doğmuş gibiyim. Hayat yalan, ölüm gerçek. Amaaan!.
Titreyen elleri rakısına uzandı. Kaşığını sulu bulgur köftesine daldırdı. Ağzına giderken sallanan kaşığın içinde üç köfte vardı. Güldü:
Kör gibi üç köfteyi almışım.
Sordu Erkan:
Kör gözüne kızar mıydın?
Canımı alsalar daha iyiydi, o kadar ağrıma giderdi. Ama sonra alıştım, geniştim. Gördüğün gibi, ben de kendime kör diyom.
Bir süre sustu, devam etti:
Ömrüm karanlıkta geçti, yine de şikayetçi değilim. Gözüm görse Sivralan’a ancak çoban dururdum. Kör oldum Veysal oldum...”
ADEM DURSUN
YORUMLAR
İçimizden çıkan değerlere o kadar yabancılaştık ki, Değerli Halk Ozanlarımızın güzelim türkülerini yeni yetme gençler söyleyince yeni çıkmış gibi dinleyen gençleri de biz yetiştirdik.
Değerlerimizi, değerlerimize anlatsak ne güzel olur.
Değerli bir paylaşımdı, teşekkürler.
saygılar
Aşık Veysel.
Büyük ozanımız.
1972-1973 eğitim sezonu idi.
Lise birinci sınıftayım. Henüz fen, ya da edebiyat bölümlerine ayrılmamışız. Bu durum, lise ikinci sınıfta gerçekleşiyor.
Fen derslerim başarılı, Edebiyat da...
Sosyal dersleri de seviyorum.
Küçük bir ilçenin, yeni açılan lisesinin ilk senesi.
Sınıf mevcudumuz 20 kişi kadar.
Hocalarımız, bu günle kıyasladığımızda canavar gibi.
Dershaneler flan hayata gözlerini açmamış henüz.
Üniversite tahsili yapanların sayısı elin parmaklarını geçmiyor ilçede.
Bir söylentidir dolanıyor okulda. para kazanacaksan, doktor, ya da mühendis olacaksın.
En kötü ihtimalle avukat.
İlde bir üniversite var. Zamanında açılmasına vesile olanlardan Allah razı olsun.
Yoksa, fakir bir topluluğun evlatları olan bizler, nasıl yüksek tahsil yapabilirdik uzak şehirlerde?
Sözü uzatmayalım...
Bir edebiyat hocamız vardı, şimdi adını hatırlamıyorum. Zaten sadece bir yıl çalıştı okulumuzda, sonra tayini başka okullara çıktı.
Okulun daha başları idi. Yani 1972 senesinin son demleri.
Aşık Veysel'in bir şiirini işliyorduk derste.
okulun penceresinden, Karadeniz'in engin ufuklarına doğru bakarak;
''Çocuklar!'' dedi.
''Şu anda yaşadığınız zamanın kıymetini bilin. Son halk ozanı ile, Aşık Veysel ile aynı devirde yaşıyorsunuz.''
Çok zaman geçmedi, Veysel'in ölüm haberi geldi. Hepimiz çok üzülmüştük.
Şimdi,
ne zaman Veysel adını duysam, edebiyat hocamın o duygu dolu sesini duyar gibi olurum.
Aşık Veysel,
o hocamı hiç unutmamamı sağladı.
Çok anılarımız var bu konuda yazacak ama, zaten fazlaca gevezelik ettik...
Bağlayalım sözü burada.
Rahmet dileyelim şaire Allahtan.