- 641 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kasımpaşa Faciası - Bir Ömür Arkadaşlık
Akın heyecan içinde ne giyeceğine karar vermeye çalışıyordu. İlk kez dışarıda olacaktı hem Laren ile hem Mehmet ile. Müjgan ile her ne kadar okul dışında bir kaç yere gitmiş olsalar bile, Laren’in onu ilk kez üniformasız görecek olması onu strese sokuyordu. Okulda olsa saç baş düzgünse sorun yoktu herkes aynı kıyafeti giyiyordu. Ama bu kez görücüye çıkar gibi hazırlanması gerektiğini hissediyordu.
Maltepe’de veya yazlıkta hiç kıyafet sıkıntısı çekmemişti, ne bulursa onu geçiririverirdi üstüne. Yeni okulunda ve yeni taşındığı yerde herkes belli bir gelir seviyesinin üstündeydi ve insanları giydikleri ile yargılayabiliyorlardı. Akın bu telaş ve baskıyı her dakika daha fazla hissediyordu. Maltepe’de yetişmenin verdiği ortadirek kültüründen sıyrılmamış bir delikanlı olarak yapabileceği en kötü seçimi yaptı. En azından Müjgan’ın yorumundan sonra en kötü seçim olduğunu anlayacaktı.
Beyaz bir kot pantolon üzerine, bayrak kırmızısı bir gömlek giydi. Ayağında beyaz keten ayakkabılar vardı. Halbuki babasının bayramda giysin diye aldığı o keten ayakkabılardan nefret ederdi. Hatta bayramdan sonra bir daha hiç giymemişti o ayakkabıları. Ne varki seçtiği kıyafet kombinasyonuna en uygun ayakkabılarda o beyaz keten ayakkabılardı.
Saçları jölelenmiş şekilde, Yeşilköy’den Taksim dolmuşuna bindi ve buluşacakları saat olan bire on kala Kızılkayalar’ın önündeydi. Taksim meydanında buluşulacak daha kolay neresi olabilirdi ki?
Önce Müjgan geldi. Daha selam vermeden bastı yüksek sesli bir kahkahayı. “Bu ne oğlum Türk bayrağı gibi giyinmişsin? 19 Mayıs gösterilerine mi gidiyorsun?”diyerek dalgasını geçti Akın’la. Akın :” Dalga geçme kızım ya! Sabah sekizden beri dolapta ne varsa giydim çıkardım, sonra çaprazlama giydim çıkardım, hatta bir iki parça babamın kıyafetlerinden harman yaptım: en sonunda bunda karar kıldım!” dedi öfkeyle karışık utangaç bir tavırla.
“Senin bu kıyafet yaklaşımın üzerinde çalışmamız lazım anlaşılan ama artık bugün için çok geç. Dua et Laren seni görünce gelmekten vazgeçmesin.” dedi Müjgan.
Akın’ın tüm hayalleri bir anda kaybolma noktasına gelmişti, tüm heyecanın yerini bir pişmanlık ve korku almıştı. Ya Laren diğerleri gibi onu kıyafeti ile yargılarsa diye bir panik sardı içini.
Artık korkunun ecele faydası yoktu. Laren gözükmüştü meydanın köşesinden, trafik ışıklarında karşıya geçmek için bekliyordu. Akın “Ya Allah! Battı balık yan gider, ne olacaksa olsun.” diye geçirdi içinden. Laren Akın’ı görmenin şaşkınlığıyla Müjgan’ı öperken bir yandan da Akın’ı süzüyordu baştan aşağı belli belirsiz bir tebessüm ile. Akın baskın çıkmak ve geyiği önlemek için “Hayır 19 Mayıs’a gitmiyorum, milliyetçi bir amacımda yok bugün böyle giyindiğim için; annem sevdiğim herşeyi aynı anda yıkamış bunlar kalmış giyebilecek banada!” diyerek atıldı. Laren sakince “ Sevdim renkli tarzını, tanıdık birinin daha olmasınada ayrıca sevindim yabancı bir ortamda en azından yalnız kalmayacağım Müjgan erkek arkadaşı ile yakınken.”dedi. Akın bir kez daha erken atladığı için ön plana, pişman oldu. Laren böyle bir kıyafeti sevmiş olabilir miydi gerçekten? Yoksa kibarlık mı yapıyordu?
Müjgan “Haydi, herkes geldiğine göre gidelim artık.”dedi ve üç arkadaş Kasımpaşa’ya gitmek için taksiye bindiler.
Akın ve muhtemelen Laren’de hayatlarında ilk kez Kasımpaşa’ya gidiyorlardı. Kasımpaşa her zaman genç muhabbetlerinde, uyuşturucunun , kavganın , gürültünün patırtının kol gezdiği ve tehlikeli bir yer olarak konu olurdu. Ama Akın’da Laren’de gördükleri semt karşısında bu hisse kapılmadılar, gayet normal her semt gibi bakkalı, okulu, taksi durağı olan, insanların normal hayat koşuşturmasında olduğu bir yerdi. Paşa çeşmesi yokuşundan çıkan taksi Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nin ana giriş kapısının orada durdu ve Müjgan geldiklerini söyledi. Ufak bir para verme tartışmasından sonra Akın Maltepe’li delikanlı olarak kızlara para ödetmeden taksiyi gönderdi.
Sıradan bir apartmanın en üst katına çıktılar. Ama çaldıkları kapı normal bir daire kapısı değildi. Apartmanın çatısına doğru çıkan, sonradan daire girişi yapıldığı belli olan demir bir kapıyı çaldılar. Mehmet açtı kapıyı, arkadan bir Sezen Aksu şarkısı melodisi geliyordu. Mehmet; Sezen Aksu ve Ahmet Kaya delisiydi. Neredeyse tüm şarkılarını ezbere bilirdi. Odasında da görsel olarak asılı olan tek şey: bir Sezen Aksu posteriydi.
Dışarıdaki demir kapıdan hemen yukarı doğru bir merdiven uzanıyordu. Merdiveni çıktığında gördüğün ilk şey ise Haliç’in muhteşem manzarasına bakan bir camekana sahip geniş bir salondu. İçinde farklı takımlardan oluşan koltuklar, eski tip sehpalar olan temiz bir salondu. Belli ki birçok değişik yaşam tarzı görmüş harmanlanmış bir eşya grubuydu.
Mehmet direk camekanı işaret etti ve “Geçebilirsiniz!” dedi. Akın ve Laren o eşsiz manzaralı camekana geçip farklı koltuklara oturduklarında, Müjgan’da direk mutfağa gitti yapılacak bir şey var mı görmek için. Laren’de ayağa kalkıp içeri doğru “Yardım lazım mı?” diye bağırdı. Mehmet özgüveni yüksek girişken bir çocuktu. Laren ile 5 dakika önce tanışmasına rağmen:”Tabiki var, kızlar salata sizin geri kalanını ben pişiririm” dedi ve camekana doğru geldi.
Akın hayranlıkla manzarayı seyrediyordu; Haliç, İstanbul Üniversitesi’nin yangın kulesi, Unkapanı Köprüsü, Balat tarafları. Hayatının en güzel ve en kötü anılarının geçeceği bu evin, hayatında çok önemli bir yer kaplayacağını henüz bilmiyordu. Dalmıştı denizin güneşle olan parıltılı dansına, uzaklara bakıyordu, kafasında bin türlü düşünce ile.
Mehmet camekana gelip, “Rakı içeriz değil mi?” diye sordu. Mehmet 18 yaşında olmasına rağmen içki dayanımı ve tüketimi yüksek biriydi. Bazı zamanlarda alkol harici kötü alışkanlıklara meyili vardı.
Akın ise hayatında bir kere arkadaşlarının yaptığı şakayla sarhoş olmuş, onun haricinde ailesinin yanında olmak kaydıyda bir duble rakıdan fazlasını içmiş biri değildi. O sırada Laren’in “Balık varsa rakı olmaz mı, içeriz.” dediğini duyunca; “Çok severim rakıyı.”diye bir cümle çıkıverdi Akın’ın ağzından.
Mehmet sevinmişti herkesin uyum gösterdiğine fakat Akın “Ben ne yaptım, nasıl içeceğim şimdi” diye düşünüyordu. Sonra “Ne kadar kötü olabilir ki, bir iki kadeh içerim yeter.” dedi kendi kendine.
Kızlar çok güzel bir çilingir sofrası hazırlamışlardı camekana, Mehmet’te içeriden odasındaki teybini getirmişti. Sezen Aksu çalmaya devam ediyordu. Sonbahara nazire yaparcasına güneşli bir gündü ve teyp arada bir şişiyordu ısınmaktan. Şişince duruyordu. Mehmet teyp durunca içindeki kaseti çıkartıp, kablolarını söküp, teybi on dakikalığına buzdolabına koyuyordu. Bu onun sistemiydi zaman içinde çözüm olarak bulduğu. Akın ve Laren bu sistemi hayli garipsemişlerdi ve her seferinde gülüşüyorlardı gerçekleştikçe. Müjgan alışmış gibi gözüküyordu bu duruma. Ama işe yarıyordu. Teyp soğuyunca tekrar çalışmaya başlıyordu.
Sofra tamamlanırken ve balıklar pişirilirken, ufak tefek konuşmalar haricinde herkes görevine odaklanmıştı. Kızlar salata yaparken, Mehmet balıkları tavada pişiriyor, Akın ise hazır olanları sofraya götürüyordu. Akın pek hamarat sayılmazdı. Bu gibi konularda, annesi her zaman ihtiyaçlarını karşıladığı için, pekde dışarı çıkmışlığı olmadığı için pratik yapma şansı olmamıştı. Getir götür işleri bile onun için yeni sayılabilirdi.
Mehmet, Akın’a dönüp “Hacım haydi; mangal yapmıyoruz ama tava başındayız koy şuradan iki duble rakıda başlayalım ufaktan ufaktan.” dedi. Akın’ın babası her gece rakı içtiği için en azından rakı servisinde ciddi bir tecrübeye sahipti. Dolaptan aldığı rakı şişesini açıp Mehmet’in verdiği rakı bardaklarına babasının ayarında servis yaptı. Su ve buz faslından sonra, Mehmet “Dublelerinde sıkıymış.” diyerek kadehini Akın’a doğru uzattı. Akın tereddütsüz bunun şerefe anlamında olduğunu anlamıştı ve o da kadehini Mehmet’inki ile tokuşturdu. İkiside birer yudum aldılar. Mehmet “Oh!” derken Akın yüzünü buruşturmamak ve rakıyı sorunsuz yutabilmek için savaş veriyordu. Nede olsa çok severim dediği rakıyı ilk defa ailesinin yanında olmadan ve de ilk defa babasının orjinal ölçüsü ile içiyordu. Neyseki kazasız belasız yuttu ilk yudumunu.
Balıklar hazırdı, hep birlikte muhteşem manzaralı camekanda masanın başına oturdular. Mehmet ile Müjgan yan yana Akın ile Laren yan yanaydı. Mükemmel bir sofra ve taptaze balıklar masadaydı. Rakıda cabası. Sezen Aksu çalmaya devam ediyordu. Belki üçüncü değişen kasetti ama söyleyen hep aynıydı.
Bazen şarkılara mırıldanarak eşlik ediliyor bazen sessiz sedasız Haliç seyrediliyordu. Herkes kendi geçmişinden bahsediyor, herkes birbirini tanımaya, öğrenmeye çalışıyordu.
Akın rakı içmenin verdiği gerginlikle, Laren’e fazla yaklaşmıyor aynı zamanda üstüne gitmek ve tepkisini çekmek istemiyordu. Önce arkadaş olmak sonradan yakınlaşmak istiyordu.
Mehmet kahkahalar eşliğinde, Müjgan’ın anlattıklarından dolayı Akın’a düşman olduğunu, okula ona saldırmak için geldiğini hatta yanında bıçak olduğunu, Akın karşılık verse çekinmeden bıçağı kullanacağını anlatırken, Laren Akın ve Müjgan gülerek Mehmet’i dinliyorlardı.
Kızlar ikinci dublelerden sonra rakı içmeyi kestiler. Akın Mehmet’in içki potansiyelini bilmediği için Mehmet’e ayak uydurmaya çalışıyordu. Neredeyse bir büyük rakı bitmişti. Akın dizlerinde bir çözülme hissetmişti, hatta normal seviyede güleceği şeylere kahkahalar atıyor, Laren varken yaşadığı o her zamanki stresi kaybetmiş, arada laubali kaçabilecek espriler bile yapıyordu.
Belli bir alkol seviyesine geldiğinde Mehmet her zaman Ahmet Kaya dinlerdi. O seviye ikinci büyük rakı açıldığında gelmişti. Mehmet, Sezen Aksu kasetini çıkartıp; Ahmet Kaya kasetini taktı. Hemen hemen her şakıyı ezbere söylüyordu kasetle birlikte. Sohbet artık gençlerin sevdikleri, sevmedikleri şeylere gelmişti. Herkes kendi sevdiği müzik tarzını, grupları konuşuyordu. Güzel bir ortam oluşmuştu kendiliğinden dördünün arasında. Sıcak, samimi ve çıkarsız. Taksim’den, okula, spordan sanata her konu geçiyordu hemen hemen. Anılarla karışık bir sohbet vardı. Bu kadar sohbetin içinde Akın’ın tüm kulağı Laren’deydi. Neyi seviyor, neyi sevmiyor, olaylara bakış açısı nasıl? Hepsini ezberliyordu bir bakıma. Onu daha iyi tanıyabilmek için tüm detayları bir bir topluyordu. Birçok kez aynı anda aynı şeyleri söyledikleri ikisinin de dikkatini çekmişti. Her seferinde de göz göze gelip utangaç tavırlarla gözlerini kaçırmışlardı birbirlerinden. Akın zaten Laren’in etkisi altındaydı ama Laren’de Akın’dan etkilenmiş miydi? Akın’ın tek düşüncesi buydu o anda. Mehmet’in “Ey dağları delen Ferhat’ın gürzü!” diye bağırmasıyla irkildi Akın. Daha sonradan da çok kez şahit olacağı bu narasını Mehmet keyifli zamanlarında atardı. Akın’ın şokla karışık zıplamasıyla Mehmet “Ne oldu hacı nerelere daldın, haydi içmiyor muyuz?” diye sordu. Akın her ne kadar artık içemeyeceğini bilse de, Laren’e ve Mehmet’e zayıf gözükmemek adına “İçiyoruz hacım içiyoruz, doldur bakalım.” dedi. Mehmet “Rakı masasında sakiliği yaşı en küçük yapar, en küçüğümüz kim?” diye sorunca, kısa bir diyalogtan sonra Akın’ın en küçük olduğu ortaya çıktı. Hepsi 77 doğumluydu Akın ise 78. Akın iki kadehede servis yaparken, el ayak koordinasyonununda biraz yitimi ile, taşıra damlata rakı servisi yaptı. Bunu farkeden Müjgan “Çarptıysa daha içme, eve gideceğiz hep beraber bak!” dedi. Akın “Yok ya ne çarpması, ben bunu kulağımla içerim.” diye cevapladı. Mehmet ise “Miden bulanırsa yandaki camdan değil arkadaki camdan kus yetişemezsen banyoya.” dedi. Mehmet daha önce burada içen arkadaşlarından tecrübeliydi. Akın’ın gerçekten midesi bulanıyordu ve en önemli bilgi buydu o an ortamda, eğer banyoya yetişemeyecek gibi olursa camdan dışarısı her zaman masaya veya Laren’in üstüne kusmaktan iyiydi. Camekanın iki tarafı vardı. Biri manzarayı gören büyük kısım, biri yan binanın çatısının üstünde kalan küçük kısımdı. İki tarafta da pencere vardı, Mehmet’te küçük kısmı göstermişti Akın’a. En fazla yan binanın çatısı kirlenirdi. Büyük tarafın aşağısı olduğu gibi alt katların balkonları ve çamaşır ipleri ile doluydu. Temiz kalması gereken kısımda orasıydı tabi.
Velhasıl kelam, şarkılar türküler derken iki kadeh rakı daha içtiler Mehmet’le Akın. O anda Akın midesinden yukarı doğru bir baskı hissetti. Allah’tan Mehmet tuvaletteydi ve Laren ile Müjgan içeride kahve yapıyorlardı ki, Akın’ın patlamayı andıran kusuşuna şahit olmadılar. Akın hızla yerinden fırladı, önce arkadaki camı açtı sonra “Yanlış cam!” diyerek diğer camı açtı ve aşağı kustu. Bitmek bilmeyen o bir dakika boyunca Akın ne varsa geri çıkarmıştı. Hiç bir şey olmamış gibi camı kapattı ve yerine oturdu. Gözleri kıpkırmızıydı. Bir yudum su aldı ağzına. Boğazı yanıyordu. Kızlar kahveleri getirdiler. Laren, Akın’a “Kahve iyi gelecektir, iç bakalım.” dedi. Bu aynı zamanda Laren’in Akın’a yaptığı ilk kahveydi. Akın kahveyi hızlıca içtikten sonra camekanda bulunan sedire uzandı biraz olsun açılabilmek için, başı dönüyordu. O sırada kapı çaldı ve Mehmet’in çocukluk arkadaşı, iki yan apartmanda oturan Altay geldi. Altay çok temiz ve çok çalışkan bir çocuktu. 76 doğumluydu. Kardeşi, annesi ve babası ile mutlu sakin bir hayat yaşıyordu. Bir reklam şirketinde grafiker olarak çalışıyordu. Tek kötü özelliği; bir türlü önüne geçemediği kleptomani hastalığı idi. Olur olmaz yerlerden abuk subuk şeyler araklardı. Sonrada götürür geri bırakırdı. Ama bu durum her zaman kulağa geldiği kadar kolay olmuyordu.
Altay’ı herkesle tek tek tanıştırdı Mehmet. Altay, Mehmet’in en büyük rakı arkadaşlarından biriydi. Hemen Altay’a rakı ikram etti. Akın’da ayıp olmasın diye tekrar masaya oturmuştu ama rakı içmedi. Zaten pek içecek hali de yoktu. Mehmet’te artık yavaş yavaş sarhoşluk ibareleri gösteriyordu. Ahmet Kaya şarkıları daha yüksek bir sesle söylenmeye başlamıştı. Mehmet’in babasına olan özlemi, babasını suçlaması ve annesine düşkünlüğü Ahmet Kaya şarkılarında kendini bulmasına sebep oluyordu.
Bir anda ortam yumruklarla çalınan demir kapısının gürültüsü ile buz kesti. Akın’dan başka kimse tahmin edememişti ne olduğunu. Nitekim Mehmet koşarak kapıyı açtığında, alt komşuları olan Şaziye’nin feryat figan bağırmalarına maruz kaldı. “Yeter artık pis alkolikler, yine çamaşırlarımın üzerine kusmuşsunuz, her seferinde aynı çamaşırı iki kere yıkıyorum sizin yüzünüzden!” gibi sıralı ve sanki önceden hazırlanmış ve ezberlenmiş bir biçimde bağırmasını dinliyorduk. Mehmet Akın’ın kusmasından habersiz cevap vermeye çalışırken Akın araya girip özür dilemeye çalıştı. Fakat Şaziye’nin hiddetini azaltacak gibi olmamakla beraber, Şaziye bağırmayı durdurmadığı için Akın’ın özrünü anlamıyordu bile. Mehmet o sinirle, Şaziye bağırmasını sürdürürken demir kapıyı Şaziye’nin suratına çarparak kapattı. Altay Şaziye’nin haklı olduğunu anlatmaya çalışırken Mehmet alkolün verdiği sinirle dinlemiyordu ve misafirlerinin önünde rencide olduğunu düşünüyordu. Halbuki misafiri sebep olmuştu bu duruma. Ortalık biraz sakinleşmişti ve Akın önce doğru pencereyi açtığını fakat sonra yanlış olduğunu düşünerek diğer pencereden kustuğunu anlatırken demir kapı tekrar vuruldu.
Mehmet’ten önce Altay davrandı ve kapıyı açtı. Gelen Şaziye’nin kocasıydı, karısına yapılan kaba muamelenin de verdiği haklı kızgınlıkla bağırıp çağırmaya başladı. Mehmet’in alttan alacak bir hali yoktu, eline ilk geçirdiği şey orada süs olarak duran şömine ekipmanlarından şiş gibi bir şeydi ve Şaziye’nin kocasının üstüne saldırdı. Altayın üstündeki deri yeleğe takılan şiş Mehmet’in elinden çıktı. Olayın vahametini ve ciddiyetini gören Şaziye’nin kocası Altay’ın da yoğun çabası ile geri evine gitti. Altay kapıyı kapattı ve Mehmet’i yukarı sürükleyerek sakinleştirmeye çalışıyordu. Akın’da sebep olduğu olaylardan dolayı arayı yumuşatmaya ve ortamı düzeltmeye çalışıyordu. Laren bir köşede kalakalmıştı. Müjgan’da Mehmeti sakinleştirmeye ve toparlamaya çalışıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi anahtar sesi duyuldu ve Mehmetin annesi geldi. Halime teyze 45 yaşında güçlü karakterli, hayatın zorluklarına karşı durmuş, tek başına iki çocuğunu yetiştirmiş eczacı bir kadındı. Şaziye’ye kapıda yakalandığı belli ki, bağıra çağıra girmişti daha kapıdan. Yukarı çıktığında, Akın, Laren ve Müjgan’ı görünce tepkisini biraz yumuşattı. Normalde küfürü çekinmeden kullanan bir kadındı. Mehmet’e bağırıp çağırıyor ve Altay’da bu durumdan mahallenin çocuğu olarak nasibini alıyordu. Önce Şaziye yüzünden sonra Akın’a kaldıramayacağı kadar rakı içirdikleri için Mehmet ve Altay’ı kızların önünde yerin dibine soktu. Buna daha da sinirlenen Mehmet camekanla salonu ayıran camlara yumruk atmaya başladı. Camlar bir bir kırılırken, Mehmet’in kolunden kanlar süzülmeye başladı. Annesi Mehmet’i tutarak silkeledi ve koltuğa doğru fırlattı, Altay’a Mehmet’i sağlık ocağına götürmesini söyledi, Mehmet ne kadar itiraz etse de bir yerden sonra annesinin lafına uyuyordu. Bu hep böyle olmuştu ve olacaktı. Akın’da onlarla gitmek istedi. Halime teyze Akın’a izin vermedi. “Sen önce bir açıl, kendine gel. A çocuğum bunlarla rakı içmek senin neyine.” diye tersledi. Laren Akın’a buzlu bez getirdi kafasına koyup açılsın diye, Müjgan Mehmet ile gitmek için toparlandı ve Laren’e “Siz gidin ben sonra eve giderim.” dedi ve Altay’lar ile ayrıldı evden. Akın durumdan rahatsız olmuştu, ne de olsa herşeyin başlangıcı onun kusmasıydı. Akın’da Laren’e “Ben daha iyiyim, bizde gitsek iyi olur.”dedi. Akın yaptıklarının verdiği huzursuzlukla Halime teyzenin elini öpmeye ve özür dilemeye çalışırken, Halime teyze Laren ve Akın’a “Siz bunların arasına nereden düştünüz ?”diye tebessüm ederek sordu. Akın’da Müjgan’ın okuldan arkadaşları olduğunu ve tüm suçun kendisinde olduğunu tekrarladı. Halime teyze “Önemli değil, böyle tecrübe kazanılıyor bu hayatta, biz annelerin sözleri yeterli olmuyor deliler sizi…ama şimdi sen –Laren’i göstererek – bu güzel kızı sağ salim evine bırak bakalım.” dedi. Akın’ın tekrar gözleri ışıldadı o anda ve “Tamam Halime teyze sen hiç merak etme, ama şu ev telefonununuzu bir alayım ben gitmeden, Mehmet’i merak ederim yoksa.” dedi. Halime teyze numarayı verdi ve Akın ile Laren’i yolcu etti. Akın ile Laren apartmandan çıkar çıkmaz eve nasıl gidecekleri konusunda kısa bir konuşma yaptılar, taksiyle Taksim’e oradan Bakırköy’e dolmuşla… Bakırköy’e gelene kadar ikiside hiç konuşmadı. Akın’ın zaten başı ağrıyordu ve utancından ne söyleyeceğini bilmiyordu. Laren ise yaşadığı şoku atlmaya çalışıp, hiç alışık olmadığı derecede hareketli geçen günü düşünüyordu. Mehmet’in keyfi cam kırması haricinde şükür ki kimse zarar görmemişti. Birde Altay’ın şiş ile delinen yeleği vardı tabi.
Bakırköye geldiklerinde Akın ne kadar ısrar ettiyse de Laren Akın’ın onu eve bırakmasına müsade etmedi. Akın’da Bakırköy meydanında bıraktığı Laren’in arkasından bakakaldı. Ta ki Laren gözden kayboluncaya dek. Akın eve geldiğinde akşam saat 8 civarlarıydı. Çok kısa zamanda bir çok şey yaşanmıştı. Günün verdiği yorgunlukla direk odasına gidip uyumaya başladı.
Bu dört arkadaşın birlikte geçirdiği ilk gün yani Kasımpaşa Faciası; aşırı yoğun, aşırı stresli ve aynı zamanda ilginçtir ki yakınlaştırıcı bir anı olarak hayatlarındaki yerini aldı. Hepsi için yepyeni bir dönem başlıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.