- 652 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İnanç Ve Din Konusu
İnanç Ve Din Konusu
Allah inancı herhangi bir dinin tekelinde midir? Yani Allah’a inanan mevcut kabul üç dinin çerçevesine hapsedilebilir mi? Ya da illa bu üç dinin günümüzdeki değiştirilmiş algısına mı hapis olmak zorunda inananlar? Tarihsel süreçteki din kavgaları ve günümüz mezhep kavgaları bu algı hapsinin ürünü değil mi?
Ben diyorum ki; "Kimse kimseye inanmasın ama bilgi paylaşımı olsun! Yani kimse diğerinin bilgisinden mahrum olmasın ama kimse de kimseye koşulsuz inanmasın! Aldığı bilgiyi kendi değerlendirsin, karşısındakine inanmasın! Bilgiyi de ön koşulsuz alsın! Yani ‘Doğrudur’ ya da ‘Yanlıştır’ diyerek bir tarafa ağırlıklı olarak yamultmadan olduğu gibi değerlendirsin!" Bu "La ilahe illallah" (İlah değil, Allah) hakikatine götürür kişiyi. Yani "İlah" kapsamında, kişi ya da öğreti olmaz ise sorun çıkmaz! Evrendeki tüm bilgiler bireyin kendi vicdanında analiz edilir ve kişisel bir kanaat ortaya çıkar!
Allah inancı herhangi bir dinin tekelinde midir?
Değildir!
Çünkü bireysel inanç tek ama inancın pratiği olarak sunulan din, çoğul olarak gözlemleniyor Hatta aynı dinin iç mezhep ayrımları ile bu algı çoğalması daha da fazla! Bu durumda din başka iman başkadır! Yani iman, kişinin vicdanının en özgür eylemi olarak kimseye hesap vermek zorunda olmadığı bir alanıdır! Din ise öyle değildir; farklı dinler ve aynı dinin mezheplerinde farklı algılamalardan doğan farklı kabuller vardır! Bu kabuller üzerinden toplumsallaşmaya, gruplaşmaya çalışılır! İnanç ise evrendeki tüm insanlar adedince olacaktır yani dinlerin farklı grupsal algılaması bireysel inanç alanında yetersiz kalır! Demem o ki din alanında gruplaşma olabilir ama inanç alanında bu asla sağlanamaz! Bunun farkında olan arifler ise; “Arif için din yoktur!” demişler! Yani arif olan birey asla bir grupsal kalıba giremez! Dinde grupsal kabul vardır! Bu nedenle “İmam-ı Azam Ebu Hanife” gibi çok ileri derecede din bilenleri bile halifeler, zindanlarda ölene kadar tutmuşlar! Yani Arif ölür ama kalıba girmez! Onlar başkasının ağzıyla inanç savunmazlar, hele ki dini asla başkasının ağzıyla savunmazlar! Yoksa İmam-ı Azam, halifenin anlayışını kabul eder ve saraylarda yaşardı. Ne zoru var da zindanda ölüyor! Halk zaten onu kabul etmişken, mezhep imamıdır, bilirsiniz!
Allah’a inanan kişi, mevcut kabul üç dinin çerçevesine hapsedilebilir mi?
Edilemez!
Eleman veriyor din üzerinden tehdidi; “İnanıyorsan şu dinin şartlarını da sorgusuz kabul edeceksin!” dayatmasına; “Yok, dayı ben almayım! Evet inanıyorum! Ama bu inancım yalnızca Allah’a! İnanç alanında kurumsallaşmış dinlerin, değiştirilmiş ya da güncellenmediği için günümüz şartlarını karşılamayan ilkelerine değil! Bu dinlerin adına öğretileri sahiplenen ve gruplaşanların ilkelerine de inanmak zorunda değil kimse!” diyebilir! Demeli, bu cesarete sahip olmalı! Birey zaten kendi inancının ürünü olarak kendi kabul ettiği dini yaşadığında bu inancının bir anlamı olur! Kılıçla ya da zorla bir din kabulü günümüzde anlamsızdır!
Birey illa bu popüler üç dinin günümüzdeki değiştirilmiş algısına mı hapis olmak zorunda?
Değildir!
Günümüzde en fazla popülerlik kazanmış bu üç dinin bir kısmının tüm nakil bilgileri kutsal kitabına kadar değiştirilmiş, müdahale edilmiş! Son kitap olan Kuran’ın değişmediği kabul edilir! Son dine dair diğer bilgiler üzerinde ciddi oynamalar yapıldığını da biliyoruz! Özellikle hadis fazlalığı dikkat çekince sayıları 1.500.000’i aşan hadislerden abartılı ve uydurma olanlarını elemek için; bir heyet 400 bin hadis tarayıp 20 binini “Sahih” sağlam olarak belirlemiş. Bu çalışma yeni oldu! Bu taramaya esas hadisler de şüpheli durumda olduğuna göre sağlam olarak ayrılan veya sahih olmadığına bir heyetin karar verdiği hadisler şüpheden kurtulabilir mi? Kurtulamayacağı mantıken ortada! Mevcut şüpheliler incelendiğine göre silinenler konusunda bu heyet çaresiz kalacaktır! Kuran değişmese de üzerine yapılan yorumlar çok farklı bir yöne çekebilir insanı! Bu konuyu “Levh-i Mahfuzdaki Kuran” yazımda ve diğer yazılarımda zaman zaman açmıştım! Yani birey popüler dinlerin değişmiş algılarına sıkışmak zorunda değildir!
Tarihsel süreçteki din kavgaları ve günümüz mezhep kavgaları bu algı hapsinin ürünü değil mi?
Tüm dinsel içerikli kavgalar bu popüler üç din algısının ve iç mezhep popülerliğinin ürünüdür! Tarihte de örneği yok günümüzde de; inanmayanların orduları ile inanların orduları savaşmaz! Savaşan tüm taraflar bu üç popüler dinin birindedir!
İnanç, kişinin vicdanının en özgür olduğu alandır! Bu özgür alana, din bile giremez! Girmemeli! Arifler, kişisel inanç alanına dini sokmamışlar! Muhyiddin İbn-i Arabi “Arif için din yoktur” derken bunu anlatıyor! “Herkes için din yok!” demiyor! Arif için yok! Diyor çünkü herkesin adına konuşmak arifin de hakkı değildir!
Birey inanç konusunda zaten özgür kabul edilir, din konusunda da özgür olduğu iyice yerleşir ise zaten ortada din alanından beslenen bir kavga göremeyiz!
Bu hal şuna benzer; bir seri damacana dolusu zehirli sular olsa ve yanlışlıkla pek çok kişi o sudan içse o su hakkındaki bilgi de sonra verilse; çok kişinin içmesi durumu hafifletecek mi? Yanlışlık öğrenilse bile içilen suyun zehir tesiri bilgi ile azalmaz! Herkes içti diyerek çoğunluk üzerinden bir ferahlama anlamsız olacaktır!
Mezheplerin çıkmasında ariflerin rolü: Dinlerin çıkmasında tırnak içi ariflerin rolü ne ise mezheplerin çıkmasındaki rolleri de benzer. Bu süreç insan ilahlardan başlar, ilk zamanlar toplum içerisinde kendini kabul ettirmek için insanlar arasında kendine güvenenler "İlah" veya firavun olarak kendini ilan eder ve bu zavallılarca kabul görürse devam eder! Sonraları ilahlar göğe çıkar, yerde aracılar üzerinden bu “İlah sömürüsü” devam eder! Arifler, ne ilah ne de aracı olmaz; sadece bilgi peşinde olur! Maariften gelir. Mezhepler konusundaki durumu bilirsiniz, sonradan çıkarılmış ama şu da var çıkmasa ne olacaktı ki ne değişecek idi. Sonuçta pek çok dinsel öğreti yıpranmış. Aslını yitirmiş, öğreti olarak elbet. Aslı yazılı, orjin saklı olsa da tırnak açılınca yine sıkıntılar çıkacak! Köle, cariye, cihat, miras, kadın hakları konusunda yine güncellemek gerekecek. Yani arifler, mezhep benzeri bir açılım yapmak zorunda kalacak! Her canlının inançla doğmasının sebebi ne olabilir onu irdeleyelim; çocuk ana babanın genleriyle bir miras alır. Daha ana karnında iken öğrenmeye başlar. Doğunca kulağına ezan okunur, kilisede vaftiz edilir, ya da benzeri şekilde kodlanır sonra da denir ki bu çocuklar inançlı doğdu! O çocukların inançlı doğması zaten ana babanın genlerindeki inançtan başlıyor ve daha doğar doğmaz din ile tanıştırılıyor. Başka alternatifi yok ki çocuğun. Bu şuna benzer bir toplumda kadınların tamamına başlarını kapatması emredilir ise o toplumdaki kadınların baş açma konusunda bir isteğinin olmadığı sanılır! Yani ön kabul, seçeneği ortadan kaldırıyor!
Vicdan, bir ölçü aracı; kıyas aracı; insan, vicdanı ile iyiyi kötüden doğruyu eğriden ayırır kendince! Vicdanının yeteneğince. Vicdan “Ben” kapsamında işler! Kişilik sahibi olmakla alakalı! Din ise bir öğretidir! Semavi dinler denir bu dinlerin kaynağının Göklerdeki Rab ve vahiy olduğuna inanılır! Peki, peygamberlere vahiy geliyor ise diğer insanların durumu nedir! Yani bir kişi çıkar "Bana vahiy geldi, bizim ırkımız seçilmiş ırk; hepiniz bana itaat edeceksiniz yoksa Cehenneme girersiniz!" veya " Sizinle tanrı adına ölümüne savaşırım, cihat ederim!" Bu söylemde sorun yok mu sizce? Bence asıl sorun bu söylemde! Bu söylemler, cesaretle irdelenir ise insanların anlayışı daha da gelişebilir! Yani tanrı, diğer insanları peygamberler karşısında ezik olarak yaratmamış ise peygamberlerle eşit yaratmamış ise bu da “Evrensel eşit insan!” prensibine uymaz! Bu ayrıcalıklı kabul üzerinden sahte ilahlar, firavunlar, peygamberler ve kurtarıcılar da de çıkmış, çıkabilir! Burada birey, kendini korumak için bu kişilerin tamamını inkar etmek zorunda kalacak! Birey, bu kişilerle aynı asırda yaşıyor ise sorun yok, inceler ve kararını verir! Ama bin yıllar öncesinden bir nakli bilgi ile bin yıllar öncesinde yaşamış birine itaat isteniyor ise hatta o kişiye olsa yine iyi o kişinin temsilcisi olarak kendilerini ilan edenler çıkıyor onlar “Din” kapsamında kutsal itaat istiyor ise durum vahimdir!
Son tahlilde; evren mutlak adalet kuralına göre işliyor! Evrenin sahibi aciz olmadığına göre işleyişteki gözlemlenen zulümler ve haksızlıklar da işleyişe dahil. İnsanlar inandığı kabulü yaşarlar ya da yaptığı fiilin karşılığını yaşarlar. Bir insan bir kötülük işlemiş ise onun karşılığını yaşayacak bu doğal bilinmeyen yan ise şu; evrenin sahibi düşünceleri de bilir! Bu nedenle başkaları için zulüm ve düşmanlık, ihanet besleyenler bir şekilde kendileri bu zulüm ve ihanete düşerler! Ve fiilen işlemedikleri ama düşüncede kabul ettikleri kötü durumlar, evrenden onlara geri yansır!
Bu manada, kendine çeki düzen veren insanların şuurlu yaşadığı, evrensel mutlak adaletin işleyişinin şuur edilmesinin yani pratikte işlemesinin; “Evrensel eşit insan” prensibinin pratikte kabulünün adı da “Altınçağ” benim literatürümde. İnsanlar istese de istemese de bu aşamaya gelecekler, başlarını vura vura, birbirini öldüre öldüre de olur, güzellikle de olur! Ben şuurdan, güzellikten yanayım! “Herkes kendini yargılar!” denir ya o da bu içeriğe dahil, herkesin kendi vicdanı kendinin yargıcı oldu, olur, oluyor, olacak! Kaçış yok!
Çünkü birey, ya bizzat işlediği fiili yaşar ya da kabulünü yaşar! Kabulü yaşamak konusu da yine görünmeyen, gözlenemeyen alana girer! Yani menfaati için "Kötü" saydığı insanı bu karşı görüşten ya da dinden olabilir; öldürmeyi ve malını yağmalamayı kendine hak görüyor ise bu eylemi yapmasa bile birileri onu öldürür ve malını yağmalar!
Sen başkası için ne düşünür isen evren de senin için onu hazırlar!
Selametle
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Bu kısmı yoruma cevap olarak yazmıştım yazıma ekledim. can maybull'a teşekkürlerimle.
Mezheplerin çıkmasında ariflerin rolü: Dinlerin çıkmasında tırnak içi ariflerin rolü ne ise mezheplerin çıkmasındaki rolleri de benzer. Bu süreç insan ilahlardan başlar, ilk zamanlar toplum içerisinde kendini kabul ettirmek için insanlar arasında kendine güvenenler "İlah" veya firavun olarak kendini ilan eder ve bu zavallılarca kabul görürse devam eder! Sonraları ilahlar göğe çıkar, yerde aracılar üzerinden bu “İlah sömürüsü” devam eder! Arifler, ne ilah ne de aracı olmaz; sadece bilgi peşinde olur! Maariften gelir. Mezhepler konusundaki durumu bilirsiniz, sonradan çıkarılmış ama şu da var çıkmasa ne olacaktı ki ne değişecek idi. Sonuçta pek çok dinsel öğreti yıpranmış. Aslını yitirmiş, öğreti olarak elbet. Aslı yazılı, orjin saklı olsa da tırnak açılınca yine sıkıntılar çıkacak! Köle, cariye, cihat, miras, kadın hakları konusunda yine güncellemek gerekecek. Yani arifler, mezhep benzeri bir açılım yapmak zorunda kalacak! Her canlının inançla doğmasının sebebi ne olabilir onu irdeleyelim; çocuk ana babanın genleriyle bir miras alır. Daha ana karnında iken öğrenmeye başlar. Doğunca kulağına ezan okunur, kilisede vaftiz edilir, ya da benzeri şekilde kodlanır sonra da denir ki bu çocuklar inançlı doğdu! O çocukların inançlı doğması zaten ana babanın genlerindeki inançtan başlıyor ve daha doğar doğmaz din ile tanıştırılıyor. Başka alternatifi yok ki çocuğun. Bu şuna benzer bir toplumda kadınların tamamına başlarını kapatması emredilir ise o toplumdaki kadınların baş açma konusunda bir isteğinin olmadığı sanılır! Yani ön kabul, seçeneği ortadan kaldırıyor!
Vicdan, bir ölçü aracı; kıyas aracı; insan, vicdanı ile iyiyi kötüden doğruyu eğriden ayırır kendince! Vicdanının yeteneğince. Vicdan “Ben” kapsamında işler! Kişilik sahibi olmakla alakalı! Din ise bir öğretidir! Semavi dinler denir bu dinlerin kaynağının Göklerdeki Rab ve vahiy olduğuna inanılır! Peki, peygamberlere vahiy geliyor ise diğer insanların durumu nedir! Yani bir kişi çıkar "Bana vahiy geldi, bizim ırkımız seçilmiş ırk; hepiniz bana itaat edeceksiniz yoksa Cehenneme girersiniz!" veya " Sizinle tanrı adına ölümüne savaşırım, cihat ederim!" Bu söylemde sorun yok mu sizce? Bence asıl sorun bu söylemde! Bu söylemler, cesaretle irdelenir ise insanların anlayışı daha da gelişebilir! Yani tanrı, diğer insanları peygamberler karşısında ezik olarak yaratmamış ise peygamberlerle eşit yaratmamış ise bu da “Evrensel eşit insan!” prensibine uymaz! Bu ayrıcalıklı kabul üzerinden sahte ilahlar, firavunlar, peygamberler ve kurtarıcılar da de çıkmış, çıkabilir! Burada birey, kendini korumak için bu kişilerin tamamını inkar etmek zorunda kalacak! Birey, bu kişilerle aynı asırda yaşıyor ise sorun yok, inceler ve kararını verir! Ama bin yıllar öncesinden bir nakli bilgi ile bin yıllar öncesinde yaşamış birine itaat isteniyor ise hatta o kişiye olsa yine iyi o kişinin temsilcisi olarak kendilerini ilan edenler çıkıyor onlar “Din” kapsamında kutsal itaat istiyor ise durum vahimdir!