- 662 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
373- ard. öyk.gago dayı/ yeniyazım-
Tabloya hayran hayran bakan kişiye :
" - Büyülendiğin manzarayı birde bilmek çözmek ister misin? Ön planda arının kanatlarında noktaları gösterdim. Orta ikinci planda ise güvercinin başındaki gogoş ibiği çizgiylen verdik. Son ve arka planda moravi, mos morla boyadık; hava perspektifini uzaklığı ifa için koskoca ineği; tuntul ineğini kahverengi lekeyle bir tuşta arı kadar gösterdim."
Seyirciyi büyüleyen müteessir eden şeyi çözümleyerek sanatçı açıklayamaz mı? Dışarı vurmak elbette önemli ama faş etmekte sanatçı için önemli olmalı!
Uygunluk Gago dayı için çok önemli prensipti.
Okusaydı... sanatkar olsaydı... şair olsaydı. İmkanı olsaydı, varıp okuluna gitseydi.
Bulup usûlünü bilseydi; kendini ifade etseydi, eserde kendini dışa vursaydı. Bir manevi kültür üreticisi olması işten bile değildi. Tasarım zekası ve yeteneği ile kurgu gücü ve muhayyelesiyle: Manav dükkânında arkadaşlarıyla genel, soyut, aktüel konular konuşurdu. Kimsenin kalbi kırılmasın diye de " olan " dan konu seçmemeye dikkat ederdi.
Olay’dan...
Olgular’dan...
Konuşurdular...
Onlarınki sadece: beyin fırtınası’ydı.
Tasarımsal zeka; müzakereyi ve münazarayı çok sever.
Konuşma ve ifa ve de sunumun bugün " performans sanat"ı diye anıldığını biliyoruz. Modern yapılandırmacı eğitim sisteminin birey yetiştirmede örnek aldığı tip; konuşkan kendini anlatabilen birey tipidir.
Manav dükkanı "Şefiklerin" petrolün yanında Şükran restoranın yerindeydi.
Tahtadan, kasalardan; derme çatma kondurulmuş daracık sebze meyve satan mekan: 20 metre kareyi bulur bulmazdı.
Duvarda meyve sebze resmi asılı. Üç beş terek, en üstteki terekte sarı gazocağı yanında gazocağını yanmaya hazır eden oluğu doldurmaya hazır ispirto şişesi; ispirto Timur Tekgül’de bulunurdu, başka hiç bir yerden alamazdın. Tekel bayii bir orasıydı bir de Cemil Temel.
Gago dayı’nın yaren arkadaşlarından birisi belki üçünden biri: Kör Hafiz’di.
"Kor Hafiz zekiii!.." güçlü hafızası ile adının da hakkını veriyordu. Tahlil ve bireşimde mantığını yaman kullanırdı. Karşısındakini mat eder. " İnsan ismiyle müsemmadır." diyerek; tavla da yenilenin koltuğuna tavlayı verirler ya, öyle bir işveyle " dünürü! " yola salardı.
"Kudret mektebinde okudum." diyor ya Sefil Şenlik: Bunlar da o cığır adamlar; değilse de ona yek parmak yakındılar.
Klasik devrin insanları, klasik dönemin güzel sanatları gibi son adamlarıydı onlar.
Asr-i zamanların başlamasından evvelki mekan’a bakılmaksızın olup-olan bu uygarlık klasik uygarlıktır.
Bir şey başında ilk önce prototiptir. Ardından ilkel evresini yaşar, ona müteakipte arkaik evreye geçer. Onun ardından klasik dönem gelir ki standart had safhadadır. Herşey öylesine dolgun ve verimlidir tadına doyamazsın şekillerin ifadelerin üslupların.
Bu zaman çizelge formülasyonu herşeye uygulayabilirsiniz. Salt kültüre sanata uygulamakla kalmadan başka herşeye tatbiki olasıdır. Her şeyin klasik zamanı, en güzel zamanın ruhunu taşır tadına doyum olmaz!
Şüphesiz, modernizm de kaçılmaz gerçektir.
İşte bizim öldüğümüz bu: klasik dönemin lezzeti Ardahan’da olmasına karşın tanımlanamayıp, değerlendirilememesidir.
Şahikalara çıkmış divan edebiyatının sözdizimi, saz şairi aşıkların sofist tarzının anlaşılarak aktarılması. Tabii ki çağdaş zamanlara donanımlı ve özgüvenle geçiş daha makbul ve nitelikli olmalı hele ki özgün ve mübahi olmaz mı?
Gago dayı dudak tiryakisiydi. Şefik abi’nin rahmetli babası Ali dayı’da bakkaldı. Dudak tiryakisiydi Gago dayı gibi. İkisi de sönmez ateşin üstünde çaydanlığı kaynar tutardı. Soğuk havalarda ıhlamur, sair havalarda çay kaynatırdılar. Çayı ikram ederdiler, müşterinin gencine veya büyüğüne bakmaksız.
Gago dayı çaydanlığı ince belli bardağa yukarıdan dökerdi. "Şırrr!" diye ses çıkartmazdı mı? İnsan mest olurdu!
Kör Hafız ve diğer arkadaşları ile sohbet dakikaları; soğuktan donmuş dakikaları anca anca çözebiliyordu! Öyle ağır, öyle donmuş oluyordu ki zaman. Sazla sözle zihin parendeleriyle demirin çelikleşmiş çelikten fizik evren gibi zamansız zamanı insan ancak aşırtabiliyordu.
Tatlı dile ne dayanmış ki buzdan donuk zaman çözülmesin! Dayansın! Çelik olsa bile! Olsun!..
Duvara gazeteleri eliyle sıvamıştı Gago dayı.
İsmet Avşar’dan aldığı gazetelerdi: okuduktan sonra hamurla duvara yapıştırmıştı. Gazeteler (de) sıralı dik ve düz sıvalıydı. Her gidişimizde okurduk. Son Havadis, Günaydın, Tercüman ,Cumhuriyet, Politika gazeteleriydi.
Küçük kapısı petrol’e doğru sağ taraftaydı. Eşiği yüksekti. Ayağını on santim falan kaldırıp öyle içeri girebilirdin! Solda vitrin ve önünde kışın açılmayan karyola kadar tezgah; kışın kar tezgahın tahtası üstüne kapladığı kadar alanı kaplıyordu. Kar tahta aralığından aşağı kayıp iniyordu.
İçerde sohbetlerin tadını kim bilmezdi ki. Soğuğun dahi gözü kalıyordu sohbetlerde, onun canı da çekiyordu. İçeriye girip Kör Hafız’ı, Gago dayı’yı dinlemek. Kim istemezdi?
Vitrin camı: içeriden naylon çekilmişti. Dışarda kar ve buz , kristal şekli kanaviçe oyalar gibi oyalamıştı. Kar üstüste bine bine ufalmağa başlamış. Ufalanmağa gevreklemişti.
Süs seyredeni büyülüyor. Çünkü sadece biçim olan hiç bir nesneye gösterge olacak bir simgesellik taşımayan soyut şekillerdi. Bambaşka devirde görülebilecek rüyaya ait desenlerdi belki. Doğal bir şekille ilgisi yoktu camdaki kenar boyunca süslenmiş desenlerin. Ardahan’da her camda oluşan buz ve kardan mamül soyut şekiller her Ardahanlının bilinçaltına kazılı sanat rafinesiydi. Şans mı denir, talih mi denir?
Başını uzatıp, geri çekilip, içeri başını salamayan kar lapaları, hırsından çatlayacaktı nerdeyse.
Gago dayı ve arkadaşları sohbete dalmış, kaynatmış kaynayıp gitmişlerdi.
Çaydanlık şır ha şır ıhlamur döküp içene içiriyordu. Hah ha ha ha’lar atılıp duruyordu. Neşe - şenlik konuşmanın tarifine aciz kalır. Sohbetin Gago dayı ve arkadaşlarınca yapıldığının adı: ülfet olur. Başka bir tanım kifayetsiz ve yetersiz kalır. Kanımız odur! Elimizdeki söz budur! Yapılan konuşmanın çeşiti: "ÜLFET!"dir.
Bir kar lapası ülfet’e ermeyi becerdiii... becerdi!..
Sarhoş arabacının kalpağı içeri girdi. Ağzı kulaklarındaydı.
Gago dayıların ülfetini cümle mahlukat gibi o da duymuştu. İklimler, diyarlar. İşitmeyen, duymayan kalmamıştı sohbetlerin ülfetini.
Gago dayı ve yaren arkadaşların mübahi ülfet üzerine. Kar lapacığı Gago dayı’yı ilkin gördü. Kör Hafız’ı gördü.
"Ben de nail oldum. Soğuktan azade bir rahat yüzü görecekmişim! Bir günün beyliği beyliktir anasını satayım. Kör Hafız başlasa no’lur sohbete, dinlesek kendimizden geçsek!" demeye kalmadı!
"Kar lapacığı" zavallı kendinden öyle geçti ki ZIRT eridi gitti!
"Geçtik muhabbetinden, sohbetinden konuşmağından... "
" Ülfet ha!" deyip iştahlanıyordu herkes.
" Ülfet ha!.."
"Kar lapacığına kalmayan Dünya..."
"Ülfet, erbablarına kalmayan..."
"Ülfet eylemişler..."
"Onların kalmayan yadedişi!.."
"Yarıda kestik ülfeti, yarım kaldı ülfet!.. "
"Ülfet ha!..."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.