TATİLDE KONUKLARIMIZ
TATİLDE KONUKLARIMIZ
Hani elimizde bir dürüm, ayağımız çıplak, başımız kabak sokağa salarlardı ya büyüklerimiz bizi. Dürüm dediysem içinde ya pekmez, ya da çökelek vardır. Arkadaşlarımın çoğu da yavan ekmekle çıkarlardı dışarı. Sonra, sokağımız mı vardı ki köyde? Ayakaltında dolaşmasınlar diye kapıya atılan işe yaramaz fazlalıklardık.
İşe yaramadığımız için sorumluluğumuz da yoktu. Şairin: “Hiçbir şey sorulmasın benden / Haberim yok olan bitenden” dizelerinde vurguladığı gibi… Mevsim yaz ise evcik oynar, tozdan topraktan evler yapar, anne baba olurduk. Bazen de okulculuk oynardık. En sevdiğim oyun, öğretmen olmak, diğerlerini tören için sırayı dizip göndere bayrak çekmekti. Oyun bitince yaptığımız evcikleri, “Emeğim boşa gitmesin” nidalarıyla kendimiz yıkar, kendimiz bozardık.
Kış mevsiminde duvarın güneyine dizilirdik. Güneşin ısısından daha çok yararlanmak için güneşimizin engellenmesini istemezdik. Çünkü üşüyorduk. Birisi bilerek veya bilmeyerek önümüze dikilse hemen hepimizin ezbere bildiği tekerlemeyi seslendirirdik.
Günümdea (günümdeki) matara,
Allah onu yatıra.
Boz eşeğe bindire,
Taşlı köye indire.
Güneşimizdeki, çekilir mi yoksa dönüp bir tokat mı atar, onun orası kendi bileceği iştir. Eğer arkasında kalandan güçlü ise genellikle ikinci seçeneği yeğlerdi.
*On yıldır haziranın ikinci yarısında tatil yaptığımız otelde çocukluk günlerimizi yaşarız. Şöyle ki her şey dâhil sistemiyle çalışan otelin ücretini ödedik. Otobüsün dönüş bileti cebimizde. Apartlarda ya da ev pansiyonlarda kaldıklarımız gibi ne yemek telaşı, ne de kendi aracımızla tatile gittiğimiz gibi, arabamız su mu kaynatır, lastik mi patlar, radara mı gireriz, kırmızı ışık ihlali mi yaparız, park yeri bulabilir miyiz telaşı...
Oteldeki tatilcilerin %80’i yabancı ülkelerden gelirler. Bizim gibi haziran tiryakileriyle sanki tanış olduk. Dillerimizi bilmesek de bakışlarımız jest ve mimiklerimizle daha önce tanıştığımızı anlatabiliyoruz, birbirimize.
Otelde yaşantı yönünden hiçbir kısıtlama yok. İster yat, ister kalk, ister denize gir. İstersen çık çevre gezisi yap. Yat turuna katılanlar da var. Buna rağmen uygar sandığımız kimi Avrupalı tatilcilerin sahilde giydikleri kumlu terlikleriyle görevlilerin özenle temizledikleri yollukların üzerinde yürümeleri, sokak köpeklerini saatlerce sevip ellerini yıkamadan yemeğe oturmaları iğrençtir.
* İnsan cennete de düşse eş- dost arar herhalde. Bir sene Makbule ve Ali Ünlü çifti ve de Nuran Sararer Hanımla tanışmış, hoşça vakit geçirmiştik. İkamet yerimiz hayli uzak olsa da halen haberleşiriz. Sevimli bir Çek çift vardı. İşaret diliyle fotoğrafımızı çekmek için izin istediler. Devamında sıkı bir dost olduk. Konuşamazsak da bakışlarımız ve tebessümlerimizle meramımızı anlatıyorduk. Birbirimizi uzaktan yakından takip ediyor, varlıklarımızla mutlu oluyorduk.
Bu sene yeğenim Şenay, eşi, Aynur Baş ve Arkadaşı Münevver Öztürk’ü bir öğle sonu ağırladık. Aynur Hanım’ı yıllardır yazılarıyla tanır ve saygı duyarım. Yaşı benden hayli küçüktür ama işini iyi yapan herkese saygı duyarım. Öğrencilerime bile… Yüz yüze görüşmek, bu seneye kısmetmiş. “Ainesi iştir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” – (Ziya Paşa). Herkes gibi ben de beğenirim yazılarını. Ne yazsa kalem dostlarından sayısız övgü ve yorum alır. Hangi siteye girse kısa zamanda fark edilir. En yukarılara tırmanır. Kıvrak zekâsı ve derin kültürü eserlerine yansır.
Ne var ki diğer büyük sanatçılar gibi bir yerde kazık kakıp oturamaz. Sitenin doruğunda iken bir bakıyorsun pılısını pırtısını toplayıp kaybolmuş. Ara ki bulasın Aynur Baş’ı)) Kendisi ayrılır ama bazı yazılarıma yazdığı gönül alıcı nefis yorumları da silinir. Bilseydim onları not etmez miydim, eşe dosta göstermek için. Bizim oralarda söylenen bir söz vardır: “Kötü dana gittiğiyle olmadı. Bir kulaç da ipimizi götürdü. Yanarım yanarım da kaybolan o güzelim yorumlara yanarım))
Ne ise Aynur Hanım’dan daha sonra yine söz ederim. Konuklarımın gelişine sevindim. Öyle durumda sevindim sözüne sitem eder eşim. Örneğin, torunlarım gelip gidence “İyi ki geldiler” desem, “Tabii getir götür eziyeti ben çekeyim, keyfini sen çıkar. Elbet sevinirsin” der. Şimdi konuklarımın yemeklerini aşçılar hazırlamış, hizmetlerini garsonlar yaptılar keyfini beraber çıkardık. Yani ikimiz de çok sevindik. Çünkü eğlendik, tavla oynadık, gezinti yaptık, sohbetlere doyamadık. Zamanın nasıl geçtiğini bilemedik. Gecenin geç saatinde “Kötülüğümüzü gördüyseniz de dostlarınıza iyiliğimizi söyleyin” tembihiyle uğurladık…
Ne diyelim artık: gülerek gitsinler. Allah, kimsenin gelenini gidenini eksik etmesin!