- 409 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
mustafa ekmekçi ardahan öyküleri yeniyazım 371
- SOFİ ASLANGÖRÜR, DEDE’YE-
Asker Aras’ın eski kahvesi. Önünde kamyon ve yük gırla gidiyordu.
Toz kopunca zibili açıkta oturan müşterileri; kahveneye kaçmaya mecbur etti.
Çay tabağını alan kapalı kısma doldu. Çayını bitiremeyen ihtiyar başı kalpaklı adam söverek en son girdi.
Zibil çay bardağın yüzünü bulamıştı.
Nekes biriydi. Beş günde bir bardak çay içerdi. Bugünü de it’e paran olmuştu.
Garson çay parasını toplamaya bir an evel başladı. Hortum, rüzgar daha şiddetlenir tahsilatı yapamam mı? dedi. Ne dediyse şeytan aklına kim bilir ne soktuysa? Zaten mahana bekleyen müşteriler pırrrrrrr, kaçtı, kaçtılar.
O esnada bunun çayını da verdiler. Ne dersiniz sayın okuyucular?
Allahını seven, bunun hiç mi hiç sesi çıkmadı. Razılandı. Bir kuruşla başı beraberdi.
El adamının fazla günahını almayalım.
Lazım değil.
Hoşuretli ey bir adam vardı. O an, Aras kayfenesindeydi.
Alayı içeride kilitliydi. Kul oğlu kıpranamadı. Kars’a gideniz varsa bilir. Hey gidi Kars’a gidebilmek, gezebilmek eskiden fermana mahsustu. Yol yoktu. İz bulamı bilirdin? Eski garajın arkasında han vardı. Orası Aras’larındı. Bunlar çok zengin insanlardı. Yeşilyurt Lokantası bunlarındı. Hala öyleymiş, icara veriyorlarmış. Satmamışlarmış.
Çok yerleri satmalarına karşın bir kaç önemli mülklerine değmemişler.
Asker emi mal-mul alırdı. Ağır tüccardı. Ben görmüştüm onu.
Temel Palas’ın sokağından gelirdi. Soranlara: Kakıllayarak; Temel Yıldırım’ın sokak uğurludur derdi. Orta boydan az yukarı nuryüz bir insandı..
Erkek çocukları uzun boylu, sakalları bakımlı ve rabıtalı, kısa kesili saçları, boy pos olarak; Kıvanç Tatlıtuğ hepsi yakışıklı ve manken gibi gösterişli gençlerdi.
Kimseye ilişmez, efendi, az konuşan kendi hallerindeydiler.
Garajdaki yazıhanelerinde gusto’larını terk etmeden yaşadılar. Örnek diye seyrederdi diğer gençler.
Hoşuretli kapının ağzından yol’a fırtanaya hayran hayran bakıyordu.
Hastaneden çıkmıştı. Ardahan’a gidecekti. Verem hastalarınında kaldığı, tedavi gördüğü " Memleket Hastanesi" defterdarlığın karşısında orduevinin yerindeydi. Bugün biz o hastanelere "Devlet hastanesi " diyoruz.
Allah razı olsun tabiplerden Hoşuretli’yi sağaltmıştılar. Adam akıllı hem de. Bir torbada ilaç, kireç, penisilin, sptromisin doldurup, koynuna koydulardı. " Akşam’a iğneni vurdurmayı sakın ihmal etme." dedi Halis Bey.
Bu kim’e vurduram diyence. Doktor hemen ağzına yapıştırdı cevabı:
"-İğneci Asiye halaya..."
Diğer kayfene sakinlerine anlatmıştı derdini. Parasının olmadığını da usturupsuz şekilde son söz yerine ön sözünde demesin? Yaaaa!..
Ne güzel anlatıyoruz... nazar değmez inşallah.
Eeeee: Efendime söyleyim!..
O dedi...
Bu dedi...
Ne dedi...
Ha: Emekli bir memur vardı. Zeki adamdı. İsmi yalan olmasın: Hakkı Emiydi. Göğce’den gelmeydiler. Milli Emlak’tan tekavvuttu.
Hakkı Emi milleti yararak kayfenin camekanlı kapıya geldi. Otobüsde arkalardan sürerek öne gelir bazısı: " Müsait bir yerde indir" derler gibi:
- Kurban sen Ardahan’a gitmeyecek miydin?
- Ağa dayı; he gideceğim.
- Bak yavrum! Şu karşıdaki kamyon Ardahan’a birazdan gidecek. Eğil bak... bak toz koymuyor ki göresin. Ha şimdi bak! Tamam mı?
-Tamam gördüm dayı can..
Cam’ın eni ve boyu tek parça ve altı metre kareye yaklaşmasada aşşağı değildi. Sandalye boyunun hizasında pervazdan kapı ağzının pervazına bir kalas’ı boyayıp filan çakmıştılar. Millet sandalyeyle cam’a yaslanıp şişeyi falan kırmasın... kim dinler? Ayağıyla kırar eloğlu... üç defa ayakla cam şişesini kırdılardı.
Lafın birini koyup birine geçiyoruz.
Hoşuretli kalas’ı seyrediyordu o tarafa bakması, o sebepleymiş. Niye çakmışlardı? Kafayı ona yoruyordu. Boynu kırılmışın oğlu...
Bu cins şeyler; alengirli şeylerdir. Adamın hanımı ölmüş; hanımına bakarken gözü yatağı ayıran tülün yırtığına takılmış. Onu seyre durmaz mı? Bu adamın da kafası kalasa takıldı.
Ne var yani? Bir mantıksızlıkta bizim öykü kahramanımızdan olsun.
Hakkı efendi ikaz etti. Tozan havayı savuran kamyonun Ardahan’a yük götüreceğini. Ayakta konuşan iki kişiden kamyona binme izni almasını söyledi.
Hasta adam; Şaban Ekmekçi’yi ve ortağı İsmail Karaca’yı tanıdığını söyledi. Hakkı Efendi; bunu bu kerre tekdir etti. " Balam; git müsaade al; bin Ardahan’a git. "dedi.
Hoşuretli: Sudan başını çıkaran kaz civcivleri gibi bir kaç dakika boş bakınır o şekilde göz attı yan, yor’una. Aklı başına yavaşca damlamaya başlayıncada: " Tamam, Efendi dayı!" dedi.
... araya gazete haberini sıkıştırmadan olmayacak. Öykümüze yazının anlatımını aktardıktan sonra kaldığımız " Hoşuretlinin yolculuğun..." dan devam ederiz.
Kapıdan girdikten ocağa gelinen saf’ta üçüncü masanın üstünde Kars yerel gazetesi " Ekinci" sayfaları mucurlanmıştı. Fotörlü kırmızı dırda burun kişi garsondan:
- Getir len gazatayı. dedi.
- Hangısını?
Dırda burun kişi şişe, şişe:
- Hangısı var ki? Bir tane gazata var.
Garson suçunmuş durdu. Daha arkasını getiremedi. Sanki fotörlünün hışımlarını biliyordu. Biz o an ordaydık. Anlatmamıza bakmayın. Sürekli girip çıkdığımız; gidip geldiğimiz yer sanılmasın? Yaşımız ne ki? O zamanlara yetişmemiz mümkün değil. Gazeteyi katladı önüne koydu. Yağ olsun diye yalandan masayı o yana- buyana elbise fırçasıylan sildi. Fırçayı piyano çalar gibi; atı tımarlarsın o kaideylen masaj niyetine sesli, sesli ritimle balaladı, pisoladı.
Adam yatıştı. Dırda burun utanmasa: "Masaj gibi geldi... para verem akşama’a kadar yap! " diyecekti.
Hipnotizma böyle oluyor demekki. Neler var bilmediğimiz. Öğrenecek yaşımızda yok.
" Kaldı mı? "
" Kim öl’e kim kala!"
"Yatan mı?"
"Yeten mi?"
Sultan Aziz’in uğraştığı, Rusların demir köprü diktiği köprüler, Abdülhamit’in mıcır döktürdüğü yola en son 1946’da stabilize çalışmalarıyla katkı verilmişti.
Kars- Ardahan yolu üç saat sürerdi. Şimdiki yol aksi istikamette. Kale içinin önünden Kars çayını aşan Sultan Murat köprüsünü geçende solda hamam var eski hamamdır. İki yüz yılı var nereden bakarsan. Ortaçağ evlerini sağa alır kıyılarından çay boyu şose yol akar.
Vadinin kompozisyonu harikadır.
Taşlar kayaları sanki ellen çeper gibi danacılar dizmiştir. Serpintili, serpintili.
Vadi solda Çakmak köyüne taraf falezler sipsivri diklemesine perde gibi çekilidir. Kars çayı kirsiz ve gümüş köpürtüsüyle demiravi akıyor.
Kamyonlar sırayla asgari hızla yola revan karışıp gidiyorlar. İsmail eniştelerin kamyona Hoşuretli binmişti. Muavin ve şöferle üç kişilerdi.
Tam görmelik: Kokoroz oturmuşlar.
Kamyonlar, burunlu vabisler alık-alık manzaraya dalmışlar. Manzara öyle- böyle değil! Bayağı var yav!
İki katlı kale içi ahırlı evler kamyonları çok cezbetmişti.
Kamyonun iki farı ve şöför mahallinde ki altı adet göz, etrafın Sen Petersburg mavisi renkleri hususen izliyordular. Mahususen değil.
Sıkı mı göz bakmasın?
Öyle şahane yer!..
" Başın için de başım içinde!"
Damda kadınlar yün çırpıyordu. Kızılcık değnekleriyle beyaz kahverengi yatak yorgan yünü havalandırıyor ve kıjıklemesin diye değneği kilimin üzerine yekinerek sırıyordular.
Bu kale içindeki evleri tam tarif edemiyorum. Kale içi demek; Kars kalesinin bir hikayesi zaten. Şimdi zirvede olan surlu kale ile çay boyunu sarmalayan dış kale surları varmış. Bunların bazı kütleleri halen mevcuttur.
Nerelerde?.. mi?..
Hasan Harakan-i hazretlerinin türbeden Çobanoğlu’nun gazino’ya çıkan yol kısığında yıkılmış sur kütlesi vardır. Bir tır yekeliktedir. O ve birde eski garajın arkasından mahalleye çıkılan yerde sur kütleleri uçuklarını hatırlarsınız.
Bütün bunlar yerleşimin eskisi. Kale içi demeleri bu yüzdendir.
Evlerin kerpiçten yapılması yanında tomruk kontlarla toprak dam olarak kapatılması ve iki katın altı ahır olmalığı...
" - Gel ölme?"
Benim sevdiğim taraf: Niçindir bilmem ama kapılıyorum seyre orayı görünce!
Kavaklar iğde ağaçları söğütler.
Ardahan yolu falezlerin kıyısında Kars kalesi arkası tepeden eteğine inen hıtamda iki saray durur. Baştaki halen yıkıktır.
Öbürü çarların sarayıymış sonradan Rus garnizonu istirahat yeri olarak kullanmış şimdiyse fakülte. Kameriyelerin çevresi çaya kadar ağaçlarla dizilidir. Binayı ben görmüşüm.
Bir akşam vaktiydi geze geze nizamiyesinin önüne gittim.
Sağolsun kapıdaki güvenlikçi Çıldır’lıydı saçları ağarmış, samimi bir gençti. Sefa hoştan sonra çay içtik. Kulübesi küçük daral verir insana.
Niye İstanbul’a gitmedin? dedim.
- İstanbul’una ... dedi.
O ki; öyle diyince daha illahlamadım. El’in adamı. Ne olur, olmaz? Ne’ye illahlayayım.
Sonra: Kendimi, kendi halimi anlattım. Güzel Sanatlar Lisesine Gebze’den kalkıp gelme sebebimi. Memleketime hizmet etmemi takdir etti.
Bakışıyla sözünü ettiğimiz hikayenin vadisine baktı.
...................
Saray’a yürüyorum, kimseler yok. Korkuyorumda üniversitenin yeri. Birşey kayıp olur, m’olur? Derdini anlat Marko Paşa’ya!
Çocukken Yakup Emi’nin vabis giderken sağ da; dönerken sol da kaç sefer geçmişti buradan? Aklımı tarıyorum ne Kalmışsa onlar ekrana düşen görüntülerden renksiz, fersiz şeyler. Son görüntü tıklanınca gelirmiş. Davranış Filozofu Watson’un teorisi de ötmüyor. Bu başka alem: Hey kardeş!
"Biz burada yaşasaydık. Bizim köy dere boyu kurulmuş olsaydı. Bizim keyf İstanbul değil , Almanya’da bulamazdık." dedim.
Birkaç insan konuşuyorlar. Sarışın adam " Rö dö şambır " lı, franklı lacivert giysili esmer Amerikalı muhtemelen. İrlanda kökenli. Dostoyevisky fanatiğiymiş. Övünerek kurduğu " Fun club’ı " anlatıyor. Son istasyonda nasıl öldüğünü. Rusların cenazeye ihtiram gösterdiklerini karışık anlatıyor. İzlekli bir anlatışı yok adamın.
Üç kişi hayalet üstü bir şekilde saray gibi binanın kanatlı kapısından çıkmıştılar. Hani sinemada oyuncular kamera bakış noktası görüm olur bunlar da bana oynuyormuş gibi..
Hayır! Korkulmayacak birşey olmaz olur mu?
Allah korusun adam aklını oynatır.
Debussy’nin taş plakta suiti çalıyor. İnanılmaz: Bizim buralarda çalınmıştır, demişimdir hep. Haklı çıktım ama benimki de bana oldu. Ter eğnimden süzülüyor. Tırnağıma değin su.
Sarışın olan, sarışın olmayan karaya: "O ayırdına düştüğün zat; Dostoyevisky değil Tolstoy’du." dedi.
Tashih yaptı öz aklınca.
Ülfet’i niye bozuyorsun yani.
Saray’ın arkası kalenin arkası onu betimlemiştik.
Vadinin güneyinden açık kısımdan Kars’tan gelen yol ve çay sulu - duru geliyor. Kuzeye su köpüre yol’dan yavaş iniyor. Her yan çakrak. Taşlar ve kayalar.
Bu dikdörtgen oylumu gibi kompozisyon ne oluyorda güzel oluyor.
Barok saray iki katlı otuz, beş artığı otuzbeş odası bulunuyordu.
Arkası kale taraf.
Güneyin dışında buraya ışık düşmez.
Doğu yanı dik ışık geçmez. Batı yanı Çakmak köyü dik ve yüksek gün gelmez. Kuzey yan ışıksız. İki tepeden koşat atarak kapatsan büyük kapalı bir şehir, getir Ardahan’ı beleş millet yerleşsin...
Amerikalı Rödöşambırlı’ya fena gol attı.
Debussy’nin Chıldren corner suite Çakrak’ta yayıla yayılaa bitti.
"- Bayım sizce? Düşünce davranış mıdır? dedi "
Cevabını alamadı. Fakat dinleyen Herkes için harika soruydu.
Kars’a, Ardahan yoluna.
Yolda giden kamyon yolcularına.
Kompozisyon’a.
O senelere.
Debussy’nin piano suitine ve ezgilerine yakıştı.
Konuyu sabitleyelim:
Kim demiştiyse:
" Kötülük yapmak neyse kötülük düşünmekte odur."
Düşünce; davranıştır tabii ki!
Hatırlanmadıkça insan unutulur demiş büyüklerimiz.
Hatırlamak düşünce unutmak ise davranış oluyor.
Ardahanlı değerli simaları hatırlıyoruz.
Sanki gidip, görüyoruz. Ellerini öpüyoruz, hayır dualarını alıyoruz.
.....................
Mustafa Ekmekçi.
Aslen Rize’den gelmişler... İkizdereli... elli yılı aşkın Ardahan’da ikamet ederler. Mustafa Ekmekçi’nin babasının ismi Halil Ekmekçiydi. Ardahan’ın zenginlerindendi. Kuvvetli var’ı- varidatı vardı.
Çocukları: Şaban, Mustafa, Aslan Ekmekçi’den ibarettir.
Halil Ekmekçi elli yıl önceden birkaç yıl bu yana Rusya’yla canlı hayvan ticareti yapardı. İhaleye girmiş kazanmıştı. Huduttan Rusya’ya ihraç ederdi. Vefatını takiben oğlu Şaban Ekmekçi büyük çapta celepcilik yaptı.
Şaban Efendi değerli tüccardı.
Ardahan’da sevilirdi.
Mustafa Ekmekçi o devrin ticaret lisesi mezunudur. Yedek subay olarak yaptı askerliğini.
Mustafa Ekmekçi ağabeyinin vefatından sonra ticareti sürdürdü. Askeri ihalelere girdi. Müteahhitlik işlerine girdi. Bir müddet fırıncılık ile devam ettiysede izleyen senelerde un toptancılığıyla iktifa etti. Şimdi emeklidir.
Sahil Palas başta olmak üzere oturduğu kahvehaneleri gün içinde gezerek günü bitirir. Babalarından kalma dükkanları sattıktan sonra arta kalan imar fazlası arsaları kaldı. İntikalen dava açtı. Askeriyeye cephe olan kısmı kazandı. Tapusunu aldığı dört beş dükkan olduğu denilmektedir. Bunların iradiyle geçim eder.
Aslan Ekmekçi küçükleridir.
Baba mesleğini takip ederek. Uzun senelerden beri dağ’a celep sürer.
Aslan Ekmekçi; Zekeriya Işık’ın Yeni mahallede ki çiftliğini satın aldı. Akoş Emigilin ordaki ev’i sattı.
Büyük ahurları olan bu çiflikte yaşamaktadır.
Metin Ekmekçi Aslan amcanın yanında, Mustafa amcada onlarla birlikte yaşarlar.
Metin’in dayısı Dündar Alpaslan’dır.
Doğru- dürüst esnaflıkları yanında Ardahan’ın unutulmaz simalarından bir ailedir: EKMEKÇİLER...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.