- 758 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TAŞ
Hikâye bu ya,
Adamın biri, sahilde dolaşırken bir taş bulur. Çok beğenir taşı, alır eline bir süre inceler.
Sonra, alıp evine gider.
Sabah akşam, taşa bakar adam… Hatta başucunda bir yer ayırır bu renkli arkadaşa…
Bir süre sonra, taş ile konuşmalar başlar…
Adam, sıkıntılarını -dertlerini, gün içinde yaşadığı tüm stresleri, yatmadan önce, tek tek taşa anlatırken bulur kendini.
Günler geçer, hatta aylar, mevsimler…
Adamda gözle görülür bir değişiklik başlar…
Örneğin; sözleri yumuşar, tahammülleri artar, daha fazla dinlemeye başlar insanları,
Doğal olarak, merak uyandırır etrafında…
Sorarlar, “nedir bu muhabbetin sebebi?”
Adam her defasında, “taştır” der hayatın felsefesi…
Deli derler adama… İnanmazlar anlattıklarına. Daha doğrusu, bir taşın, bir insan üzerinde, bu kadar etki yapmasına…
Sonuçta üstelemez adam. Devam eder, idrak ettiği hayatı yaşamaya.
Günler geçer. Adamın sakinliği, tevazusu, her gün biraz daha artar.
Dayanamaz arkadaşlarından biri ve karar verir “şu çocuk masalı” dediği kahraman taş ile tanışmaya.
Adamın evine gider.
Bakar ki, bildiği basit bir taştır karşısında duran…
Öyle ki, abartıdır bütün anlatılan… Üstelik koca bir lekede vardır taşın yan tarafında.
“Ya “ der, “ Nasıl kandım ben bu masala." Başlar adamla alaylı alaylı konuşmaya…
Adam gördüğü lekeye çok şaşırır.
“Nasıl olur” diye diye, taşı alır, uzaklaşır arkadaşının yanından.
O gece hiç uyumaz… Sabaha doğru lekenin, taşın üstünde biraz daha yayıldığını görür…
Taşı alır, bulduğu sahile götürür. Ve dalgaların kıyıya vurduğu en son noktaya gider, oturur… Taşı da karşısına oturtur…
Dalgalar geçer, taşın üstünden…
Adam tek tek saymaya başlar. Bir, iki, üç… On üç, on dört… Doksan sekiz, doksan dokuz… Beş yüz, beş yüz bir… On bin, On bin bir…
On binlerce dalga geçer taşın üstünden… Adam gözünü kaçırmadan, dalgaları saymaya devam eder…
Saydıkça, etrafta insanlar toplanır. Gülüşmeler başlar, kimi hasta olduğunu düşünüp, yardım etmeye kalkar.
Ama adam, kimse ile konuşmaz… Oturduğu yerden hiç kalkmaz.
Sadece sayar… Yüz bin bir, yüz bin iki, yüz bin üç, derken yüz bin dörtte ayağa kalkar adam…
Taşı alır eline… Bakar ki, leke gitmiştir, taşın üzerinden…
Taşı denize fırlatıp, uzaklaşır sahilden…
Etrafındakiler merak eder. Kimi güler, kimi ise deli diyip, yanından usulca gelip geçer…
Adam yine kimse ile konuşmaz.
Ertesi gün sahilde, dev bir pankart görür insanlar…
“Aşk, ben-li muhabbetin eseri değilmiş meğer. Üzdüğüm her gün için, binlerce kez, özür dilerim. ” yazılıdır pankartta.
Dertleriyle bir taşın rengini değiştirip, güzelliğini alan, üstüne üstlük, dertleriyle aynı taşa dert çalan insanoğlu, o günden sonra, o sahilde hep bu hikâyeyi dinler…
Yüz bin dört kez yıkanarak, üzerindeki lekeden, hastalıktan, ancak kurtulabilen taşın hikâyesi, yüzyılın en iyi hikâyesi seçilir…
Gerçek hayattan alınmış bu hikâye, milyonlarca karı-kocanın hayatını değiştirir… “Ben ben” diye sürekli kendini düşünen ömürlere ise, önemli pek çok ders verir…