- 1107 Okunma
- 20 Yorum
- 1 Beğeni
Sabahlarımızın Gizemli Misafiri
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İşte yine oradaydı.
Kocaman servi ağacının tam altındaki o iptidai bankın bir köşesine eğreltice ilişmiş, bakışlarını ayak uçlarına çivilemiş, istisnasız her sabah yaptığı gibi öylece hareketsiz durmakta .
İki katlı, çinko çatılı, küçük pencereli, sevimsiz görünüşlü eski evlerin çevrelediği avlunun en tenha noktasında, usta bir ressamın fırçasından dökülmüş, mahcupça gülümseyen bir hüzün portresi misali, öyle sade, öyle garip, öyle yorgun durup duruyor işte.
Ne zamandan beri oradadır? Nerden gelmiştir? Geliş sebebi nedir? Neden bizim köhne avluyu mekan seçmiştir? Neden sabahın köründe, sıcacık yatağında değil de, bu sevimsiz şehrin sevimsiz sokaklarında sere serpe volta vuran Mart soğuğu ile koyun koyunadır?
Gün,kadim dostu karanlığın elini çoktan bırakmış; usuldan usula aydınlığa çevirmiş yüzünü. Güneş, Hazar’ın kirli sularından sıyrılıp, göklerin yalnız enginliğindeki değişmez rotasına yelken açma çabasında. Derin ve şaşırtıcı bir sessizlik kol gezmekte şehrin yorgun siluetinin kucağında.
İnsanlar, küçük ve mütevazi evlerinin güvenli ve sıcacık atmosferinde, kuzey rüzgarı Hezri’nin hayatlarına taşıdığı amansız soğuğu hissetmeden, derin uykularının son demlerini yudumlamakta. Onlar, Tanrının sevimli kulları. Çünkü, belki de asırlardan beri Hazar’ın derinliklerinde sessizce uyuyan ve zamanın bu noktasında hizmetlerine sunulan, Şahdeniz doğal gaz yatağı gibi bir mucizenin koruyucu kanatları altında yaşamaktalar bu günlerde. Anadolu’mun yitik köşelerinde, bozkır ayazının o insafsız kırbacına tüm kış boyu tahammül etmek zorunda olan yurdum insanının aksine, soğuğun acısı ile savaşmalarına çok da gerek yoktur bu nedenle. Ekmek elden, su gölden misali bir hayattır yani durumun özeti.
Aşırı çalışmanın getirdiği yorgunluk ve vücudunuzu mesken tutan diyabetin tezahürü olan uyku, zamanın geceye yolu düştüğü anlarda, tonlarca ağırlıktaki bir külçeye dönüşüyor, çörekleniyor göz kapaklarınızın savunmasızlığı üzerine.
Uyku güzel de, ah bir de lavabo ile yaptığınız o lağvedilmesi imkansız ortaklık olmasa. Olayın tadını- tuzunu silip süpürüyor sözün doğrusu bu durum. Doyasıya kucaklayamıyorsunuz uykuyu, sevimsiz ve yarım yamalak bir sevda hikayesi gibi akıp gidiyor gecelerinizden. Sonuç; sabahın yedisinde, uykulu gözler ve dinlenememiş bir bedenle, hayatın sizi sunduğu yeni bir günü yaşama davetine evet diyorsunuz isteksizce de olsa.
O sabah, perdesiz penceremin önünde beliren sıra dışı karaltı, şekerleme zevkimi kursağımda bıraktı; biraz merak, biraz da korku ile yatağımdan fırlamama neden oldu. Kendimi, düşüncelerimi toparlamaya çabalarken, yumuşacık sesiyle fısıldadı eşim;
-Yine orada duruyor işte.
Hımm!... Doğru ya; eşim, on-on beş günlük kısa bir ziyarete gelmişti beni. O kadar yalnız yaşamayı benimsemişim ki, bir türlü ikinci bir kişinin varlığını kabullenemedim küçük evimde. Problem yok. Her zaman yaptığı gibi yine erken kalkmış; pencerenin önüne dikilmiş; bu kez Karadeniz’in lacivert enginlerini değil de, Sumqayıt’ın sevimsiz çatı manzaralarını izlemekte. Kim bilir, belki de yaşadığı hayatın rezil realitesinin farkına varıp, için için acıyordur eşinin haline.
-Kim, nerde duruyor?
-O yaşlı kadın. Yine orada, servi ağacının altında oturuyor.
-Ne kadını yahu hanım? Sabahın köründe ne işi var orada?
-Bilmiyorum. Geldiğim günden beri hep aynı saatte orada görüyorum onu.
Uykulu gözlerle sallana silkene pencereye yaklaşıyorum. Terlikleri zemine sürterek yürüdüğüm için, iyice bir azarlıyor beni yine. Tövbe bismillah!... Yav arkadaş, ben, henüz uyanmadım bile. Nerden akıl edeyim terliklere patinaj çektirmeden yürümek gerektiğini? Aldırmıyorum. Alışığımdır bu terlik fırçasına ezelden beri. Sabahları, nerden bakarsanız bir yarım saat, akşamları ise iki-üç saat hareketli oluyorum bu evde ben. O zamanın da, toplasan on dakikası ancak yürümekle geçiyordur. Artık o kadar da katlansın alt komşular terlik sesine.Bunca yaşımdan sonra, yürüyüş stilimi mi değiştireceğim?
Bu şehrin tek ilginç tarafı, gecelerinin enteresan sessizliği. Bazı geceler evimin küçük balkonuna çıkıyor, karanlığı sükuta boyanmış bu büyük şehri dinliyorum öylesine hayranlıkla.En az 400 000 nüfuslu bir yerleşim bölgesinde, bu kadar sakin yaşanan zaman dilimleri... Hadi insanlardan geçtik, tek bir araç ta mı geçmez o kocaman caddelerden? İnanılır gibi değil ve çok güzel.
O sihirli, huzur veren sessizlik, gün ağarmasına rağmen hala tüm güzelliği ile kulaklarımızda geziniyor. Civarda, esen rüzgarın alışa geldiğimiz tiz ıslığından başka bir ses duyulmuyor. Sıfır kilometredeki kombimiz ve çok ucuz olan doğal gaz fiyatları nedeni ile, küçük evimiz gerçekten yirmi dört saat sıcacık tutabiliyoruz. Kalitesiz PVC pencerenin aralık pervazlarından içeri süzülen rüzgar, dış dünyanın soğuğu hakkında oldukça etkileyici ve kesin mesajlar sunuyor hislerimize. Hafiften üşüyorum.
Apartmanda yaşama kültürü, bizim alışageldiğimizden çok değişik buralarda. Binaların dış cephesi ve ortak kullanım alanları devletin sorumluluğundaymış Sovyet uydusu oldukları devirlerde. Birlikten ayrılıp, kendi kaderleri ile baş başa kaldıkların sonra da bu alışkanlıklarından vazgeçememişler. Bu gün, on üç yıl geçmiş bağımsızlıklarını kazandıkları tarihin üzerinden. Evlerin dış görünüşleri perişan; hemen hemen tüm binaların ana girişleri ahır kapısından farksız; koridorlar pislik içinde. İşin ilginç tarafı da, bu durumu asla yadırgamamaları, çok normal karşılamaları.
Şehrin merkezindeki bir binanın resmini şu şekilde çizebiliriz: Genellikle üç, ya da dört katlı olan bu standart binalar, bitişik plan inşa edilmiş beş apartman olarak düşünülebilir. Her ana giriş, karşılıklı iki daireye açılıyor. Bu binaların ana yola bakan cepheleri, devlet tarafından oldukça güzel bir tarzda, özel bir taşla giydirilmiş ve mükemmel bir şekilde ışıklandırılmış. Gerek gündüz, gerekse gece, bilhassa yabancı bakışlara oldukça yüksek bir albeni sergiliyorlar. Ancak, merakınızı gidermek babından binanın arka kısmına göz atmaya kalkarsanız, sizi muhteşem bir sürpriz beklemektedir. Durumu tarif edebilecek en güzel kelime ’köhne’dir. Burada, eski anlamına kullanılıyor zaten bu kelime.
Şehrin en yüksek binasının on birinci katındayız. Aşağıdaki avluya bir göz gezdiriyorum ama, değil yaşlı kadını, arabaları, ağaçları, evleri bile seçecek durumda değilim. Çocukluğumdan hatıra kalan bir refleksle gözlerimi ovuşturuyorum yumruğumun işaret parmağına denk gelen bölümü ile.Ardından, yeniden bakıyorum dikkatlice; net olarak görebildiğim bir şey yok. Bütün şekiller birbiri içine girmiş, sarmaş dolaş dans etmekteler.
Dengesiz hareketler yaptığımı fark eden eşim;
-Gözlüklerini taksan iyi olacak galiba. Diye uyarıyor beni.
-Gözlüklerim...
Masum ve mahcup bir gülümseme eşliğinde, komidinin üzerindeki gözlüklerime uzanıyor ve isteksizce gözlerime takıyorum. Önümdeki saçma sapan şekiller anlam kazanıyor; ağaçlar, evler, araçlar, dağlar, tepeler, Sovyet zamanından kalan ve kocaman bir mezarlığı andıran hurda fabrika manzaraları... Her biri yerlerini alıyorlar tabloda ardı ardına.
-Nerede yaşlı kadın?
-Orada işte. İlerdeki servi ağacının altında oturuyor. Görebildin mi?
-Gördüm. Zavallı. Üşümüş gibi bir hali var. Ne işi var ki sabahın soğuğunda orada?
-Her sabah erken saatlerde geliyor, şu karşıdaki binaların önünde bir o yana, bir bu yana gezinip duruyor. Saat 10.00 civarında da kaybolup gidiyor. Çok merak ediyorum onu her sabah buraya getiren nedeni? Kim bilir ne sıkıntısı, derdi vardır garibin?
-Yahu hanım!... Ben, bir yıldır burada yaşamaktayım, hiç dikkatimi çekmedi o kadın. Sen geleli bir kaç gün oldu, memleketin fukarasının derdine düştün vallahi. Ne diyeyim? Helal olsun.
Uykumu, daha doğrusu sabah şekerlememi katleden eşime sitem ediyorum ama, bir taraftan ben de acıyorum yaşlı kadının haline. Oldukça pejmürde bir görünüşü var. Sıkı sıkı sarıldığı, kalın ama oldukça eski bir palto var sırtında. Uzun etekleri, ayaklarındaki kaba çizmeler dahi görünmez kılacak neredeyse. Başında, kalpağa benzeyen kalınca bir başlık; ellerinde, parmaklarının bazılarını örtmeyi başaramayan, yırtık eldivenler. Altında bir strafor parçası. Oturağının soğuk ve rutubetinden, kendini az da olsa bu yolla korumaya çalışmakta. Başı yerde, yanı başından geçip, avluya giren çöp kamyonu ile hiç ilgilenmiyor. Öyle dalgın, öyle yorgun, öyle bıkkın. Kuru toprağın sevimsiz manzarasında, kim bilir hangi hatıraların resmi geçidini seyrediyordur şimdi o? Hangi zamanda, hangi diyarda, hangi insanlarla gönül gönüledir?
Fabrikada iş çok, eşime ayıracağım zaman oldukça az. Benim evde olmadığım sürede, yalnız başına oturmak, bir kaç Türk, Azeri ve oldukça fazla Rus kanalından oluşan televizyon programlarını seyretmekten arta kalan zamanında, avluda olup bitenleri gözetleyerek gününü geçirmek zorunda. Akşamları eve dönüş saatim, resmen sevinci olmakta. Beraberce geçirdiğimiz mutlu anlarımızdaki sohbetlerin en önde gelen konusu, şüphesiz sabahlarımızın o yaşlı ve meçhul kadını.
Benim zamanım olmadı, o da cesaret edip soramadı bir türlü, kimdir, necidir, derdi nedir diye kadının. Zaman çabuk geçti, kısacık ziyareti bitti; hazin bir ayrılık merasiminin ardından vatanına, çocuklarının yanına geri döndü eşim. Aklı, zahmetli yaşantım nedeni ile biraz bende, biraz da sabahlarını paylaştığı o yaşlı kadında kaldı.
Olayın gizemini çözmek de bana tabi ki...(Devam edecek)
Bir tutam hayat-08.06.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
bana oğlumu ver... serinizin tamamını okudum... tadı hala dimağımdadır...
umarım bu seriyi de takip edebilir vaktim yettiğince okuyabilirim...
çünkü anlatım biçiminiz, okuyucuyu içine çeken tarzınız ve özellikle gidip görmediğimiz diyarların tasviri oldukça doyurucu...
kutlarım saygımla...
Bir tutam hayat
Sizin değerlendirmeniz önemlidir bizim için.
Teşekkür ediyoruz yorumunuza.
umarım bu diziyi takip edebilirim
güne gelmesine sevindim
kutlarım
saygılarımla
Bir tutam hayat
Sizi buralarda görmek ne güzel.
Hoş geldiniz.
Teşekkür ediyorum ziyaretiniz ve yorumunuz için.
Sunumu ne hoş ve uyandırdığı merak bir yandan da akıcı üslubuyla uzaklaşıyor insan bulunduğu mekan ve zamandan.
Kıymetli kaleminiz güzel bir seriye imza atmış yine.
Can-ı gönülden kutlarım.
saygı ve selamlarımla...
Bir tutam hayat
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Sağ olun.
Bir tutam hayat
Burada bir bina inşa ediliyor ise,
ilk harcı koyanın siz olduğunuzu asla unutmayacağız.
Bize yol gösterdiniz, destek oldunuz.
Sağ olun.
Bir tutam hayat
Aslında bir dramın başlangıcı idi bu bölüm.
İnsanın kaderi kara yazılmaya görsün.
Teşekkür ederim ziyaretinize, yorumunuza.
Bir tutam hayat
Önemli bir tarihi olaya değineceğiz aslında.
Bu bölüm, giriş kısmıydı.
Umarım tamamını da beğenirsin.
Sağ ol.
Bir tutam hayat
Bu sayfalarda,
beklediğim tepkiyi görmedi maalesef.
Ben ve bir kaç kişi ancak bu konuda tepki koyabildik.
Gerisi derin uykularda.
Gezilerde, bilmem başka nerelerde çarşaf çaşaf yazı yazanlar,
kaybolup gitmişler ortalıktan.
En azından, yorumlarda görünebilmeliydik her birimiz.
Bu iş önemli iş.
Bayrak bu...
Öyle kolay geçiştirilecek bir mevzu değil.
Teşekkür ediyorum ziyaretiniz için.
glenay
bayrağın indirilme olayından çok geç haberim oldu ama
gece okuduğum şiir ve öykülerde tepkimi yazdım.
Bayrak konusu öyle üstünden geçilebilecek bir konu değil.
Öykünüzü yeniden okuyacağım.
Biraz bir şeyler anlamıştım,
konuyu kavramak için ve güzel uslûbunuz için
yeniden okunmaya değer bir yazı olduğuna eminim..
selâmlar..
Her zaman olduğu gibi yine bayıldım tasvirlerine.
Sevgili Gökhan şurası muhakkak ki sen gerçekte de edebiyat alanında büyük bir yeteneksin. Bence mutlaka kitabın, kitapların olmalı. Eminim oldukça çok olacaktır okuyucun.
Bu yazıya gelince : Tabii ki merekla takip edeceğim ve merakla bekliyorum bir sonraki bölümü. Umarım arayı uzatmadan hemen yazarsın.
Selam ve sevgilerimle.
Bir tutam hayat
hiç ümit vermiyor sözün doğrusu.
Hoş geldin, sefa geldin, bizi mutlu ettin hocam.
Sağ ol.
sami biberoğulları
Bence göster ona))))))))))))))
azeriler biz türk değil azeriyiz diyorlarmış. öyle birşey varmı gerçekten.
devamınıbekliyoruz.
Bir tutam hayat
Biz de öyle yapmıyor muyuz?
Ama,
Türk olduklarını inkar etmiyorlar.
Edemezler zaten.
Çünkü,
kullandıkları dil Türkçe.
Başka ırktan olup, dil olarak Türklerin dilini mi almışlar yani?
Hazin bir hikaye olacak sanırım.
Bir tutam hayat
Güzel, yüreklendirici yorumunuz için.
Kıymetli dostum
Hayatım boyunca okuduğum öykü, roman veya fantastik kitapların tümü iki elin parmaklarını geçmez. Çocukluğumda aile büyüklerim bana öykü kitapları alırlardı. Özelliklede Kemalettin Tuğcunun acıklı kitaplarına sinir olurdum nedense sevmiyordum o tür kitapları. O yıllarda bizde kalan öğretmen dayımın ve üniversitede okuyan ağabeylerimin kütüphanedeki siyasi kitaplarını alır gizlice okurdum. Fark ettiklerinde ise bana kızarlardı senin okuyacağın kitaplar bunlar değil diye. Sonrada baş edemeyeceklerini anlayınca da artık karışmaz oldular. Kendi kitap profilimi belirlemiştim. İlgi duyduğum kitaplar daha çok tarih, psikoloji, felsefe ağarlıklı kitaplar olmuştu.
Şimdi sizin bu romansı anlatımınızla kaleme aldığınız öykü tadındaki nefis yazılarınızı okuyunca doğrusu bu tür yazılara ilgi duyar oldum.
Okumaya doyamayacağımız yeni bir yazı dizisinin ikinci bölümünü heyecanla bekleyeceğiz.
Kaleminize yüreğinize sağlık
Saygı sevgi selamlarımla.
Bir tutam hayat
Çocukluk ve gençlik yıllarımı düşürdünüz aklıma.
Babam, fakir bir insandı.
İlk okul mezunuydu. Annem ise, okuma yazma bilmezdi.
Okumanın iyi bir şey olduğunu düşünüyor,
herkesinki gibi, kendi çocuklarının da okumasını istiyorlardı ama,
sonucunun ne olacağını, bu işin nasıl becerilebileceğini bilemiyorlardı tabi ki.
Sonuçta,
tesadüfler ardından, beş çocuklarından üçü, yüksek tahsil yapabilmeyi başardı.
Çok mutlu oldular.
Öyle kitap flan almazlardı bize okumamız için. Para pul da yoktu zaten öyle ekstra şeylere harcayacak.
Fasulye yemeğinin içine kuşbaşı et değil de,
kasabın etlerini sıyırdığı kemiği atardı anam. Et tadı versin diye.
Orta okulda iken, arkadaşlarımdan alırdım kitap.
En çok da Jules Verne'yi severdim. Tüm kitaplarını okumuşumdur herhalde.
Bir de, Türkçe kitabımız var tabi ki.
Daha okulun başında, içindeki tüm hikayeleri ezberlerdim.
''Altın Pencereli Ev'' mesela... Hala aklımdadır.
Geçenlerde internetten aradım, buldum, okudum.
Çocukluğumun güzel günlerini hatırladım.
Sonra gençlik geldi.
1980 öncesi yıllar.
Siyasi, ideolojik kitaplar.
Her türlüsünü okudum.
Karl Marx'tan Adolf Hitler' e kadar.
Şimdi düşünüyorum da,
edebi kitaplar okumuş olsaydım onlar yerine diye düşünüyorum.
Kemalettin Tuğcu'yu okusaydım.
Ey gidi günler...
Arkadaşlarımızın yanı başımızda vurulup öldüğü günler.
İşte bu nedenle bu olaylara karşıyım.
Beni anladığını biliyorum...
Teşekkür ediyorum güzel yorumuna.
Bir tutam hayat
Sen boş duramazsın.
Hangi platformlara takılıyorsun bu aralar?
Edebi,derin ve orjinal bir yazı.Uzun ve derin cümleler arasına akıcı,sade,tatlı cümleler serpiştirilmişse de kanımca buna daha fazla gerek var. Bu keyfiyette bir kalemden, bir kitap çerçevesinde eserler çıkmış olmalı yada çıkmalı. Tebrik ederim.
Bir tutam hayat
Ah bir yoluna koyabilsek bu cümleleri düzenleme işini.
Edebiyat zor zanaat.
Epeyce daha fırın ekmek yememiz gerekecek.
Burada yazı yazan güzel kalemleri okuyarak,
yorumlayarak bir şeyler öğreneceğiz artık.
Uyarılarınız dikkate alınacaktır efendim.
Çok sağ olun.
bazıları duruşlarıyla, bakışlarıyla konuşur .....bekliyeceğiz merakla saygılar
Bir tutam hayat
Eşime kadının sırrını açıkladığımda çok şaşırmıştı.
Ama,
çok da üzülmüştü.
Hayat, zorlukların adıdır.
Bazılarımızın kaderi zorluklarla eş yazılıyor.
Teşekkür ederim ziyaretiniz için.
Bu yazı serinizi merakla takip edeceğim kesin..
Kim bu, söğüt ağacının altında bekleyen gizemli, sessiz kadın...Söğüt ağacının dalları kuru olmalı ve orada suda olmalı....
Selamlar....
Bir tutam hayat
İnşallah hoşlanacağınız bir yazı dizisi olur.
Nerde boynu bükük bir garip görsem,
O garip hallerinde ne sırlar saklı...
Orhan abinin şarkısı geldi aklıma okuyunca yazıyı .
Bakalım sırları ne orada oturan eski sakini mi..
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Gerçek bir hikaye.
Sağ olun ziyaretiniz için.
Bir tutam hayat
Nerelerdesin?
Kaybolup gittin.
Yurt dışına mı çıktın?
Bedevi_
Evet yurtdisindayim Ghana da. İyice uzaklastik. Burada su aritma ve dagitma projesi var bilirsin santiye baslangiclari biraz mesakkatli oluyor. Sen neler yapiyorsun?
Selam ve sevgiler.
Bir tutam hayat
Her zaman yanı başımızdasınız zaten.
İyi ki varsınız.
Defterin sevimli ablasısınız.