- 726 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
KİRLİLİĞE SON
Hiç bilmezdi Mehmet Ege’nin sularının bu kadar serin olduğunu. Nerden bilsin ki haritada Ege Denizi’nin yerini bile gösteremezdi. O patates tarlalarında ırgatlık ediyordu gurbete çıkmadan önce. Odununu, kömürünü kışlık yiyeceğini bir de sigara parasını kazandı mı diğer tarafı önemli değildi. Ama artık aldığı yevmiye buları karşılamaya yetmiyordu gurbete de onun için çıkmıştı. İstanbul Tahtakale’de en az yüz yıllık bir binada kalıyordu. Açıkgözün birisinin el koyduğu bir kilise vakfına ait olan ve oda oda parselleyerek bekarlara kiraya verdiği bir bina. Mehmet sırtında naylon satmaya başlamıştı hem parayla satıyor hem de eski elbiseler ve ayakkabılarla takas yapıyordu. Şişli civarında işe çıkıyordu. Beklediğinden daha iyiydi işleri fakat bir gün belediye zabıtaları gelerek Mehmet’in “Nayloncu geldi hanıııııım” diye bağırmasını yasakladılar.
Hükümet yasa çıkarmıştı ’GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ’yle mücadele edecekti. Bağırmadan da satılmaz ki bu mallar. “Ne yapayım abi?” dedi Mehmet, Kartal’da, Armutlu’da, Gülsuyu’nda sat dediler. Niye oraları gürültü kirliliği yasasından muaf mı diye düşünmedi bile. Sabah ezanı kalkıyor vapurla Haydarpaşa’ya geçiyor. Oradan toplu taşımayla gecekondu mahallerine satışa gidiyordu. Oralardan aldığı eskileri Eminönü’nde satmaya çalışırken zabıtalar gelip tezgâhına el koydular. Mehmet suçunu sordu hükümet yine yasa çıkarmıştı turizm sezonu yaklaştığı için “GÖRÜNTÜ KİRLİLİĞİ”ni engellemek gerekiyordu. “Elin gâvuru için yasa var da, bizim için yok mu?” diyecek oldu nafile bir dayak yemediği kaldı ve sineye çekti mecburen. Kaldığı eve gidip ne yapacağını düşünürken üst kattaki Iraklılar geldi aklına, kaçak yollardan İtalya’ya gideceklerdi ama önce Yunan’ı geçmek gerekiyordu. Hem adam başı iki bin dolar az da değil. Onların yanına çıktı. Önce aracıyı buldu yüz dolar da o istiyordu. Olsun dedi ve simsarlara borç harç bulup tamamladığı parayı verdi. “Perşembe günü İzmir’e gel” dediler. O Çarşamba günü gidip geceyi iskelede geçirdi ve sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp gezinmeye başlamıştı. Beşer onar gruplar geliyordu tekneye baktı en fazla yetmiş kişilik ama kalabalık şimdiden yüz kişiyi geçmişti. Simsarlardan biri gelip dağılmalarını ve akşam karanlığında gelmelerini söyledi. Gece olup tekrar geldiklerinde tekne Arap’ı, Afgan’ı, Türk’ü ve başkalarıyla iki yüzden fazla insanla doluydu. On dakikalık bir bekleyişten sonra iskeleden ayrılıp güneşin battığı yöne doğru yol almaya başladılar. Tekne önce sağa doğru yatıp batacakmış gibi oluyor sonra güç bela toplanıp hafiften sola doğru yatıyor bir müddet öyle devam ettikten sonra düzelip devam ediyordu. Mehmet bildiği bütün duaları okuyordu. Birden deniz dalgalanmaya başladı. Tekne bir o tarafa bir bu tarafa savrulurken başladı su almaya denizcilerin deyimiyle hava patlamıştı ve yine denizcilerin deyimiyle tekne alabora oldu. Yüzme bilenlerden yedi kişi karaya çıkabilmişti ama Mehmet yüzme bilmiyordu ve gömülüp gitmişti Ege’nin karanlık sularına iki yüze yakın insanla birlikte. Son aklına gelen çocukları olmuştu. En çok da ortanca oğlu Hasan. “Baba bana pilli araba getirecek misin?” diye sormuştu. Mehmet de söz vermişti. Ama olmadı. Bir bahar gecesi onca çığlık içinde bütün görüntü ve gürültü kirliliğine Ege Denizi son verdi.
Yılmaz ÖZDEMİR
15 MAYIS 2002 / Kartal
YORUMLAR
Bir yara ki dokunuluna, kanamaya devam etmekte. Kanı daha uzunca bir zaman da duracak gibi değil. Son zamanlarda peşpeşe buradan okuduğum öyküler gayet hoşnutluk verici. Kalıplı, kaliteli içeriği ve cümleleri olan yazılara değmek ayrı bir keyif zira. Kutladım.
Özdemir Yılmaz
İlginize ve nazik yorumunuza teşekkür ederim