- 1644 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Siyah ve Siyah Mektuplar - 10
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
.düş çeviriyorum, alan var mı?
Sevgili Or.
Kısa bir zaman oldu görüşmeyeli. Bu kısacıkmış gibi görünen zaman aralığında, onlarca ölüm, binlerce doğum, milyonlarca haber, bir çocuk bayramı, yeni işler, yeni yüzler ve sayamayacağım kadar duygu geçişleri yaşandı. Hepimizi ilgilendiren ülke gündemi ve kimsenin umursamadığı aile dramları, trafik kuralları, limit aşımları, öfke provaları, alkol komaları, tespih taneleri, sabır merhemleri, günah şerbetleri ve bilumum dengeler, esneyen kibirler cereyan etti..
Çok önemsiz işlerim vardı yine. Yine yoktum! Vaktim yoktu! Behçet Necatigil’in şiirindeki telaşlı insanlardan olduğum için durup Gülten Akın’ın ’ince’ ve ’mühim şeylerini’ anlayamayacak kadar vaktim yoktu. Aylak Adam’ın muadiliydim sanki. Ben yokken benim olmadığım yerlerde güzel bir şeyler oluyordu. Çocuklar bayram ederken müsamerelerinde gururla gözlerim dolarak, onları heyecanla alkışlayamayacak kadar uzak ve yanlarında yoktum. O kadar yoktum ki! Ve hayat telaşı o kadar çoktu ki, anlatamam..
Ben kelimelerden kaçmıyorum. Tam tersine onlara koşmak geliyor içimden. Kelimelerle sevişmek istiyor kalemim. Yapışkan yorgunluklarım o zaman soluklanıyor. Ben Sylvia’nın aksine, içimde susan bir ses olduğu için yazıyorum. Susan hiçbir şeyi sevmiyorum çünkü. Ölesiye nefret ediyorum susan müziklerden, insanlardan, heyecanlardan, sudan, gökyüzünden, asfaltlardan, dudaklardan.. Sessizlikten çığlık türüyor, çığlıklar geceye tünüyor, gece ise rüyaya kabus olarak dönüyor.. Susan her şey sinsi geliyor bana. Bu muvaffakiyeti gölgeliyor.
Senin de kendini imha etmek istediğin zamanlar olmuyor mu? Yetişemediğin, tanık olamadığın durumlarda, bu denli soyutlanabildiği için lüzumsuzluğuna öfke duyduğun? Benim içimde ’hep bana!’ diye bağıran devasa bir aygır var. Likralı bencilliklerin yok mu seninde? Sırtındaki kamburun diğer adı ne? Şeytan olabilir mi? Böyle sormuştun son mektubunda. Senin sorunu yine bir soru ile geçiştiriyorum.. Şeytan? - Olabilir..
Neden gerçek hayatta pause, delete, reset gibi bir tuş yok sanki! Akıp giden zamanı donduramıyorum, geri alamıyorum, başa saramıyorum. Sabitlemeyi becerebilsem her şey daha anlaşılır bir hale bürünecek. Bu çok kullanılmış kalple ne yapabilirim. Hatta kendimle ne yapabilirim bunu merak ediyorum en çok. Kibrime nakavt olduğum zamanlar yok mu sanıyorsun? O lanet his beni bürüdüğünde burnumun dağ gibi büyüyüp, yükseldiğini hissediyorum. Kalabalıklar içinde gizli bir koruma kalkanı oluştursa da, kendinle baş başa kaldığında ne kadar küçüldüğünü ancak sezebiliyorsun. İşte bu çok acınılası..
Geçen yıl inandığım doğrular bu yıl yerini başka doğrulara bıraktı. Bir ödül şöleni gibiydi aslında. Güzellik yarışmalarında bir güzel ertesi yıl başka bir güzele kendi elleriyle teslim eder tacını. Benim doğrularım da her yıl kendi elleriyle başka doğrulara teslim oluyor. Çünkü içimdeki tüm doğrular en güzel doğruyu bulma arayışında. Yanlışın içindeki güzelliği kimse farketmiyor. Bense keşfe çıkıyorum. Uzun bir yolculuk olduğunun bilincindeki kaşif edasında..
O sözünü ettiğin kitaptaki; ’kadını anlamayacak doğru kişi veyahut anlayacak yanlış kişi’ mevzusu aslına bakarsan bazı doğrularımı yerle bir etti. Bildiğim bir doğruyla ummadığım bir anda yüzleşmenin can sıkıcı safhaları olsa da, en azından nerede hata yaptığımı daha iyi kavradım. Nitekim anlayışım uygulamada hep sınıfta kalıyor.
İstikrarlı bir kadın olamadım hiçbir zaman. Ne aşkta, ne kavgada.. Bu yüzden beni anlayacak yanlış kişilerde hala ısrar ediyor oluşumu hafife alamam. O yanlışları doğruya çevirmeye de çabalayamam. Ben yanlışları yanlış olduğundan seviyorum. Bir şey doğruysa benim için bir çekiciliği kalmıyor. Bir tıkanma, bir dinginlik, bir meraksızlık peyda oluyor. Doğru noktalanandır, yanlışsa ucu açık bir virgül. Üretken olansa doğrular değil, yanlışların içindeki yanılgılardır. Doğru olanı seçtiğinde sana dayatılanı yani bir bakıma senden beklenilen mevcut davranışı yerine getirmiş ve herkesi mutlu kılmış amma velakin içini tırmalayan vahşi kedinin huzursuzluğunu daha da dürtmüş oluyorsun. Potansiyel bir yanlış avcısısın aslında ve bunu kimse bilmiyor, sezmiyor, beklemiyor, istemiyor.. Yanlışlar tüm ihtişamıyla seni kendine hayran bırakarak en işveli ve cilveli haliyle sana göz kırpıyor. İçinde deliler gibi ona doğru koşan azgın atlara engel olamıyorsun. Direnmiyor, teslim oluyorsun..
Biliyor musun sihirli insanlar var dünyada. Olmaz dediğin imkasızlıkları olduran, dirilmez dediğin hücrelere can suyu veren insanlar hala var. Yan yana olmaktan güç aldığın, sana kendini muhteşem hissettiren insanlardan uzak kaçmak insanın benliğine yapabileceği en büyük haksızlık. Ben kötülüğün yalnızca hak ettiği yerde nefes almasından yanayım. Sevgi içinde kötülük barındırmaz. İçinde aşk olan her duyu kutsaldır. Günahını sevabından ayırt edemiyorsan teslim ol. Onlar kendi aralarında ayrılırlar nasılsa. Nasılsa yol uzun ve bizler nereye gideceğimizi bilmesek dahi yol bizi tahmin edemeyeceğimiz yerlere götürür. Rüzgar sürüklenmek için sadık bir yol arkadaşıdır. Öyleyse yanına alacağın nevaleyi iyi seçersen sınırsız çöllere varsan dahi bitap düşüp, susuz kalmazsın. Aklın seni yarı yolda bırakacak olursa işte o zaman kalbine kulak ver. Akıl yaşlanır, genç ve taze kalmayı hiç terk etmeyen kalptir. Sana çılgın ama sahici nasihatler edebilir.
İşte bu yüzden gerçek bir düşgezer gördüğünde onu bırakma. Düşler gerçeğin en beklenmedik ama en hakiki halidir. Ayan beyan ortada olan bizleriz Or. Saklı olan hazineyi bulmak gönlün işi..
Mektubunu bekleyeceğim..
Daimi sevgi ve selamlar..
fulya/nisan2014
önceki mektup; www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=128467
YORUMLAR
Mektubunu aldım. Dikkat mektup bana yazılmamış! Ama okudum.
Mektuplar gizli aşk gibidir, kimse bilmez, ama âşık olan kime âşık olduğunu çok iyi bilir. Fail’dir çünkü: fail-i meçhul cinayet. Muamma.
Mektuplarda her ne kadar biraz kurgu var denilse de yazanın öz’ünü gösterdiği için okur, çok daha rahat röntgenleyebiliyoruz O(Or)’nun hayatını. Gene de genele hiç girmeyelim, mevzubahis asıl mektubumuza gelelim. Elimde bir mektup var, kime ait olduğunu biliyorum. Aynı şekilde kimin yazdığını da. Bir şeyler değişiyor olmalı ama. Mektup yazmak artık öykü, roman, şiir…gibi kurgusal metinler olmaya başladı. Eskidendi çok eskiden. Mektup yazan, sadece bir kişiye yazardı, ötekiler okuyacak diye kaleme almazdı. Hatta bileseydi, belki de yazmayacaktı. Edebi mektuplar bile böyleydi.- diğer mektuplar edepsiz miydi?- Bir başka gün tartışırız bunu. Şimdi bu mektubu nereye koymalıyız, hakkettiği yer neresi? Acaba mektup olmasaydı, bu hakikati okuyabilir miydik? Sanmam. Tekilken her şeyi çıplak görürüz. Ama tümelken utanırız. Yalan söyleriz… Bu yüzden mektuplar hakikati anlatmaları açısından son derece önemlidir. En nihayetinde benim için. Dolayısıyla mektupları mektup yapan sadece ‘hitap’ değildir, içindeki hakikattir.
Sevgili Fulya;
Or’a seslenirken aslında bize de bir şeyler anlatıyor olamaz mısın? Hayır öyle bir gayem yok denilse de biz vaz mı geçeceğiz? Hayır. Or sadece vesile olandır. Hani şunu açıkça ifade edebilirim: ‘’ Biz hepimiz Or’uz’’. Ne kadarını alacağız, neyi anlamamız gerekiyor orası bize kalmış. Bir nevi senin üzerine düşen yazmaktı; anlamak ve acı çekmek de bizim vazifemiz.
‘’Ben yokken benim olmadığım yerlerde güzel bir şeyler oluyordu.’’
Hep güzel bir şeyler olmuştur; hep ölmüştür birileri. ‘Orda bir ev var uzakta. Gitmesek de kalmasak da o ev bizim evimizdir.’ Şimdi sorarım? O ev güzel olduğu için mi, bizim olsun istedik, yoksa? Gitmediğimiz, görmediğimiz o yerler, görmediğimiz insanlar hep güzel görünür bize. Görmesek de gitmesek de. Ve Sylvia. İlk intihar provasından sonra depresyona yakalanır. İyileşir. Ama ölümle hep mücadele içinde olmaya devam eder:
‘’yine yaptım, on yılda bir beceririm bunu ben!
Her şey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi,
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor,
bu konu da iddialıyım sanırım’’
Sylvia susmuyordu. Ölüyordu. Acı çekiyordu. Ama gerçekten acı çekiyordu. Şair’di çünkü.
‘İntihar vakalarında şairlerle diğer insanlar arasındaki en belirgin ortak özellikler: ‘’ çocuk yaşta sorumluluk üstlenmeleri, anne babalarını erken yaşta kaybetmeleri, melankolik aşklar, yoksulluk…’’yalnızlık hissini atlatabilmek için sadece tek bir insanın ilgi ve şefkatini saplantı haline getiren, dünyanın içinde çıkılmaz kötü bir yaşam alanı olduğunu düşünen, karşılıksız aşk yaşayan…’’
Ama bir şair de gelir ‘’ne kadar rezil olursak o kadar iyi’’ derse n’olacak? Hatta şaşırmayalım, çünkü karşımızda deniz var ve yaşamak biraz da rezil olmayı göze almaktır; ama yalansız yaşayalım.
Fulya Codal:
‘’Ben kelimelerden kaçmıyorum. Tam tersine onlara koşmak geliyor içimden. Kelimelerle sevişmek istiyor kalemim.’’
ama kelimeler durur. durma zamanı. anlama zamanı. zaman…siyah. beyaz kadar siyah.
‘Beni intihar ettiler’
hamiş: intihar etmek ruhumuzda var. bedende değil.