- 426 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cypraqual Kolye:6.Bölüm Kısım 2
Metalimsi sivri uçlu oklar zırhlara değdiği anda, saplarına
doğru eriyerek elbise içine katederek aktıktan sonra onunla
bir oldu. Atların derisine de aynısını yapan oklar,
zırhlardan farklı olarak hayvanların dış kısmından içine
doğru her tarafını eriterek onların toprağa akmasına neden
oldu. Akışkanlaşan bu yaratıklar, gri toprağa karışıp
altında ilerlemeye başladı. Üç kara yaratığın derisi olan
zırhların dışa verdiği ısıyla saplanan okların birebir
sayısına göre havada serbest halde hareket eden damlalar,
çıktı. Bunlar, sert rüzgarın öpücüğüyle katılaştıktan sonra
bu boyuta ait olmayan yabancıların direktifiyle okçulara
yönlendirildi. İlerlerken uzayıp ok şekline dönen bu
damlalar, yol aldıkça ucundan sapına doğru alevlenip teker
teker okçu askerlere saplandı. Vücutlarına dokundukları
anda ateş, bir virüs misali çoğalarak bedenlerini yakıp
küle döndürdü.
Köpekler, kara zırhlılardan birinin parmak hareketiyle
adamların ortalarında bir anda peydah olmuştu. Onların
ortaya çıkmasıyla ne olduğunu anlayamayan Siyah’ın
deneyimli komutanları dahil kuşatmacılar, kaçışmaya
başladı. Özellikle şekli bozuk ucubeler ve korkmadıklarını
göstermeye çalışan gururlu ahmaklar;
kılıçla,baltayla,mızrakla saldırmalarına rağmen bir sonuç
elde edememiş ve lime lime olmaktan kurtulamamıştı.
Müdahale olduğunda birdenbire sise dönüşüp ortadan kaybolan
bu oluşumlar, tekrar sahneye çıkıp hiç durmadan parçalamaya
devam etiler. Bozguna uğrayan kalabalıktan bir çoğu, neresi
olursa olsun bu dehşetten kaçmaya çalıştılar ancak takviye
kuvvet olarak çağrılan ve kuşatma sırasında bir zorluk
karşılaşınca askerler arasında sızmaları önlemek ve onların
karmaşaya düşmemeleri için gönderilen ejderhalar tarafından
geri sürüldüler. Topraktan çıkan gri kökler de
sıvışmalarını engellemiş ve çevrelerine duvar örmüştü.
Ejderhalar, daha müdahalede bulunmamış ve şaşkınlıkla,
biraz da yavaş yavaş üstlerine yerleşen korkuyla, kendi
derilerini de düşünerek ne olacağını bekliyorlardı.
Herhangi bir ölümlünün hangi ırka mensup olduğunu
gözetmeksizin yabancılar bir çoğunu parçalamış ve onları
yakıp kavurmuştu. Gri kökler de ayaklarına sarılıp
ağızlarından girdikten sonra kafataslarından çıkıp
vücutlarını parça parça edip yok etmişti. Alan, çok fazla
zaman geçmeden ceset parçalarıyla ve yanarak ölenlerin
külleriyle dolmuştu.
Bunlardan ayrı duran orklar, çıkış yolunun olmadığını,
buradan kaçamayacaklarını anlamış ve bu dehşetle yüzleşmek
için üç kara zırhlıya doğru saldırıya geçmişlerdi. Pis
baltalarıyla yanlarına yaklaşamadılar bile zira görünmeyen
bir duvara çarpmışlardı. Yarısı, duvarın dışında kalırken
yarısı içine girdi. Duvarın dışında kalanlarsa gri köklerle
ve kara köpeklerle muhatap halinde olurken bu vahşet yüklü
sohbet onları kısa zamanda karanlığa yolladı. Duvarın
içinden geçenlerse boyutsal bakımdan küçülüp böceklere
dönüp kara zırhlıların ayaklarının altında püre olduktan
sonra buharlaşıp görünmeyen kalkanın içine aktılar. Kara
zırhlıların birinin elindeki üç katmanlı kılıcın kabzasının
oluşturduğu bu büyülü kalkan, tekrar yuvasına geri döndü.
Sonunda ejderhalar sahneye adım atmak zorunda kaldılar
çünkü şehrin daha kolay alınması için gönderilen bu
yaratıklar, kaçarak olumsuz bir haberle Siyah’ın gazabıyla
karşı karşıya gelmek istememişlerdi. Dördümüzün ateşi
bunları yakıp kavuracaktır düşüncesiyle gözlerinde az da
olsa korku emareleri bulunmasına rağmen taarruza geçmek
için hazırlanmaya başladılar. Üç yabancı yaratık çok kısa
bir sürede kuşatanların tamamının işini bitirmişti. Şehir
surlarından bu olağanüstü vahşete şahit olanlar, küçük
dillerini yutmakla kalmayıp ana kapıdakiler de dahil
korsanların haber alıp hemen arkalarına bakmadan kaçtığı
deniz kıyısına doğru kaçtılar. Şehirde yaşayan diğerlerine
de haber ulaştırdıktan sonra hepsi neresi olursa olsun
kaçmaya başladı. Bilge, bunları duymuştu ancak o ve beş
beyaz giysili insan şehirde kalmıştı.
Üç kara zırhlı, havada pike yapan ejderhaların üzerlerinde
korku uyandırmaya çalışan gözlerine baktılar ve kahkahaya
benzemeye gayret eden bir ses çıkardılar. Birinde, üç
katmalı bir kılıç ve hançer; diğerinde kalkan ve balta ve
üçüncüsünde de kara bir ışıltı yayan simsiyah bir ejderha
pulu vardı.
Üç Siyah ve Savaşçı Marjuarane ile mağara çıkışında
savaşan, Onun kolyeyi kullanmasıyla ortadan kaybolmasına
neden teşkil eden ve dünyada bir çok şeyin değişmesine
bilmeden ön ayak olacak olan kırmızı ejderhadan oluşan bu
grup, aynı anda bunların üzerine alev kustu. Kara zırhlılar
da karşılık olarak onlar tam nefes alacakları zaman,
ellerinde bulunanları pul dışında hayvanlara fırlatmıştı.
Dört silahta katmanlarına ayrılarak birbiriyle birleştikten
sonra akışkanlaşıp bir kalkan oluşturmuştu. Alevler,
süvariler misali bu duvara çarpıp kızıla döndürdü ancak
etkisi sadece renk değişimi olmuştu. Pulun ışıltısının
kalkana dokundurulmasıyla duvar ayrışıp tekrar silahlara
dönüştü. Bu sefer ellerinde tuttukları silahlardaki fark
ise ejderhaların ateşiyle kızıla dönüp ateş saçmalarıydı.
Bir çok ölümlüyü midelerine indirmiş,köylerini kasabalarını
hiç düşünmeden yakmış bu zalim yaratıklar, tekrar alev
kusmadan üzerlerine doğru onları fırlattılar. Hızla
ilerledikçe ateş saçan parçalara ayrılan bu silahlar, dört
ejderha da gökte ayrı ayrı konumda olmalarına rağmen
onların pullarına ve derilerine yapışıp kılcal damarlar
misali kanatları dahil,gövdelerine,kafalarına,kuyruklarına
yayıldı. Dördü de gökten yere doğru acılar içinde
kıvranarak yanan meşalelere dönüp gri köklerin mızrağımsı
kucağına düştüler. Feryat figan eden çığlıkları da dahil
yanıp kavruldular. Kara zırhlılardan birisi onların
küllerini topladı.
Kanla bulanmış ceset parçalarının üzerine yapıştığı kökler,
silahların tekrar eski haline döndükten sonra ortadan
kaybolurken daha tiksindirici olarak atlar tekrar alanda
meydana çıktı. Üç ne idüğü belirsiz yaratık üzerlerine
binip ana kapıya yöneldi. Büyücü tarafından, efsunlanan
kapıya ve surlara dokundukları anda hepsi parçalandı.
Cücelerin yonttuğu sert taş ve tahta parçalarının havaya
uçuştuğu ve döndüğü ortamın içinden şehre girmişlerdi.
Ortalıkta dolanan bu kabusun sağladığı; kesif sessizlikti.
Atların toprağa bastıkça grileştirdiği topraktan koyu
grilik her tarafa yayılırken arkadaş olarakta ölenlerin
feryat figanlarını ve çığlıklarını yanına alıp binalar
dahil her tarafına nüfuz edip çürütürken iğrenç kokuların
birleşimini salıyor ve aynı renge döndürüyordu. Kara
zırhlılardan birinin gönderdiği siyah bir bulut, rengin
içine girdikçe kapkara dumanlar havaya yükseliyordu. Şehri,
asap bozucu bir yanık kokusu kaplarken ve ölenlerin
çığlıkları dört bir yanında kol gezmeye başlarken
yabancılar aradıkları binanın yanına yani şehir
kütüphanesine ulaştılar.
Kütüphanenin önünde, beş beyaz giysili insan ve Bilge
onları bekliyordu. Duyanları dehşete düşüren ve deliliğin
derin dehlizlerine kadar götürecek olan çığlıklar, onlara
çok fazla etki etmiş görünmüyordu. Öte yandan savaşçıya
kolyeyi armağan eden büyücüden eser yoktu. Kütüphanenin
ilerisindeki demircinin kapısının önünde pejmurde ve bir o
kadar pespaye giysilerle donanmış biri oturuyordu.
Çığlıklar, yavaş yavaş onun kulaklarına yaklaşırken bu
dilenciden ne kara zırhlıların ne de diğerlerinin haberi
vardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.