- 489 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Cypraqual Kolye:6.Bölüm Kısım 1
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Savaşçının yurdu Chrubergine şehri; Batı’nın en önemli
noktalarından birisiydi, hatta kimilerine göre en
önemlisiydi. Şehirde demircilik çok ilerlemiş,bunun yanında
değerli taş işçiliği de gelişme bakımından onun kadar
olmasa da dünya ile kıyaslandığında bir çok yere göre daha
iyiydi.Cypraqual Dünya’sında, dağınık şekilde
birbirlerinden bağımsız kendi çaplarında mücadele eden
şovalye grupları bulunurken onların kullandıkları
kılıçların,kalkanların,ok uçlarının temin edildiği yerlerin
en başında geliyordu. Dünyanın diğer yerlerindeki nüfuzlu
adamların kızları,hanımları burada üretilen
bileziklerin,gerdanlıkların,künyelerin,küpelerin,kolyelerin
,yüzüklerin en önemli alıcılarıydı. Burada, işçilik çok
hünerliydi ve onlar dünyanın neresinde olursa olsun
adamlarını,hizmetkarlarını göndererek, ejderhaların ve
yardakçılarının tehlike arzetmesine rağmen,yollar korkuyla
yüklü olsa da zor şartlarda mücevherleri satın alıyorlardı.
Söylentilere göre dünyayla ilgilenmeyen Batı ve Doğu
Krallığı olarak ikiye ayrılmış elflerin Doğu Kralı,
Wairacas’ın asi,söz dinlemez ve macera düşkünü; koyu kızıl
saçlı,gök mavisi gözlü,güzeller güzeli kızı Desurun,
babasından habersizce hizmetkarlarını buraya göndererek bir
kolye satın almıştı. Batı ile doğu arasında casusluk yapan
Swaoclon adındaki elfe göre; Prenses’in bizzat kendisi
bütün tehlikeleri göze alarak gitmişti. Demircilik ve taş
işçiliği, Batı’nın sahibi olarak kendini gören Siyah
Ejderha’nın şehri kuşatma altına almasıyla büyük oranda
sekteye uğramıştı.
Bugün, şehri teslim etmesi için Bilge’ye verilen sürenin
son günüydü. Chrubergine’nin dışında simsiyah, büyük bir
alana yayılmış topluluk görünürken takviye kuvvetler
geldikçe geliyordu ki bunlara birkaç ejderha da
dahildi.Onlar, adamların üstlerinde uçuyor ve
bekliyordu.Bilge de bekliyordu.
Kış yaklaşmasına rağmen hava çok soğuk olmasa da serindi.
Bugün ise sıcaklığın daha çok yüzünü gösterdiği zamandı.
Kuşatanlar arasında herhangi bir canlının hayatını
önemsemeyen paralı askerler, bağımsız şövalye gruplarından
bir tanesi, yeraltında yaşamayı sevmeyen bazı kötü niyetli
cüceler, yurtlarından sınırdışı edilip kovulan elfler, ayrı
bir grup şekli bozuk imalat hataları ucubeler ve bir başka
ayrı grup yağmacı orklar bulunurken bunlara da Siyah’ın
deneyimli askerleri komuta ediyordu.
Akşama kadar, şehir kendi eliyle teslim olmazsa
ağızlarından suyu akan ve bir o kadar da günlerdir
beklemekten sıkılan kuşatmacılar, saldıracaklardı. Ejderha
için önemli olan; ister teslim edilsin ister edilmesin
şehrin alınmasıydı.Yöntem ne olursa olsun; ister kanlı
olsun ister kan dökülmeden olsun.
Şehirde ise huzursuzca etrafta dolanan sessizlik ve yandaşı
endişe hakimdi. Yaşayanların bir çoğunun bakışlarına
kurulan korkulu bekleyiş, ejderhaların görünmesiyle yerini
sağlamlaştırıyordu.
Chrubergine kentindeki tek söz sahibi olan Bilge’nin
gözlerinde, korkuya dair hiçbir iz bulunmazken
bu görünüşü sert bakışlarından, yaşayanların ondan sonra en
çok saygı duyduğu büyücü, yeni gelen beş beyaz giysili
insan ve diğer ileri gelenlerin yüzlerine yansıyordu. Bu
arada Kırmızı Ejderha Dacassyre’nin yeşil ziynetini çalmaya
giden savaşçı Marjuarane’den de hiçbir haber yoktu. Büyücü,
diğer ileri gelenlerle muhatapken Bilge de yeni gelenlerle
istişare halindeydi. Bu beş beyaz giysili insanın, buraya
nasıl geldiği muammaydı zira onlar; Bilge,savaşçı
Marjuarane ve iki arkadaşını yolculuğa salık verdiği gün,
yardım etmeleri için daha önceden gönderdiği çağrıyla
gelmişlerdi. Diğerleri, bunlardan uzak duruyordu.
Aralarında geçen bir çok sohbetin içinde; bu yabancıların
üstlerinden garip bir soğuk ve tüyler ürperten bir duygunun
aktığı düşüncesi, bir çok ağızdan seslendirilmiş
diğerlerininkine misafir olmuş kimilerinde ise yatıya
kalmıştı. Marjuarane’e kolyeyi armağan eden büyücü ise
bunlara karşı sıcakkanlıydı çünkü onların kim olduklarından
ve neden geldiklerinden haberdardı.
Bilge, beş beyaz giysili ile konuştuktan sonra ötekiler ve
büyücü ile baraber kütüphaneden çıktı. Binanın dışında
bekleyen deneyimli şehir savunucuları, ana kapının oraya
daha önceden konuşlandırılmış şövalye gruplarından birinin
yanına gönderildi. Önemli olan nokta ana kapıydı ve
müdahale başlığında mümkün olduğunca dayanmalıydı ki denize
kıyısı olan Chrubergine, o taraftan da güvence altına
alınmalıydı. Bunun için birkaç kuvvet de oraya
yerleştirilmişti
.
Sürenin sonuna gelindikçe, şehirde yaşayanların üzerinde
korkunun derecesi artarken, kuşatmacılarda da yağma
heyecanı tavan yapıyordu. Deniz kıyısının ilerisinde korsan
gemileri bulunuyor ve onlar da bu yağmadan pay almak
istiyordu. Kağıt üstünde kuşatmacıların gücü daha fazla
görünürken dışarıda yüzlerce kan düşkünü ölümlü düğmeye
basılmasını bekliyordu.
Kuşatmacılar arasında bulunan birkaç paralı askerin gözüne,
şehrin dışındaki tepelerin birinden inen bir toz bulutu
çarptı. Bu görüntü, uzaktaydı ancak bir hortum misali hızla
yaklaşıyordu. Yakınlaştıkça dağılıp belirginleşen bu
bulutun içinden, üç kapkara ata binmiş,kara giysili ve kara
zırhlı çıktı. Atların toynakları toprağa bastıkça, yeri
grileştiriyordu. Bu değişim, simsiyah topluluktaki
diğerlerinin de dikkatini çekti. Üç kara zırhlının amacı,
Chrubergine şehrine girmekti lakin önlerindeki geniş bir
alana yayılmış büyük bir kalabalık engel teşkil ediyordu.
Onların gelişiyle hava bir anda kara bulutlar yönünden
zenginleşirken yanında getirdiği sert rüzgarın soğukluğunu
da üzerlerine yüce gönüllüğüyle dağıtıyordu.
Kara zırhlılar, anladı ki bunlar geçit vermeyecekti.
Soğuyan ortamla atlar durdu ve burunlarından çıkan nefes
havaya karışıp toynaklarının bastıkça grileştirdiği toprağa
düştü. Yerden üç kapkara dumanımsı şekil yükselip; üç
keskin dişli kapkara köpeğe dönüşen bu biçimler, kara
zırhlıların hareketiyle kuşatanların üzerine saldırıya
geçti ancak onlara ulaşmadan ortadan kayboldular. Siyah’ın
adamları şaşkınlık içindeydi; bu gördükleri neydi böyle? Bu
yabancılar da kimdi? Bir çoğunun düşüncelerinde bu iki soru
gezintiye çıkmış fakat amaçsızca dolaşırken
liderlerininkinde ise acaba bunlar şehirde yaşayanlara
kuşatma sırasında yardım etmek için mi geldi fikri, bir
anlamın limanına ulaşmıştı ama onlar da bundan emin
değildi. Kara köpekler kaybolunca huzursuzca güldüler.
Daha fazla yaklaşmalarına izin vermeden liderlerinin
emriyle okçu askerler, oklarını saldı. Onlarca ok,
yabancıların üzerine yağarken okçu askerlerin komutanı
korkuya kapılmış ve haddinden fazla ok gönderilmesi emrini
vermişti. Yerinden kıpırdamayan ve kalkan kullanma lüzumu
görmeyen kara zırhlıların ve atlarının üzerlerine yağmur
gibi yağan oklar, teker teker saplandı. İsabet eden
oklarıyla sevinenler, bir süre sonra bu kadar fazlaca ok
saplanmasına rağmen bu yaratıkların ve bineklerinin yere
düşmeyip bir heykel gibi sabit durmalarıyla korkunun en
derinine sürüklenmeye başladılar. Bunlar her neyse, ölmüş
olmaları gerekirdi ancak bekledikleri olmamıştı.
Mart 2010
YORUMLAR
izlediğim bi film değil kendi kurgum... ki izlediğim bi filmi yazmak adetim değildir... fantastik ögelerle süslü benzer filmler olabilir, sonuçta fantastik materyaller bi mahalledeki herkesin suyunu doldurduğu bi sebil gibidir kimsenin tekelinde değil o sebilden hayal gücü akar ama herkes aynı kapasiteyle örneğin su bidonları hepsinin farklı farklı su alma oranı vardır biri gelir 5 litre su doldurur o sebilden ben 10 litre doldururum aynı sebilden