- 775 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YILDIZ YAĞMURU
YILDIZ YAĞMURU
Şehir merkezinden kalkan minibüse köye ulaşacağım saati hesaplayarak binmiştim. Akşam olmadan köyde olurum hesabını yaparken yol ayrımına gelmeden Güneş çoktan batmış, akşamın karanlığı başlamıştı. Bir dağ yolu sapağında bıraktılar beni. Önümde bir değil birkaç tane patika yol vardı, hangisinden gideceğimi bilmiyorum. Minibüsün azizliği beni bir çıkmaza sürüklemişti. Geç saatlere kalmamak için gözüme kestirdiğim bir yolu elime aldım, hızlı adımlarla yürümeye başladım. Elimde bir file, içinde ekmek, biraz erzak, gazeteler…
Gittikçe sertleşen rüzgâr, terli vücuduma soğuk soğuk değmeye başladı. Ay ortalıkta yoktu, yıldızların da bu gece cimrilikleri üzerindeydi. Ağaçların arasından birkaç tanesini belli belirsiz ancak görebildim. Doğru bir yolda mıyım, onu da bilmiyordum
“Köyü bulmam zor gibi, bari bir ışığa, bir işarete rastlasam da bu gecelik orada kalabilsem.” diye dua ediyordum. Karanlık ve rüzgâr yetmiyormuş gibi bir de sis başladı. Ormanı çıkmıştım, yüzümden boynuma aşağı süzülen ter damlaları sırtıma, göğsüme doğru inerken soğuyor, vücuduma yapışıyordu. Bir taraftan terlerken bir taraftan üşüyordum. Soğuktan dişlerim çatırdamaya başlamıştı.
Karalık bir gecede dağ yolunda, tek başıma ilerlerken hapishaneden kaçan bir mahkûmuna hissini yaşıyordum sanki. Adımlarımın iyice ağırlaştığı bir anda uzaklarda solgun bir ışık takıldı gözüme. Işıkla birlikte umutlarım biraz olsun yeşerdi. İflas etmiş bedenime rağmen son bir gayretle ışığa doğru yürümeye başladım. Işık hayatı müjdeliyordu. Umut ve sevinç karışımı duygular içerisinde yürürken başka ışıklarda çarptı gözüme. Son gördüklerim ilki kadar canlı olmasa da bu ışık demetinin altında bir köy olduğu belli olmuştu.
Köyün varlığına sevinirken şimdi de köydeki köpeklerin korkusu kapladı yüreğimi. Korunmak için bir ağaç dal parçası aradım ama bulamadım. İri bir köpeğin havlayarak üzerime doğru geldiğini gördüm. Yerden taş almama dahi fırsat vermeden karşımda belirdi köpek. Olduğum yerde mıhlanıp kaldım. Allah’tan köpek de üç metre mesafede havlıyor, yaklaşmıyordu. Ne yapacağımı düşünürken açılan bir kapıdan “Hooşt” diye gürledi bir kadın sesi. Hayvan, sesi duyar duymaz emre itaat eden asker gibi kesti sesini. Kadın köpeği çağırdı, ben de peşinden gittim.
--Bacı, öğretmenin evi neresi, öğretmen köyde mi?
--Köyde, aha şu karşıda ışığı çok olan ev. Deyip kapıyı kapattı.
Duyduğum haber dünyaları bana bağışlamıştı. Sevinç içinde kapıyı tıklattım, kapı açılınca kendimi tanıttım, beklenen misafir gibi içeri buyur etti beni. Soba yanıyordu ama beni sobadan uzak bir yere oturttu. “Sen çok üşümüşsün, ani sıcak çarpmasın seni.” Dedi sobanın üzerinde kaynayan güğümden hemen bir çay demledi. Vücudum ısındıkça kendime gelmeye başladım. Yüzümün rengi yerine gelince beni sobanın başına aldı, yemekten sonra sıcak bir çay sohbetiyle birlikte yolculuk maceramı anlattım. Sabahleyin kalktığımda ilk işim gideceğim köyü sormak oldu. Aralarında iki dağ ile iki vadi bulunduğunu söyledi. Kahvaltıdan sonra vedalaşıp ayrıldım.
İkinci dağın doruğuna çıktığımda köyü ve okulu gördüm. Yukarıdan aşağı yuvarlanırcasına indim okulun yanına. Çevresini gezip dolaştığımda hayalimdeki okula benzer hiçbir yanı yoktu. Benim tam bir sükuti hayal olmuştu. Harap bir bina, ne bahçesi var, ne ağacı ne suyu. Gördüğüm manzara karşısında her sözü bizler için düstur olan öğretmenimi hatırladım.
“Çocuklar, ileride hangi mesleği seçerseniz seçin mutlaka güçlüklerle karşılaşacaksınız. Şunu iyi bilin ki, hayat baştan sona mücadele demektir. Başarı için azim, irade ve çalışmak şart.”
Muhtarla tanışmamız tam bir sürpriz. Uzun boylu, asık suratlı bir adam, içindeki öfkenin daha fazlasını yüzüne kondurarak, geldiğim gibi gitmemi istedi yekten. Gözümü korkutmak için benden önceki öğretmenin yüzünün kanlar içerisinde köyü terk ettiğini söylemeyi de ihmal etmedi. Muhtarın bu tehdidine karşılık;
“ Bana bak muhtar efendi, ben devlet memuruyum, arkamda koca bir devlet var. Eğer bana bir güçlük çıkarmaya kalkarsan polisi, askeri buraya yığar, sana öyle bir ders verdiririm ki hayatın boyunca unutamazsın, muhtarlığı da parmaklıklar arkasında görürsün. Sen eşkıya mısın, muhtar mısın, onu bileyim. Muhtar isen bana yardım etmek zorundasın. Şimdi bekçiyi çağır, üç beş kişi ile üç beş kadın bul, bu metruk binayı el birliği ile okula dönüştürelim.”
Muhtar, karşısındakinin çetin bir ceviz olduğunu anlamış olacak ki, fazla direnmedi, istemeyerek de olsa dediklerimi yapmaya başladı. Bir hafta içerisinde okulu eğitim ve öğretime hazır hale getirdik. Sonradan edindiğim bilgilere göre muhtar olacak adam köyde krallığını ilan etmiş, halkı sindirmiş, devlet görevlilerini köyden uzaklaştırmak için olmadık entrikalar sergiliyormuş.
Günler aylar geçtikçe köyü tanımaya başladım. Koca köyde ilkokulu bitirip de başka okula giden bir Allah’ın kulu yokmuş. Dünyadan soyutlanmış ilkel kabileler gibi medeniyetten bi haber yaşıyorlar. Bu devirde bu kadar cehalet, bu kadar geri kalmışlık, olacak gibi değil. Geçen geçmiş ama yeni tomurcukların açmadan solmalarına gönlüm razı değildi. Okumanın önemini başta öğrencilerime, yaşlısına gencine, kadınına kızına her fırsatta anlatmaya başladım. Bir gece yarısı kapım çalındı, kapıyı açtığımda sepetçi Mustafa “İçeri gir” dememe fırsat bırakmadan kapının eşiğinde boynuma sarılıp beni öpmeye başladı.
--Dur hele Mustafa Amca, ne oldu, bayram değil seyran değil.
--Öğretmen bey, ben okumayı çok istiyordum fakat imkânımız yoktu, birazda bu bizim köyün yobazlığı. Ben okuyamadım ama çocuklarım okusun istiyorum. Gel gelelim görüyorsun köyün halini, okumaya çocuk gönderenlere düşman gözüyle bakıyorlar.
Mustafa Amca’daki değişim beni çok heyecanlandırmıştı. Anlattıklarım bir kişiyi de olsa harekete geçirmişti.
--Gel Mustafa Amca, ben de seni bir kucaklayım. Sen böyle bir karar verdin ya, ben hep senin yanında olacağım, sana her türlü yardımı yapacağım. Bu sene oğlun okulu bitiriyor, seneye kasabada ortaokulda olacak inşallah.
--Öğretmen bey, ver şu elini öpeyim, deyip bu sefer de elime sarıldı.
--Estağfurullah Mustafa Amca, sen bu hareketinle insanlık yolunda çok büyük bir adım atacaksın. Karanlıktan aydınlığa kuracağımız köprünün ilk harcını sen atmış olacaksın. Göreceksin, ileride herkes seni takdir edecek, bu köyün önderi olacaksın.
Ertesi yıl Sepetçi Mustafa oğlunu ortaokula yazdırdık. Annesiyle birlikte mütevazı bir evde okuluna devam ediyor, Sepetçi Mustafa sepet örerek onlara para yetiştirmeye çalışıyordu. Murat’ın ortaokula başlamasından sonra köylülerle olan bağım yeniden koptu. Selam sabah kesildi. Bazı geceler kapım pencerem taşlandı, tehdit mektupları aldım. Gördükleri yerde sözle sataşıyorlar, hiç birine cevap vermiyorum. Benim bu umursamaz tutumum karşısında muhtar ve yandaşları hepten delendiler.
Bir akşamüzeri yatağıma uzanmış düşünürken ta çocukluk yıllarım geldi aklıma. Çok sevdiğim ilkokul öğretmenimin o esrarlı cümlesi yankılandı kulaklarımda. “ Çocuklar, ileride her biriniz bir yıldız olacaksınız, Anadolu’nun dört bir köşesinde parlayacaksınız. Eğer yıldız gibi parlarsanız ruhumu şad etmiş olacaksınız.”
Aradan yıllar geçti, başka bir dağ köyündeyim. Akşamüzeri bir mektup ulaştı elime. Zarfın üzerinde Murat ismini görünce heyecanım arttı. Eve gelip eski somyamın üzerine uzanıp zarfı açtım.
“ Sevgili Öğretmenim,
Ben yıllar önce cehaletten bilgiye kurduğun köprüden ilk geçen öğrencin Murat. Şu anda genç bir mühendis olmamı size borçluyum. Benim peşimden okuyanlar çoğaldı. Sizin kıymetiniz sonradan anlaşıldı. Size karşı çıkanların hepsi sizi konuşuyor. Her sözde her sohbette yaptıklarınız anlatılıyor. Yanımızda olmasanız da gönüllerimizde yaşıyorsunuz, o mübarek ellerinizden öperim.
Murat.”
Mektubu okuduğumda bütün dünya nimetlerini bana bağışlasalardı, belki de bu kadar mutlu olamazdım. Murat’ın başarısını tebrik edip anlından öpüyorum. Mektuba cevap yazarken kâğıda dökülen sevinç gözyaşlarımın onun için bir mükâfat olduğunu biliyorum. Demek ki, ilim yolunda atmış olduğum maya tutmuştu. Ahmetler, Mehmetler, Orhanlar, Ayşeler, Fadimeler, Zehralar cehalet prangasını parçalayıp gün ışığına çıkmışlar. “Allah’ım sana şükürler olsun.” Dedim.
Gözlerim gökyüzünde, ruhum bulutların üzerinde uçmakta. Öğretmenimize verdiğimiz sözü yerine getirmenin hazzını yaşıyorum. “Müsterih ol öğretmenim, ruhun şad olsun, yıldızların yağmura dönüştü.”
S O N
YORUMLAR
Güzel bir hikaye.
Bazen, neden öğretmen olmadım diye yakınıyorum.
İnsanlara bir şeyler verebilmek güzel olmalı.
Çocuklarla zaman geçirmek, büyüyüp adam olmalarına şahit olmak...
Kutluyorum sizi ve nezlinizde tüm öğretmenleri.
Salim Demir
selam muhabbetlerimle