- 717 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
İçimizdeki İrlandalılar
“Timsah en ideal olanı.”
“Ne?”
“Timsah diyorum... İdeal hasta...”
“Kimin ideal hastası?”
“Dişçilerin... Hayvan bir açıyor ağzını, içine istediğin aleti sokup, neredeyse kendin de girip tedavi edebilirsin.”
“Ama o açtığı ağzını kapatıyor da... Hatta senden emir almayı beklemiyor, kafasına göre kapatıyor.”
Sessizlik biraz aklımı başıma getirdi:
“Hem sana ne? Dişçi bile değilsin ki: Diş hekimi yerine dişçi diyorsun. Adamların mesleki fantezilerinden sana ne?”
“O koltuğa oturan hastayım ben. Doktorumla empati yapıyorum.”
“Biraz benimle de empati yap da, birer bira daha söyle.”
Kendi bardağı da boşalmıştı, barmene işaret etti. Barmen kaçıncı olduğunu pek hatırlayamadım biraları önümüze sürdü. Birer yudum aldık: İlk bardağın ilk yudumu gibi değildi. O başka bir deneyimdi.
Bahar bu sene erken gelmişti. Hava, uzmanların deyişiyle mevsim normallerinin üzerinde sıcaktı. Bu anormallik mevsimin diğer bir özelliği olan Aziz Patrick günüyle birleşince bize de ister istemez Sammy’s’e gitmek düşmüştü. Ağzıma götürdüğüm o ilk yudum beni alıp geçmiş yaz günlerine götürmişti. Geri getiren de Turan’ın yorumu olmuştu:
“İrlanda’lıların bayramında gittin, Belçika birası söyledin. Aferin sana!”
Bayılır böyle yorumlar yapmaya.
“Bayram İrlandalıların da, bir bak bakalım etrafına, İrlanda’da mıyız?”
Kuzey Amerika’nın güneyinde bir kasabadaydık. İrlanda bize İspanya’dan daha uzaktı.
“Farkeder mi, İrlanda kökenlileri geleneksel günlerini kutluyor. Biz de onlara ayak uydurduk, onlar gibi yeşilleri çektik.”
Doğru söze ne denirdi? İrlanda’nın ulusal rengi yeşilden tişörtler vardı üzerimizde.
“Tişört yeşil ama bak üzerinde ne yazıyor? İstanbul! Bira da söyledim ama Belçika birası. Benim İrlandalılığım buraya kadar.”
Gerçekten oraya kadardı. Çevremizdeki yeşiller içindeki İrlanda asıllı zenciler, ki içimden bir ses İrlanda asıllı olmayabileceklerini söylüyordu, beşinci birayı devirdiklerinde biz daha üçüncüdeydik ve dişçilerin ideal hastalarını tartışıyorduk.
“Köpekbalıkları da fena değil. Bir sürü dişleri var.”
“Onlar dişçilerin kabusu olurdu Turan. Sürekli eski dişlerinidöküp, yerlerine yenilerini çıkardıkları için dişçinin kapısını çalmazlardı.”
O bir yudum daha aldı, ben de geri durmadım.
Sonra bir el omzuma dokundu. “Hayırdır” diye döndüm... “Miranda Kerr!”
Olamaz, kesinlikle olamaz. Tanrı’nın unuttuğu bu kasabaya Miranda Kerr niye gelsin? Gelse bu bara niye girsin? Bara girse gelip omzuma niye dokunsun?
Dokunmadı da. O gün Miranda Kerr’in nerede, ne yapıyor olduğunu hiç bir zaman bilemedim. Umurumda da olmadı. Karşımda uzun bacaklı, mini şortlu, sarışın...
“Kemal! Miranda Kerr sarışın değil ki...”
“Detayları ayılınca tartışırız Turan. Sen birer bira daha söyle.”
Turan bunun üzerine bir şeyler söylediyse de duymadım.
“Bir şey diyordunuz?” diye sordum uzun bacaklı kadına.
“Değişik bir aksanla konuştuğunuzu duydum. Sanki Keltçe gibi geldi. Siz İrlanda’lı olabilir misiniz?”
Hazırlıksız yakalandım. Benim yerimde kim olsa hazırlıksız yakalanırdı. Daha önceden Japon’a, Çinli’ye, Yahudi’ye, Afrikalı’ya, Meksikalı’ya, Amerikalı’ya ve de Fransız’a benzetilmiştim; bunları inkar edemezdim. Yine de bir dünya vatandaşı havam olması benimle kızıl saçlı ve çilli İrlanda’lılar arasında köprü kurmaya yeterli değildi. Öte yandan Miranda Kerr sandığım bu hanıma da “Esmerliğimden mi İrlanda’lı olduğumu çıkardınız, yoksa Türk aksanımdan mı?” diye soramıyordum. Sorsam kalbini kıracağıma emindim.
“Değilim” diyebildim, “Ama Amerika’ya uçarken İrlanda’nın üzerinden geçmişliğim var.”
Arkamdan bir şıngırtı geldi: Turan’ın bardağını devirdiğini varsaydım.
“Ben de sizi İrlanda’lı sanmıştım. Aziz Patrick gününde gerçek bir İrlandalı’ya denk gelmek güzel olurdu.” dedi sarışın olduğu için Miranda Kerr’liği su götüren kadın.
“Olurdu...”
Kadının yanında gençten bir adam beliriverdi. Kolunu kadının beline doladı, boynuna da bir öpücük kondurdu. Yüzünde arsız diyebileceğim bir ifadeyle:
“Abi, kusura bakmayın” dedi. Adamın yılankavi koluna mı, öpücüğüne mi, yoksa Türkçe konuşmasına mı daha çok şaşıracağımı bilemedim.
“Çok hoş sohbet ediyordunuz, size bir şaka yapmadan edemedim. Sydnee de beni kırmadı. Umarım alınmamışsınızdır.”
“Yok canım, niye alınayım... bize işletmenize?” diyebildim duraksayarak.
“Seni işletti, beni değil.” diye itirazını duydum Turan’ın.
Adam gönlümü alma gereği duydu:
“Bir sonraki biralarınız benden. Ama bu sefer size Guinness söylüyorum, halis İrlanda birası!”
Adam, Sydnee’sini alıp gitti. Barmen Guinness’leri önümüze sürdü. Elim gitmedi. Adamın adını da sormamıştım. Cehenneme kadar yolu vardı.
YORUMLAR
Keyifle okudum öyküyü...Diçiye gitmem gerektiğini hatırladım. Uzun aradan sonra hoşgeldiniz.
Sevgilerimle...