Anısı Kalsın
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
O eski ve aynı şarkı, bir an gelir acıtır içimizdeki geçmişi, bir an gelir anlamsız bir tebessüme dönüşür dudaklarımızda. Hep bir vazgeçiş üstüne kurulu gibidir hayat çoğu zaman. Ama hiç bilmeyiz ne için neyden vazgeçtiğimizi. Radyoda şarkılar çalar, bu benim olsun dediğimiz şarkı için bir sonrakinden vazgeçmişizdir o an! Ve bir kelime için bir diğerinden. Her yol ayrımında seçtiğimizi sandığımız yolda yürürken ayaklarımız, yüreğimiz hep bir ayrımlık daha parçalanmıştır. Hem seçimlerimizin yükünü taşırız hem geride bıraktıklarımızın vicdan azabını. Keşkeleri hiç sevmeyiz ama hep bir keşkelik acılar çeker, kendimize saklarız. Kendimiz hepimizden çoktur ama herkesin içinde hiç kadar hissederiz bazen. Anlam vermek istedikçe anlamsızlaşan bir kocamanlık yorar yüreklerimizi. Koşmak ister, yürümeye mecal bulamayız…
Çocuktuk ve büyümeyi istedik. Oysa ki çamurdan çanak çömlek yapabilecek kadar özgür ve bir küçük özür ve tebessümle affedilecek kadar masumduk.
İp atlayıp, yarattığımız hikayelere kahramanlık yapıyorduk bahçelerde. Dut ağaçlarına çıkıyor inemiyorduk. Akşamları evlere girmeyi bilmiyor iki mahallelik alanlarda saklambaç oynuyor ve belki de aslında biran önce bulunmaya hevesleniyorduk. Arkadaştık; farketmeden birbirimizin hayatlarına dahil oluyor, çocuk aklımızla hesabını yapamayacağımız yarınlarımızın şahitliğine isimlerimizi yazdırıyorduk. Birimiz babasız büyümek zorunda kalmanın ne demek olduğunu öğretiyordu diğerlerimize, bir başkası bir babanın işsiz kalmasının ne demek olduğunu. Öğreniyorduk farketmeden, büyüyorduk aslında büyümeyi hiç istemeyeceğimizi bilmeden.
Sonra… Farklı hayatlara tanıklık zamanları başladı. Kimimiz farklı şehirlerde okumaya, kimimiz kendi ayakları üstünde erkenden durma zorunluluğunu yaşamaya, kimi çoğul bir kimlik ile aile olmaya, bu kimlikten yeni kimlikler yaratmaya,kimi de nerde ve nasıl hiç bilmeden ayrı düştüğümüz yaşam anılarını oluşturmaya yol aldı… Hepimiz yeniden çoğaldık. Vazgeçtiğimiz çocukluğumuzun masumluğunu saklayıp kuytuluklarımıza, BEN olma savaşına girdik kendimizle. İnanılıp, savunulması gereken bir BEN. Yoldaş yolcular buldu şanslı olanlarımız yanında. Aynı yöne yürümenin heves ve heyecanı ile söylendi şarkılar sabahlara kadar. Ve sıkıcı bir öğleden sonra şiir kitaplarını alıp kolumuzun altına bilmediğimiz bir parka düşürüp yolumuzu tahta masalarda okuduk ağlayarak yitip giden şairlerin duygularına. Hep daha çok anlam yüklemek istedik anlara. Oysa yaşanılan anları anı olarak saklayacağımızı hesaba katmadık hiç. Büyümek istiyorduk çünkü. Yüreği kocaman, her şeyi yapabilecek kadar kocaman adamlar olmaktı niyetimiz. Oysaki okumamıştık belki daha; ”her yere yetişilir, hiçbir şeye geç kalınmaz ama… Çocuğum beni bağışla” diyen şiiri.
Sonra… Şiirler çoğalmadı, şarkılar değişmedi… Anlamlar keskinleşti… Büyüdük! Yaşam oyununda amatör ruhlarımız yerini profosyonel oyunculara bıraktı. Olması gereken ve olmasını istediklerimiz arasına sıkışıp seçimler yaptık ve hep vazgeçip bir şeylerden, azalttığımız yollar kadar çoğalttık içimizdeki kalabalıkları. Belleğimize kazıdığımız anların anıları ile güçlenirken, bazen de anların anı olmasından duyduğumuz hüzünlerde kaybolduk. Ama bazılarımız hep ispatlamak istedi kendine hissettiklerini. Yaşamaktan kaçtıkları olsa bile yaşadıkları ile yüzleşme cesaretini göstermek istedi belki.
Sonra… Şiirlerin yanına şarkıları,şarkıların yanına kitapları aldık. İçine bizi koyduk. Ama sakladıklarımız sığmayınca oldukları yere… Paylaşmak için içimizdekileri… Baktığımız yerde ne gördüğümüzü anlatabileceğimiz gerçek yansımalar aradık. Şarkılara eşlik etmek kolaydı, şiirlere kendi iç sesimizi vermek yada kitaplardaki hayatları birkaç günlüğüne misafir etmek benliğimizde… Ama var olan bir görüntünün içine hissi koymak, bunu nasıl yapacağını öğrenmek. Karanlıktaki bir gaz lambasından mutlu olmayı öğrenmek… Önceleri belki ayrı ayrıydı birbirinden görmek ve hissetmek. Şimdi anların anı olarak hafızalarımıza kazınan karelerini gün yüzüne çıkarıp paylaşmanın mutluluğuna anlam katmak için öğrenilen ve yapılmaya çalışılan tekniklere yoldaş hisseden gözlere sahip olmayı da öğreniyoruz belki. Atılan her adımda deklanşöre basmaya hazır parmakla,aranan gözler arasında başka bir ara sokağa sapan özgür ayaklarımız var şimdi. Önce çekingen ve uzaktan baktığımız yabancı hayatların suretlerine bir adım daha yakından bakacak cesarete sahip olmanın mutluluğu yüzümüzden okunan. Her yeni hayat hikayesi ile; ki bunlar sadece ayaküstü sıkıştırılmış bir özeti yaşananların; kendini sorgulayan ve silkelenen bir ruha sahip oluyoruz belki. Aynı yolda yürümek için ortak sebepleri olan yeni arkadaşlıklardan güç alıp yeniden ve belki hiç bitmeyecek bir hikayenin kelimelerine yansıyacak ışıkların hayali ile her güne umutla ve hevesle başlamanın mutluluğunu hissetmek paha biçilmez. Eğer patika yolları seviyorsanız ve şahitliğine hazırsanız yaşamın gerçek yüzünün… Kendi adıma bu 3 paragrafın içine sığdırılabilecek binlerce kelime gibi binlerce fotoğrafın yolculuğuna çıkmak için özgür bırakıyorum ben “an” larımı!! Kendi yolculuğunuz için bir davet de siz çıkarın kendinize… Bir merhabalık binlerce yaşam bekliyor yollarda bizi!
YORUMLAR
Özlemişim bu kıvamda bir yazıyı okumayı çok. Hele çocuğum beni bağışla cümlesinin geçtiği Edip Cansever şiirine atıf yapılan bölüm, iyi ki okumuşum yazıyı dedirtip mutlandırdı beni. Tebrikle.