- 1329 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİM KADINLARIMIZ
Zekiye Hanımı tanırmısınız? Hani şu Hasan Fehmi Efendi’nin kerimeleri Zekiye Hanımı? Bir türlü bulamadınız değil mi? Bu sorunun yanıtını bulmak için daha fazla uğraşmayın. Bu sorunun yanıtı İzmir’li şair Attilla İlhan’ın çocukluk anılarında saklıdır. O halde bizde o günlere gidelim ve Şair Attilla İlhan’a kulak verelim. ‘
’Bağ bozumu deildimi biz biraz hüzünlenirdik. Biz dediğim çocuklar. Çünkü bağ bozumu demek arkasından sonbahar gelecek demekti. Sonbahar gelince de okullar açılır tatil biterdi. Oysa ne kadar eğleniyorduk. Bağda türlü oyunlar çıkarır , hemen yanımızadki büyük incirlikte lastik sapanlarla gider kuş avlardık. Bazen macera büyür Gediz kıyısına kadar uzanırdı. Bütün bunlar, Bakırçay havalisinde Menemen ovasında olurdu. Bağda bağ bozumu kaçınılmaz bir şeydi ve her mevsim onunla kapanırdı. Yani üzümler kesilir , sergi yerinde serilir ve kurutulur, sonrada toplanırdı. Fakar o bağ bozumu günü çok heyecanlı bir gün olurdu. Çünkü bir sürü çoğu kadın olan gündelikçi gelirdi. Onlar üzümleri keser ve sererlerdi, erkeklerse taşırdı. Biz çocuklar bu macerada hepimiz koştururduk. Her şeyin kumandanı da Zekiye Hanım’dı. Zekiye Hamın, o zaman 40 yaşlarında olması lazım. Bize çok yaşlı gibi görünürdü. Dul bir hanımdı. Aslında eşraf kızı ve eşraf zevcesiydi. Yani kocası da eşraf, babası da eşraf olmasına rağmen bizi şaşırtan tarafı bağ bozumu gübü bir gündelikçi gibi çalışmasıydı. Biz bakarsınız elinde küfe sergi yerine üzüm taşıyor, yahut da gündelikçi kadınlara talimat veriyor. Zekiye Hanımın bu tatlı sert havası hepimizi çok etkiliyordu. Çünkü Zekiye Hanım bizim ninemizdi. Bağın sahibi Hasan Fehmi Efendi Zekiye Hanımın babasıdır. Hasan Fehmi Efendinin Menemen katliamı günü evi basılır oda oğluyla birlikte silahla direnir fakat tutuklanarak İzmir’e götürülür. Onlar Yunanlılar tarafından tutuklanarak İzmir’e götürüldükten sonra birden bire ailenin bağı, bahçesi, zeytinliği ortada kalır. O günlerde Yunan işgalinden endişelendikleri için kimse çıkıp bağı ne ailemindir, üzümler yağma mı ediliyor, incelemiyor, bakamıyor. İşte Zekiye Hanım o zaman daha çok genç olmasına rağmen beyaz kısrağına atlar, gidip oraları dolaşır, vaziyeti kolaçan edermiş. Ve bu yüzden de efsane haline gelmiş. ‘’
İşte böyle anlatıyor Attla İlhan ninesi olan Zekiye Hanımı. Peki o kadınlar başkamıydı? Şimdilerde kızlarımız çok çalışkan. Kızlarımız atak. Kızlarımız erkeklerden daha baskın. Bu iyi bir şey. Bu iyi bir şeyde uğraşları neyin üstüne? Görünen o ki, kızlarımızın yarısı başını örtmek, yarısı da göbeğini açmak için uğraşıyor. Öylesine hazin bir durum var. Çünkü eskiden öyle değilmiş. Buna kanıt bir belge var. Bu belge Milli Savunma Bakanlığına ait bir belgedir. Milli Savunma Bkanlığı tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre Milli Mücadelede cephede savaşan kadınlarımızdan Altmış ikisi cephede şehit düşmüştür. Bunlardan birkaç isimde veriyor. Yusuf kızı Emine, Amasyalı Adil kızı Zeynep, Erzincanlı Osman kızı Emine, Adanalı Ayşe, GaziAntepli Güldane.
Şehit oldukları arşiv belgelerinde adları saptanabilen kızlarımızdan birkçarı bunlar. Kimisi top mermisiyle, bazılarıda vurularak şehit edilmiş. Bir kısmı da yaralı olarak hastaneye getirilmiş fakat kurtarılamamış. Şimdi bu zaten başlı başına bir dram Anadolu kızlarının neler yapabildiğinin ilk işareti. Hemen arkasından ikinci not var. Oda çok önemli. İnönü Muharebelerine iştirak etmiş kadınlarımızdan bazıları, gösterdikleri yüksek muaffakiyet sayesinde İstiklal Madalyasına layık görülmüşlerdir. Oradaki isimler şunlardır. Ali kızı Halime, Kara Osman kızı Fatma, Besim kızı Şükriye, Musa kızı Fatma, Veli onbaşı kızı Ayşe, Molla İbrahim kızı Fatma, Ali kızı Ayşe, Molla Hasan kızı Fatma.
Ne kadar çarpıcı bir şey. Bir kısmı İstiklar madalyasına layık görülüyor, bir kısmı da cephede şehit oluyor. O zaman insan merak ediyor onların arasında acaba başka enteresan olaylar var mı diye. İşte bu merak sonucu küçük bir araştırma yaptım. Bakın o zamanın kızlarına, kadınlarına.
‘’İzmir’li Ayşe Hanım: Ayşe Hanım İzmir’im Yunanlılar tarafından işgali üzerine Milli Mücadeleye hemen katılıyor. Özellikle Aydın ve İkinci İnönü muhareberlerinde kendini göstermiştir. Sakarya savaşında yaralandı, tedavisini müteakip tekrar silah başı yaptı. Bu arada başarılarından dolayı Binbaşı rütbesine yükseltildi. Savaş sonunda Ankara’ya geldi. Bavulunu çaldırdığından evrakını yitirmişti. Okuması yazması olmadığı için Merkez bankasında basit bir göreve atanmıştır.
Tayyar Rahmiye Hanım: Osmaniye’nin raziyeler köyündendir. 9.Fırkanın Fransızlara karşı yürüttüğü mücadeleye örgütlediği müfrezesiyle katılmıştır. 1 Temmuz 1920 de Fransızlara taarruz gerçekleştirilirken asker kısa bir tereddüt anı geçirince onların önüne geçip, yürenklendirici sözler ederek hareketi canlandıran odur. Aynı savaşta, ateş altında kalan iki arkadaşını kurtarmak isterken şehit olmuştur.
Defterdarın Karısı: Adını bilmiyoruz. Adı meçhul bir muharip kadını. Bitlis defterdarının hanımı olarak biliniyor. Maraş’ın kayabaşı mahallesinde Ermenilerin Müslüman kadınlara saldırdığını görünce silahına davranıp ateş açarak akşama kadar savaşmış ve sekiz düşman askerini öldürmüştür. Bilahare erkek kılığına görerek Kuvay-ı Milliye’ye katılmıştır.
Kara Fatma: 1888 doğumlu. Kara fatma, biz zabit olan kocasu Derviş Bey ile Balkan Savaşına katıldı. İlk Dünya savaşında ailesi etrafından sekiz dokuz kadınla beraber Kafkas Cephesine gitmiş, Mondros Mütakeresini müteakip eşi Ermeniler tarafından şehit edilince, etrafındaki kadınlarla beraber çarpışmayı sürdürmüştür. Erzurumda Mustafa Kemak Paşa onunla görüşmüştü. Oda paşadan görev istedi. Sonunda örgütlediği kadınlarla birlikte Bursa ve İzmit cephelerinde ve bu şehirlerin kurtarılması için savaşmıştır.
Oğlunun, kızının ve kardeşinin de bulunduğu müfrezesinde 350 kişi mevcuttu. Bu müfreze ile Sakarya ve Başkumandanlık muharebesine katıldı. Afyon savaşında Yunanlılara esir düştü, orada kendi gayretiyle kurtulmayı başarıp tekrar cepheye iltihak etti. Bu başarısı üzerine rütbesi üsteğmenliğe yükseltilmiştir.’’
İşte bizim kadınlarımız. Böyle kadınlarımız var. Fakat asıl insanı daha çok etkileyen iki kadın var ki onları ayırdım. Bir tanesi Domaniçli Habibe Kadın. Domaniçli Habibe Kadın, inanılmaz bir şey yapıyor. Bir oğlu var, oğlu şeytanın iğvasına kapılıp düşman askerine kılavuzluk etmiş. Annesi bunu duyuyor, oğlunun düşmana yol gösterdiğini duyuyor ve bunu üzerine sessiz sedasız Domaniçten İnegöle inip oğlunu buluyor ve tek kurşunla oğlunu vuruyor. Onu yere serdikten sonra arkasına bakmaksızın dağlara dönüyor. Domaniçli Habibe Kadın, unutulur gibi mi? Ya şu? Bunun adı da belli değil. Bu daha da müthiş bir şey. (Aslında kağnı kolları yapılmıştı o zaman ve kağnı kollarını kadınlar yönetiyorlardı. Yani bir kağnının başında bir kadın cephane yüklenen kağnıyı alıyor, İnebolu’dan Çankırı üzerinden Ankara’ya taşıyordu. O yollarda, kışta kıyamette ve kavurucu sıçağın altında çalışıyorlardı.) İşte bunlardan bir tanesi bir durumla karşı karşıya kalmış ve bakın ne olmuş.
‘’1921 kışı. Kastamonu şehrinin kapısı sayılan kışla önünde bir sabah askerler cephane yüklü kağnının üzerine kapanmış genç bir kadın bulurlar. Yorganı ile korunmak için üstünü örttüğü mermilere eğilmiş elinde övendiresi, kollarını açmış olarak bulunur. Biraz yoklayınca donarak öldüğü tespit edilir. Onu birlikte bulan iki askerden Rıfat Çavuş öküzleri koşmaya çalışırken, Cemil Çavuş şehidin üstünde birikmiş karları süpürmüş. Bu esnada yorganın altından bir bebek ağlaması işitmiş. Bakılınca, samana sarılı top mermileri arasında şehit genç kadının mucize kabilinden sağ kurtulmuş bebeğinin olduğu görülmüştür.’’
Anadolu kadınları. Bu şöyle bir telkin yapmıyor mu? Biz acaba modern bir hayatın dağdağası içerisinde koştururken bazı temel kavramları unutmaya başlamadık mı? Çünkü genel olarak bakıldığı zaman o şehit kadınları, bu gazi kadınların aslında çok önemli eski bir kavramın şahitleri ve kanıtlayıcıları olduklarını görüyoruz. O kavramı bilirsiniz: Fedai nefs. Yani nefsini feda edebilmek. Halbuki şimdi ki nesillerin yetiştirilirlenken kendini feda edebilmeyi değil, başkalarını kendisi için feda etmeyi öğrendiğini görüyor gibiyiz. Bu hazin bir şey. Halbuki o zaman, bu olaylardan sonra Mustafa Kemal Paşa kadın meselesinin üzerine eğilmişti. Sivas Cemiyeti kurulmuştu. Bu cemiyet başka bir düzeyde memleket için çalışmaktaydı. Onlar ne yapıyorlardı? Civar vilayetlerde örgütleniyor ve kadınların hem kağnı kollarında çalışmalarını sağlıyorlar hem de cepheye gitmiş kadınların kaderleri ile ilgileniyorlardı. Gazi o meselede kadınlarla ilgilenmiştir. Ve 1923 yılında yaptığı bir konuşma vardır. Bu konuşma çok etkileyici bir konuşmadır. İşte Gazi nin yaptığı bu konuşmadan kısa bir bölüm.
‘’Efendiler, dünyanın hiçbir yerinde, biçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını zikretmeye imkan yoktur. Ve bu dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim diyemez. Belki erkeklerimiz memleketi istila eden düşmana karşı süngüleriyle düşmanın süngülerine göğüs germekle süşman karşısında bulundurlar. Fakat erkeklerin teşkil ettiği ordunun zayıf kaynaklarını kadınlar işletmiştir. Memleketimizin var olması imkanını sağlayan kadınlarımız olmuştur ve olmaktadır. Kimse inkar edemez ki bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin hayat kabiliyetini ayakta tutan hep kadınlarımızdır. Onun için hepimiz büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis ederim.’’
Vakit Gazetesi / 30 Mart 1923
Tabi bunun arkasında ister istemez başka bir şey hatırlanıyor. Bizim kadınlarımız Nazım Hikmet’in bir şiirinde de yer almıştır. Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı’nın bir bölümü doğrudan doğruya kağnı kollarına ve kağnı kollarındaki kadınlara ayrılmıştır. Onların hikayelerini nakleder. O arada kadınlarımız için yazdığı mısralarda vardır. O mısralarda kadınlarımızı bakın nasıl anlatıyor:
Bizim kadınlarımız:
Korkunç ve mübarek elleri
İnce küçük çeneleri,kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yarimiz
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
Ve soframızdaki yeri
Öküzümüzden sonra gelen
Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
Ve karasabana koşulan
Ve ağıllarda
Işıltısında kara saplı bıçakların
Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
Kadınlar
Bizim kadınlarımız.
Ve kadınlar,
Genel olarak söylenecek ne var? Bundan sonra genel olarak söylenecek şu var. Eskiden gerek erkeklerimizde, gerek kadınlarımızda adeta insiyaki olarak bir yurt bilinci, bir vatan bilinci vardı. Şimdi birey öne geçiyor, yurt, millet, vatan sanki ikinci plana itiliyor. Halbuki, birey hiçbir şeyi kurtaramaz, hiçbir şeyi tek başına başaramaz. Eğer el birliği yapılmazsa hiçbir yere varılamaz. Bu insanlar, yani 1920’li yıllarda bu toprakları yeniden bize kazandıranlar. Onların içerisindeki kadınlar işte bunun bilincindeyiler. Onun için söyleyebileceğimiz tek kelime var: Kızlarımız onları örnek almalı. Nur içinde yatsınlar.
YORUMLAR
Eğer yine bir vatan savunması olursa, bu durumu gören kadınlarımız yine ninelerini örnek alırlar.
O göbeğini açan kızlarımızda bile bu bilincin canlanacağını biliyorum.Kadınlarımızdan umut kesmemeliyiz.
Nasıl ki onlar gezide de ön saflardaydılar.
Tebrikler çetin bey,
yazı Anadolu kadınının her koşulda hayatı pahasına nasıl erkeğiyle birlikte savaştığını çok güzel belirtiyor,
duygulandırıyordu.
selâmlarımla..