- 689 Okunma
- 6 Yorum
- 5 Beğeni
Yoksullukla Savaşım
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(Hikâye)
Günlerdir, ılık bir mutfağın sünger kanepesinde oturmakta, pencereyi örten tülün ardından ara sıra yoldan geçenleri izlemekteyim. Çoğu zaman hiçbir şey düşünmeden, öylesine dalgın dalgın bakıyorum. Dışarıda güneş kendini göstermiş olsa da, bu durumun aldatıcı olduğunu anlamam zor olmamıştı. Pencereyi açıp biraz hava almak istediğim anda, içeri dolan aşırı soğuğun etkisiyle iliklerime kadar titrediğimi hissettim. Tekrar yerime otururken, şu an binlerce insanın yokluk, yolculuk, savaş veya başka nedenlerle yeterince korunamadıkları için, aşırı soğukların etkisinde yaşadıkları zor anları aklıma geldi. Büyük, küçük yaşlı genç milyonlarca insanımız, Ülkemin pek çok bölgesinde şu veya bu nedenle soğukla mücadele etmekteydi. Özellikle yalnız yaşayan yaşlılar, gelir seviyesi çok düşük olan aileler ve sokaklarda yaşayan binlerce yoksul, şu anda Allah bilir ne acılar çekiyorlardı. Dünyanın pek çok bölgesinde ve komşu Ülkelerde de buna benzer durumlar yaşanıyordu. Bu zor durumdan en çok da çocuklar ve yaşlılar etkilenmekteydi. İnsanlığın geldiği bu noktada maalesef çok acılar yaşanıyor, medeni ülkeler değişmeyen sömürü zihniyetleriyle, gelişmemiş Ülkelerdeki bu durumlara karşılık duyarsız kalmakta veya sadece göstermelik demeçlerle günü kurtarmaktaydılar.
Küçük fakat sıcak bir odada, yalnızlığımdan şikâyet ettiğim için kendime kızdım. Yerime oturup gözlerimi tekrar pencereye çevirdiğim zaman, yıllar öncesinde yaşadığım anılara dalıp gitmiştim.
Henüz karlar tam olarak erimemiş, kuzeye bakan yamaçlar ve çukur alanlarla yüksek yerler, tamamen karlarla kaplıydı. Mart ayının sonu olsa da, yöremizin oldukça yüksek bir yerde bulunması ve Karadeniz dağlarının sert ikliminin etkisinde kalması nedeniyle, buralara bahar geç geliyordu. Kış aylarının hayli sert ve uzun olması, bazı ailelerde olduğu gibi bizim evde de bir takım sıkıntılara yol açmıştı. Elimizde, avucumuzda hemen hiç para kalmamış, unumuz ve diğer kış yiyeceklerimiz bitmek üzereydi. Eksiklerimizin bir kısmı, köyümüzde durumu iyi olanlardan borç karşılığında giderilmiş, şimdilik sıkıntı atlatılmıştı. Ama bu borçlar bir şekilde ödenecekti. Babam hasta ve yaşlı, dört çocuğum ise küçüktü. Bütün sorumluluğun benim üzerimde olduğunu biliyor ve bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyordum. Köyde, ot biçim zamanına kadar pek iş olmazdı. Olacak işleri de eşim ve babam yapabilirdi. Ben, bizim memlekete yakın, sahildeki sıcak şehirlere gidip çalışabilirdim. Yapacağım iş, bahçe işi, hamallık veya amelelikti. Çalışmak için gitmeye kara verince, durumu aileme ve babama açtım. Eşim boynu bükük, verdiğim karara itiraz etmemişti. O da biliyordu ki, geçinmek için bir şeyler yapılmalıydı, fakat kocasının kış sona ermeden yola çıkmasını da istemiyor, ancak sesini de çıkarmıyordu. Babam, gitmeye kararlı olduğumu anladığı zaman, sırtımı sıvazlayarak hayırlar dilerken, Allah yolunu açık eylesin diye dua ediyordu.
Küçük bir hazırlığın ardından, yolculuk için kararlaştırılan gün geldiğinde, sabahın er vakti yola çıkmalıydım, aksi halde gün kararmadan dağları aşıp Rize’nin yüksek köylerine ulaşamazdım. Köyden bir arkadaş, yolun yarısına kadar bana eşlik edecek, kalan kısmını tek başıma gidecektim. Yolculuk günü sabahı, evde herkese veda ettikten sonra, arkadaşımla beraber mart ayının sert ayazında yola çıktık. Yanımıza biraz yiyecek almış, benim giysilerim de tahta bir bavula konularak bir eşeğe yüklenmişti. Evden ayrılmanın verdiği hüzün ve gideceğim yolun tehlikeli olmasının heyecanını derinden hissederek, biraz korku, biraz endişe ile yola çıkmıştım. Sabahın er vakti olduğu için dağlarda havanın nasıl olduğu anlaşılmıyor, ama köyümüzdeki aşırı ayazdan havanın açık olduğu görülüyordu. Yolumuzun başladığı ilk kısımlar yokuş yukarı olduğundan bizi yorsa da, bunu düşünecek ne zaman, ne de duracak vaktimiz vardı. Koşar gibi yol alıyorduk. Arkadaşım benden rahattı, çünkü o geriye dönecek, ben yalnız başıma dağı aşacaktım.
Şuradan buradan konuşarak, bir ara durup bir şeyler yedikten ve biraz nefeslendikten sonra aynı hızla yola devam ediyorduk. Gün aydınlanmış, hava açıktı. Doruklarda bulut görülüyordu, ancak benim gideceğim yüksekliklerde berrak bir gökyüzü, içime bir ferahlık veriyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamış, ayrılık yerine gelmiştik. Arkadaşıma sarılıp veda ettikten sonra, tahta bavulumu elime almış, korku ve heyecan içinde arkama bile bakmadan, karlı tepelerin arasından koşar gibi gidiyordum. Yerdeki kar, soğukların etkisi ile sertleşmiş olduğundan, fazla zorlanmadan ve batmadan yürüyebiliyordum. Hava açık olsa da, bu yüksek dağlarda hava her an değişebilir, bir tipi ile karşılaşabilirdim. Bu dağlardan birkaç defa geçmiş olsam da, sis anında veya yoğun kar yağışında kaybolmam işten bile değildi. Aklıma bazen çocuklar, bazen eşim, bazen büyüklerim geliyor, bir an önce gideceğim yere varmanın telaşı içinde, yolumun da düz olması nedeniyle adeta uçar gibi yol alıyordum. Arkadaşımdan ayrılalı iki üç saat olmuştu ki, düz bir bölgeden geçerken birden korku ve endişeyle olduğum yerde kaldım. Önümde taze ayı izleri vardı ve yönü gideceğim yöne doğru gidiyordu. Ama ortalıkta her hangi bir canlı da yoktu. Ne yapmalıyım Allah’ım, diye derinden derine düşünmeye ve ağır ağır yol almaya devam ediyordum. Geri dönmem mümkün değildi, çünkü yolun çoğunu gelmiş, birkaç saat içinde dağın öbür yamacındaki köylere ulaşmış olacaktım. Ya izler!
Geride kalanları düşünüyor, korkudan titriyor, bir başıma bu dağlarda kalmanın zorluğunu bedenimin her yanında hissediyordum. Aklıma çok kötü şeyler de geliyordu. Bu mevsimde ayılar uykudan yeni kalktıkları için aç olurlar ve insanlara da saldırırlardı. Çocukluğum bu hikâyeleri dinlemekle geçmişti.
Ayının izleri arkasında ne kadar yürüdüğümü bilemeden, bir baktım ayı izleri yön değiştirdi. Aşağılara doğru bir yerlere gidiyordu. Allah’ım sana şükür, derken o kadar çok rahatlamıştım ki, içinde bulunduğum durum anlatılacak gibi değildi. Üzerime baskı kuran korku, bir anda hafiflememe neden olmuş, yolumun aşağıya dönmesinin de verdiği rahatlıkla bazen kayıyor, bazen yürüyor, bazen de koşuyor, yel gibi esiyordum. Hava bozulmamış, yolculuğum sırasında beni zor durumda bırakmamıştı. Karlarda yer yer erimiş olduğundan yolumun azaldığını anlıyor, bu durum daha da sakinleşmemi, rahatlamamı sağlıyordu. Ne kadar koştum, yürüdüm bilmiyorum, ikindi vakti sıralarında, gideceğim köyleri uzaktan görmeyi başarmıştım. Terden sırılsıklam olmuş, ağzımdan, burnumdan duman tütüyordu. Artık yavaş yürüyor, hatta türkü bile mırıldanıyor, sevinç içinde köye yaklaşıyordum.
Hayatımın en zor yolculuğu olarak hatırladığım bu yolculuk, yoksulluğun verdiği savaşlarımdan biriydi. Belki, böylesi tehlikeli ve zor yolculuğu bir daha yapmadım, ama yaşamda daha nice zorluklar var ki, yaşadıkça anladım.
Mehmet Macit
13.01.2014
Samsun