- 6003 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSLAMDA HELAL-HARAM- TİCARET ÜZERİNE BİR İNCELEME.....
1700’lü yılların sonuna kadar Londra Ticaret Odası’nda şöyle bir yazı asılıydı: “Türklerle alış veriş et!”…Aynı yıllarda Hollanda Ticaret Odası’nda yapılan herhangi bir oylama eşit çıkarsa, Osmanlılarla ticaret yapan tüccarın oyu iki sayılır ve onun oy verdiği taraf kazanırdı..
Yani bizimle salt ticari münasebeti bulunanların bile Avrupa’da böyle bir ağırlıkları olurdu.Bu ağırlık bizim yürek cevherimizden oluşurdu.
Avrupalı gezginler tespit etmiş, meselâ “Türkiye Seyahatnâmesi”yle meşhur Fransız gezgin Du Loir, 1650’lerdeki ahlâki yapımızı tüm insanlığa, aşağıdaki çarpıcı cümle ile örnek göstermiştir:
“Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.”
Herhalde bu ahlâki yapı kendiliğinden oluşmadı. Nasıl oluştuğunun ipuçlarını sonraki cümlede veriyor:
“Osmanlılar, ihtiyarlara ve çocuklara büyük ilgi, sevgi ve şefkat gösterirler.”İşin püf noktalarından biri galiba bu:Osmanlı aile içi ilişkileri sağlam tutmuş, ailenin yaşlılarına “öf” dedirtmemeyi esas almıştı. Çocuklar bu örneklere göre yetişirdi.
Kendisi iflah olmaz bir İslam düşmanıolan İngiliz Sefiri Sir James Porter,XVII. Yüzyıl Osmanlı ailesindeki sevgi ve dayanışma ruhundan gıpta ile bahseder:
“Baba sevgisi çok kuvvetlidir. Çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte, evlâtlık göreviyle ilgili olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür...
Osmanlılarda çocukların analarıyla babalarına karşı besledikleri sevgi ve hürmet, özellikle takdire değer. İstanbul’da tabiatın yüzünü kızartacak derecede çığırından çıkmış evlâtlar az görülür...”
Fransız yazar A. Brayer diyor ki:“Çocuklar arasında küfürleşme ve yumruklaşma görülmez. Bunlar İslâm terbiyesiyle ıslah edildikleri için, kendi aralarında sakin sakin oynayıp eğlenirler.”
İşin özü ve özeti Brayer’in “İslâm tarbiyesi” vurgusu yaptığı yerdir: Uzaklaştığımız nokta da işte o temeldir. Bu sistemi tabiatıyla önce anne baba hazmetmeli, anlatarak değil, yaşayıp paylaşarak çocuklarına aktarmalıdır.
İngiliz yazar Thornton: “Sâde bir din olan İslâmiyeti, çocuklar, analarıyla babalarından öğrenirler” diyerek tam bu noktaya vurgu yapıyor.
Ve aşağı-yukarı her şeyi açıklayan flaş bir cümle:“Türklerin ahlâki, çocuklukta, iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir...”
Bence işin nirengi noktası budur. Günümüzde kötü örnek çok, iyi örnek ise “yok” denecek kadar az. Çocuklarımız “kötü örnek”lerle iç içe büyüyor.
Sonuçta “kötü” ve “kötülük” normalleşiyor, sıradanlaşıyor, tabiatıyla da kanıksanıyor. Bu durumda kendimiz (anne ve baba) “iyi örnek” olmak zorundayız...
Yani “adam gibi çocuk” yetiştirmek için, önce anne-babaların “adam gibi adam” olmaları lâzım!
O kadar bozulduk ve cahilleştik ki, ne bizi bize anlatan örnekleri biliyoruz, ne kendi kıymetimizin farkındayız.İkiyüz yıldan beri pompalanan “Biz adam olmayız” tekerlemesi ruhumuza işlemiş durumda..
Geçmişimizi analiz edip güncellemek gibi bir derdimiz yok.Kendimizi ve Batı’yı bugünle sınırlı tuttuğumuz müddetçe toparlanamayız!
İslam Dinine göre bir çok kazanç yolları vardır.Fakat bunlar içinde en karlı olanı ticaret yapmaktır.Peygamber Efendimiz ümmetine ticareti birçok hadisi şerifleriyle tavsiyede bulunmuştur.
’Ticareti benimseyin,muhakkak rızkın onda dokuzu ticarettedir’ hadisi şerifi bunlardan birisidir.
Ticaret hayatına atılacak müslümanların İslam şeriatına göre alış veriş etmesini bilmeleri farzı ayındır.
Yoksa kazançlarına haram karıştırmış olurlar.
Haram ateş gibidir.Ateş nasıl herşeyi yakar mahvederse haramda müslümanın amelinin sevabını yakar mahveder.
Haramla beslenen insanların bütün uzuvları birer fesat makinesi gibi şerre çalışır.
Peygamber Efendimiz.sav.’İnsanların yedikleri taam amellerinin tohumudur buyurmuşlardır’.
Büyük Halife Hz.Ömer Ra.Efendimiz Ra.’’Din bilgisi olmayan,fıkıh ilmini bilmeyen sakın bizim pazarımızda alışveriş yapmasın.Sonra yanlışlıklar eder,harama düşer,hesaba çekilip azar işitir’ buyurmuşlardır.
Ticarette dört ana kural vardır,bunlara riayet eden kolay kolay harama bilerek düşmez.
Bunları bir bir inceleyelim:
1.YALAN SÖYLEMEMEK VE YALAN YERE YEMİN ETMEMEK:
Yalan büyük günahlardandır.müslüman yalan söylemekten son derece kaçınmalıdır.
Yalan yere şahidlik dinimizde en büyük günahlardan kabul edilmiştir.
Yalanın ticarette ve toplumsal ilişkilerde açtığı yaralar kapanmayacak izler bırakır.Yalan insanların birbirine güvenini azaltır.
1. MİSAL:Safvân İbnu Süleym radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah’ın Resûlü! dedik, mü’min korkak olur mu?"
"Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine:"Evet!" buyurdular. Biz yine:
"Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır!" buyurdular."
Muvatta, Kelâm 19, (2, 990).
2.MİSAL. - Esmâ Bintu Yezîd radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir? Halbuki, üç yer hariç yalanın her çeşidi âdemoğluna haramdır: Bu üç yere gelince:1. Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı,
2. Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden ibarettir.3. İki müslümanın arasında sulhü sağlamak kasdıyla söylenen yalan."
Tirmizi, Birr 26, (1940).
3.MİSAL:Resulullah Efendimiz birgün alışveriş için pazara giderler.Yanlarına birkaç eshabı kiramıda alırlar.Cebrail as.Resulullaha rehberlik yapmaktadır.Pazarda buğday satan birisini görür.
Buğdayın içine ellerini daldıran Allahın Resulü içerisinin ıslanmış olduğunu görürler.Satıcı bundan utanır.Resulullah -Bizi aldatan bizden değildir diye ikazda buyurmuşlardır.
Bu çok dehşetli bir ikazdır.-Keşke kuru olanını ayrı,yaş olanını ayrı olarak satsaydın buyurmuşlardır.
4.MİSAL: - İbn-i Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm: "Kim müslüman bir kimsenin malı hakkında yalan yere yemin ederse, (Kıyamet günü) Allah’la karşılaştığında O’nu kendisine karşı gadablanmış bulur!" buyurdular. Sonra Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bu sözlerini tasdik eden ayetleri Allah Teâla’nın kitabından okudular:
"(Ahir zaman peygamberine iman hususunda) Allah’a verdikleri ahdi ve ettikleri yemini, az bir dünya malı karşılığında değiştirenlere gelince, onların ahirette hiçbir nasîbi yoktur. Kıyamet gününde Allah onlara ne bir hitapta bulunur, ne rahmetiyle nazar eder ve ne de onları temize çıkarır. Onların hakkı pek acı bir azabtır" (Âl-i İmrân 77).
Buhâri, Eymân 17; Müslim, İman 234, (138); Ebu Dâvud, Eyman 2, (3243); Tirmizî, Tefsîr, Âl-i İmrân, (2999).
5.MİSAL:Abdurrahman b. Ebû Bekre’nin naklettiğine göre, babası (Ebû Bekre) (ra) şöyle anlatmaktadır:
“Resûlullah (sav) üç kere, ’Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?’ buyurdu.’Evet söyle yâ Resûlallah!’ dedik.
Bunun üzerine Resûlullah, ’Allah’a ortak koşmak ve anne-babaya saygısızlık/kötülük etmektir.’ buyurdu.
Sonra arkasına yaslanmış hâldeyken doğruldu ve şöyle dedi: ’Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır.’
Bu cümleyi o kadar çok tekrarladı ki ’Susmayacak.’ dedim.”
(Buhârî, Edeb, 6)
Çok yemin etmek karı artırır belki ama bereketini kaldırır.Ekşi yiyen dedenin torununun dişi kamaşır derler eskiler.
Kanserden ölenin imanı varsa şehit olur.Haram lokma kanserden daha tehlikelidir.
Haram yiyen dedenin yedi göbek torunundan çıkar bu haram lokma, dini hikaye kitapları bunun misalleriyle doludur..
***
2.ALIŞVERİŞTE KANAATKAR OLMAK:
İslamda belli bir kar marjı tesbit edilmemiştir.Alıcı ve satıcının insafına,vicdanına bırakılmıştır.
Eskiden malların üstüne alış ve satış fiyatı yazılır,belirli ürünlere Belediye tarafından narh konulurdu.
Enflasyon fiyatları artırmıştır.
Malın çoğalması ile rekabet ortamıda artmıştır.
Alıcı aldanmayacak,satıcıda aldatmayacaktır.Aksi durumda faize girerler ve kul hakkına tecavüzde bulunmuş olurlar.Satıcının haddinden fazla fiyat istemesine İslamda ’gabni fahiş’ denilir.
Yüksek fiyatla alıcıyı aldatma,ayıplı mal satmak,alıcıya malın kusurlarını söylememek,yalan yere yemin etmek,malı pazara inmeden yolda karşılayıp ucuza almak.
Bunlar da haramdır,aldatmaktır.Alıcı isterse bu alışverişten cayar.İlmihal kitaplarımızda bu bahisler uzunca yer alır.
1.MİSAL:Hz.Ebu Bekir ra.halife olunca ona hazineden bir tahsisat vermek düşünüldü ve 2000 riyal veya dinar tahsisat önerildi.Hz.Ebu Bekir ra.bir süre sonra ben bu maaşı haketmiyorum,bunun hakkını verememekten çok korkuyorum dediler.Kendi isteğiyle bunu yarıya düşürmüşlerdir.
İşverende,işçilerde kanaatkar olacak,yaptığı işin hakkını vermeye çalışacaktır.Memur mesai saatim dolsun diye beklemeyecek,saatine dikkat edecek,işini Devlet işi de olsa hakkıyla yapmaya çalışacaktır.Namaz vaktinde kısa süre içerisinde bu ibadetini yapacak fazla oyalanmayacaktır.
İşveren işçinin özlük haklarına riayet edecek,mesai saatleri dışında kendi işinde kullanmaktan imtina edecektir.Kar çok kalsın diye zam yapmamak,ücretini geç vermek,işçiler arasında ayrım yapmak dinimizin hoş görmediği fiillerdir.Hayvanın bile hakkını düşünen yüce İslam dini işçi-işveren meselesini çok güzel bir şekilde kurallar koyarak belirlemiştir.
2.MİSAL:Resulüllah Efendimize birisi gelerek -Ya Resulallah ben geçinemiyorum dedi.Aldığım ücret yetmiyor evimde huzurum yok dedi.-Kaç dirhem alıyorsun buyurdu Resulullah Efendimiz.-Beş dirhem dedi.-Bundan sonra üç dirhem alacaksın buyurdular.Aradan bir müddet geçtikten sonra karşılaşırlar.Nasıl düzeldimi evin,ailen buyurur.-Evet işlerim biraz düzeldi,evimde huzurum çoğaldı dedi.
-Bundan böyle 2.5 dirhem alacaksın buyururlar.O eshabın evinde berekette ,huzurda çoğalır,ziyadeleşir.O Eshab Resulullaha bunun sebebini sorar.-Senin çalışman 2.5 dirheme denk geliyordu,fazla aldığın ücret senin evinde bereketsizliğe,huzursuzluğa sebep oluyordu.Şimdi hakettiğini alıyorsun ondan buyurdular..Şimdi sendikalar var,böyle bir şey olabilir mi?Olması gerekiyor ama..
3.MİSAL:Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir."
Buhari; Rikâk 30; Müslim, Zühd 8, (2963); Tirmizi, Kıyamet 59, (2515).
Rezin bir rivayette şu ziyadede bulundu: "Avn İbnu Abdillah İbnu Utbe rahimehullah dedi ki: "Ben zenginlerle düşüp kalkıyordum. O zaman benden daha heveslisi yoktu.
Bir binek görsem benimkinden daha iyi görürdüm; bir elbiseye baksam, benimkinden daha iyi olduğuna hükmederdim.
Ne zaman ki bu hadisi işittim, fakirlerle düşüp kalktım ve rahata erdim."
4.MİSAL:Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.”
Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 40; İbni Mâce, Zühd 9
5.MİSAL:Abdullah İbni Amr radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.”
Müslim, Zekât 125. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 35
6.MISAL:🌹Asr-ı saadette bir delikanlı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek kazancı ile geçinemediği hususunda hâlinden şikâyette bulundu. Geçim sıkıntısı çektiğini ve birçok kişiye borçlandığını, borçlarını zamanında ödeyemediği için çok üzgün olduğunu söyledi. Peygamber Efendimiz bu mes’ûliyet hisleri ile dolu delikanlıya oturmasını söyledi. Delikanlı oturdu ve Efendimiz’in neler söyleyeceğini dinlemek için beklemeğe başladı. Efendimiz delikanlıya şöyle bir nazar ettikten sonra delikanlıya nerede çalıştığını ne iş yaptığını, yaptığı iş karşılığında ne kadar ücret aldığını sordu.
Delikanlı ise cevaben hurma pazarındaki bir dükkânda 30 dinar aylıkla çalıştığını, ailesinin kalabalık oluşu sebebiyle maaşının kendisine yetmediğini tekrar edip bu hususta ne yapması gerektiğini sormaya geldiğini söyledi.
Efendimiz ailesinde kaç kişi olduğunu, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin kimler olduğunu da sordu. Delikanlı:
“Yâ Rasûlâllah, bakıma muhtaç anam-babam ve dedem ile ninem benim yanımda. Ayrıca beş de çocuğum var. Bunca nüfusa maaşımla yetişmeye çalışıyorum.” dedi.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- biraz tefekkür ettikten sonra delikanlıya:
“Bundan sonra çalıştığın iş yerinde 25 dinara çalışacaksın!” dedi.
Delikanlı anlayamamıştı. Şaşkın bir şekilde:
“Yâ Rasûlâllah 30 dinara çalışıyorum yetmiyor, acaba yanlış mı anlattım?” dedi. Efendimiz,
“Olsun! Sen bundan sonra 25 dinara çalış!” diye tembih etti ve delikanlıyı iş yerine gönderdi.
Delikanlı mânâ veremediği bu durum karşısında çok şaşırmıştı. Bu iş nasıl olacaktı? Otuzun yetmediği yerde yirmi beş nasıl yetecekti? Fakat îmanında samimî idi. Akıl-sır erdiremese de, nefsinin hoşuna gitmese de nebevî tavsiyeyi derhâl yerine getirecekti. İş yerine gidip durumu iş sahibine anlattı ve bundan böyle iş yerinde 25 dinar aylıkla çalışmaya devam edeceğini söyledi. İş sahibi şaşkınlık içinde kabul etti.
Delikanlı 25 dinar aylıkla çalışmaya bir süre devam etti. Ama aldığı maaş yetmiyordu. Gerçi buna da şaşırmıyordu çünkü bundan daha fazlası yetmiyordu ki bu nasıl yetecekti. Delikanlı ikinci kez Allah Rasûlü’ne müracaat ederek durumunu arz etti:
“Yâ Rasûlâllah buyurduğunuz gibi aynı yerde işime devam ediyorum. Tavsiye ettiğiniz kadar da maaş alıyorum fakat aldığım ücret beş dinar daha azaldığı için hâliyle yetmedi. Çok sıkıntıdayım.” dedi.
Allah Rasûlü:
“Delikanlı, mademki aylığın 30 dinardan, 25’e indiği hâlde yine yetmiyor o hâlde bundan sonra 20 dinar aylığa çalış!” buyurdular.
Delikanlı hepten şaşırdı. Hazret-i Peygamber ne yapmak, neyi anlatmak istiyordu bir türlü çözemedi. Fakat teslimiyeti elden bırakmadı, mademki Allah Rasûlü’ne müracaat etmişti, O’nun tavsiyesini emir bilmeliydi. Âlemlere rahmet olan Nebiyy-i Zîşan kendisi için de rahmete vesile olacaktı elbet. İşinin başına dönerek çalışmaya başladı. Maaş zamanı 25 dinar olarak verilen maaşının beş dinarını iade etti.
İş sahibi ve iş arkadaşları onun bu yaptıklarına hayret ediyorlardı.
Delikanlı işine 20 dinar ücretle epey bir zaman devam etti. Bir süre sonra yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna gelerek:
“Yâ Rasûlâllah, bu sefer şikâyet etmeye değil teşekkür etmeye geldim. Çünkü ben tavsiye ettiğiniz gibi 20 dinara çalışmaya başladıktan sonra yavaş yavaş bütün sıkıntılarım bitti. Bütün borçlarımı ödeyip kul hakkından kurtuldum. Yuvamda bir huzur ortamı oluştu. Eşimle, çocuklarımla herhangi bir problemim kalmadı. Gafletle eda ettiğim namazlarımı zevkle kılmaya başladım. İbadetlerim külfet olmaktan çıkıp zevk hâline dönüştü. Annem-babam, dedem-ninem benim için birer velinimet oldular. «Onlar benim âhiret teminatım» diye düşünüyor ve severek hizmetlerini yapıyorum. Çok şükür her şeyim düzeldi. Allah için infak edebiliyorum. Malımın zekâtını ve öşrünü seve seve verebiliyorum. Allah Teâlâ bana çok büyük lütuflarda bulunuyor. Bundan dolayı size teşekkür edip elinizi öpmeye ve hem de bu işlerin hikmetini öğrenmeye geldim.
30 dinara çalıştığım zaman yetmeyen maaşım nasıl oldu da 20 dinara indirdiğiniz hâlde yetiyor ve artıyor bu işin hikmeti nedir yâ Rasûlâllah?”
Bunun üzerine Efendimiz şöyle cevap verdiler:
“Ey delikanlı, çalıştığın iş yerinden 30 dinar alıyordun fakat 30 dinarlık iş yapmıyordun. Bu sebepten aldığın para helâl olmadığı için Allah Teâlâ parandan bereketi kaldırmıştı. Haram parada bereket olmaz. Şimdi aldığın para emeğinin tam karşılığıdır. Yaptığın işle aldığın para denkleşti. Aldığın para sana helâl oldu. Bu bakımdan Allah Teâlâ parana bereket ihsan eyledi. Bereket Allâh’ın gizli ihsanıdır. Bu iş akılla çözülmez.”
Cenâb-ı Hak tüm işverenleri ve işçilerimizi karşılıklı hak ve hukuka riayet edebilenlerden eylesin. Helâl kazanç ile güzel bir hayat sürmeyi hepimize nasip eylesin.
Helâl az da olsa çok hükmündedir.
Haram çok da olsa yok hükmündedir.
***
3.MALIN İMALATINDA HİLE YAPMAMAK,DÜRÜST OLMAK:
Her türlü malın üretiminde dürüst davranılmalı,hileye başvurmamalıdır.
Diğer esnaf yapıyor diye seninde onu yapacağın fetvası çıkarılamaz.
Aracın km.sini düşürmekten tutunda,malı eksik,noksan tartmak,paketleme hilesi yapmak,makineyi kusurlu metalden üretmek,giyim eşyalarında kanserojen maddeler kullanmak,yapmadığı tamirin parasını almak,makineden parça aşırmak,gıda maddesinde olmayan ürünü var gibi göstermek,elmanın çürüğünü bilerek pazarda vermek,hayvan üretiminde hormon kullanmak,küspe yedirmek,sebzede aşırı hormon kullanmak,sigortadan haksız kazanç elde etmek,sahte ürünler imal etmek vb.Misalleri çoğaltabilirsiniz.
Malın hakkını vermek lazımdır.
Mecburen böyle şeylere tevessül etmek zorundayız,yoksa piyasada tutunamayız mazereti geçerli değildir.
Yapma o zaman kardeşim o işi,başkası güzel yapsın...
1.MİSAL:Kitaplarda yazar.Adamın biri hayvan besiciliği yapar.Çoban,yoğurt,süt sağar götürür pazarda bunları satar ağasına verir.Ağa çobana süte süt katmasını sıkıca tenbih eder her gün..
Bu böyle devam eder gider.Bir gün yağmur çok yağar,ortalığı seller götürür,şimşekler çakar,hayvanların üzerine yıldırım isabet eder,hepsi telef .olurlar.
Ağası sorar.-Nerde benim hayvanlar.-Ağam yağmur yağdı,sel oldu,şimşekler çaktı.Senin hayvanlar su kattığımız süt gibi suya karıştı gitti der.Ağası hatasını anlar ama nafile...Bunda hakikat payı vardır...
2.MİSAL:İmamı Gazali Rahimehullah İhyaü ulumiddin adlı eserinde güzel bir misal anlatır.Bağdat tacirlerinden Yunus Bin Abid adlı biri vardır.Manifatura üzerine çalışır.Birgün yeğenini dükkana koyup namaza gider.
Tacir namazda iken çocuk ,gelen bir müşteriye değerinden fazla bir fiyata bir kumaşı satar.Camiden dönerken Yunus Bin Abid malı görür tanır.Kaça aldığını sorar.Fazla fiyata aldığını öğrenince adamın parasının üzerini verir ve yeğenini de azarlar.
3.MİSAL:Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müşteri kızıştırmayın!" (Buhârî, Büyû 58, 64, 70, Şurût 8; Müslim, Nikâh 52, Büyû 11, Birr 30, 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 44; Tirmizî, Büyû 65; Nesâî, Nikâh 70, Büyû 17, 19, 21; İbni Mâce, Ticârât 14)
İbni Ömer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem müşteri kızıştırmayı nehyetmiştir. (Buhârî, Büyû 60, Şurût 11, Hiyel 6; Müslim, Büyû 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 44; Tirmizî, Büyû 65; Nesâî, Büyû 16, 17, 21; İbni Mâce, Ticârât 14)
Hile yaparak müslümanı aldatmanın çarşı pazarda çokça görülen bir türünü de bu iki hadîs-i şerîf tescil ve teşhir etmektedir. Birinci hadiste Hz. Peygamber, alıcı olmadığı halde sırf müşteri kızıştırmak için müşteri gibi davranıp yüksek fiyat vermek suretiyle malın fazla fiyatla satılmasına ve böylece gerçek alıcıların zarara uğramasına vesile olmayı, "müşteri kızıştırmayın" buyurarak yasaklamaktadır.
Bu hadisin muhatapları aslında iki sahteciliği birden yapmaktadırlar. Önce alıcı olmadıkları halde alıcı gibi davranmaktadırlar. Sonra da almayacakları mala alacakmış gibi fiyat vermek suretiyle boştan yere malın değerini yükseltmektedirler. Tabiî neticede de gerçek alıcının aldatılmasına aracılık etmiş olmaktadırlar. İşte bu tutum çok çirkin bir aldatmacadır.
Hele bazı kişilerin bu sahteciliği bir meslek haline getirip kazanç yolu olarak benimsemeleri, alacakları komisyon karşılığında bu işi yapmaları çok daha ağır bir suçtur. O yüzden de konunun yasaklanmış olması, müslümanlar arası ticârî faaliyetlerin tabiî seyri içinde yürütülmesi ve kimsenin kasdî olarak aldatılmasına meydan verilmemesi bakımından son derece önemlidir.
Günümüzde medya reklamlarında, toplum tarafından tanınan kişilerin çıkıp "ben de aldım" diye almadıkları bir malın satışına yardımcı olmaya kalkmaları da bir çeşit müşteri kızıştırmaktır.
4.MİSAL:İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek alış-veriş yaparken kendisinin sürekli aldatıldığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- "Kimden alış-veriş yaparsan ona ’İslâm’da aldatma yoktur’ de!" buyurdu. (Buhârî, Büyû 48, İstikrâz 19, Husûmât 3, Hiyel 7; Müslim, Büyû 48. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû 66; Tirmizî, Büyû 28; Nesâî, Büyû 51)
5.MİSAL:“Kim Bir Adamın Karısını veya Kölesini Ayartıp Aldatırsa Bizden Değildir” Hadisi
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim, bir adamın karısını veya kölesini ayartıp aldatırsa bizden değildir." (Ebû Dâvûd, Edeb 126)
Peygamber Efendimizin "İslâm’da aldatma yoktur" sözü kesin bir yasaklamadır. Böyle bir kâidenin alış-veriş esnasında hatırlatılması, doğacak sorumluluğun tamamen bu kaideye uymayan kimseye ait olacağının dile getirilmesi demektir.
Kabul etmek gerekir ki herkesin, her alacağı mal veya eşya hakkında yeterli teknik bilgiye sahip olması mümkün değildir. Satıcının, alıcının bu durumundan yararlanmaya kalkması asla doğru olmaz. O kendi inançları doğrultusunda dürüst davranmaya, helal kazanmaya ve kimseyi aldatmamaya memurdur.
Ona bu görevini hatırlatmak, en azından aldatıldığı endişesini taşıyan müşterinin psikolojik olarak rahatlamasını sağlar. Satıcıya da bir telkin ve tebliğ yapılmış olur.
Bu tür hatırlatmaların, gözünü kazanma hırsı bürümüş, "kazan da nasıl kazanırsan kazan" anlayışıyla hareket edenlere tesiri olmasa da, Allah saygısı ve hak duygusunu henüz tamamen kaybetmemiş olanlara mutlaka etkisi olur.
Burada yer almayan başka rivâyetlerde olayın kahramanı olan Habbân’a, Hz. Peygamber’in, "Sen üç gün muhayyersin. Aldığın şeyi beğenirsen ne âla, değilse geri verirsin!" diye bir başka yol daha gösterdiği bildirilmektedir.
Hz. Osman zamanına kadar yaşayan bu zât, herhangi bir alış-verişte aldatılırsa, hemen bir sahâbî, ona Hz. Peygamber’in üç gün muhayyerlik tanıdığına şâhitlik yapar ve beğenmediği malın parasını geri almasını sağlardı.
Hz. Peygamber’in Habbân’ın şahsına tanıdığı bu muhayyerlik hakkı, aldatıldığından şikâyetçi olan her tüketici için geçerlidir. Bugün yeni yeni gündeme gelen tüketiciyi koruma teşebbüsleri de ticârî hayatta aldatılmayı önlemek için birtakım tedbirlere duyulan ihtiyacın geç kalmış itirafıdır.
Peygamber Efendimiz, herhangi bir kişinin karısını veya erkek olsun kadın olsun kölesini ayartıp aldatarak, eşinden ayrılmasını veya efendisinden uzaklaşmasını sağlamaya çalışanları da "Bizden değildir!" diye tehdid etmiş ve onları müslüman toplumun yaşayış ve gidişâtından dışlamıştır.
Yine günümüzde yaşanan bu tür aldatmalara dayalı âile fâciaları dikkate alınınca, Efendimiz’in bu kesin tehdid ve tavrının toplumun huzuru için ne kadar gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
Bir başkasının memurunu, işçisini, ustasını, elemanını ayartmak da hiç kuşkusuz bu yasak çerçevesindHile ve aldatma hangi sahada olursa olsun, bütün çeşitleri nehyedilmiştir. Harp gibi meşrû bir sebebe dayalı olan hile ve aldatmalar bu yasağın dışındadır.
Alış-verişte aldatıldığından şikayetçi olan kişiler, önce alış-veriş yaptıkları insanlara "İslâm’da aldatma yoktur" ihtarında bulunabilirler.Aldatmak ihânettir.Müslümanı aldatmak, iyi Müslüman olmayanların işidir.
***
4.SÖZÜNDE DURMAK VE YAPILAN SÖZLEŞMEYE RİAYET ETMEK:
Müslümanın sözü senettir.Senet,sözleşmeler mutlaka yazılmalıdır,bu konuda ayet kerime vardır.
Noterlik müessesesi bu sözleşmeleri resmileştiren kurumlardır.Ev,araba,şirket evrakları noterde kayıt altına alınmalıdır.
Veresiye satışta mutlaka yazılmalıdır.O gün geldiği zamanda ödeme yapılmalıdır.
Satıcı alıcıya mühlet verirse sevap kazanır.Kolaylık göstermek sevabtır.
Dinimizde bir parayı din kardeşine ödünç vermek övülmüştür.
Buna ’Karz-ı hasen’ denir.Parayı hibe edene bir sevap,karzı hasen yapana onsekiz katı sevap olduğu hadis kitaplarında geçmektedir.
1.MİSAL:Çölde giden atlı bir arabi yolda gördüğü yayan birisine acır.Adama gel seni gideceğin yere götüreyim der.Adam devenden inde tanışalım karnım aç,yiyecek birşeylerin varsa yiyelim der.
Yaya olan yolda bir fırsatını bulur ve deveye bindiği gibi kaçmaya başlar.Arabi ardından şöyle seslenir.-Devemi aldın gidiyorsun ama nolur bunu kimseye anlatma.Bu şayia duyulursa kimse kimseye merhamet etmez,iyilikte bulunmaz der.
AVM lerde bazıları reyonların önünde tatmak için servis edilen zeytin,salam,kuruyemiş vb.yiyecekleri haddinden fazla alıp yiyorlar,karnını doyurup çıkıyorlar..Bu adaba mugayirdir.Ordaki çalışan izin veremez,sahibi o değildir,mal sahibiyle helalleşmek icap eder,nerde bulacaksında helalleşeceksin.Bundan son derece kaçınmak lazımdır.
Peygamber Efendimiz sav.’Bir arpa miktarı haram yiyenin kırk gün Cenabı Hak duasını,amelini kabul etmez ’buyurmaktadır.Yenilen bir lokma ancak kırk günün sonunda insan vucudundan dışarı atılır.Kursta Hocamız ilk önce bize çocuk yaşımızda bunları İmamı azamın babası Sabit hz.lerinin başından geçen elma ve Şeyh Vefa hz.lerinin su kırbasını delen çocuk kıssalarıyla körpe zihinlerimize güzelce yerleştirmişlerdi.
Yediğimiz içtiğimiz rızıklar tayyib güzel olmalıdır.Helal belli,haram belli.Birde şüpheli olan,mekruh olanı var.Müslümanlar bundan da kaçınmalıdır.
Sigara gibi içene kesin zararlı şeyleri satanın kazancı helal ama şüpheli, tayyib değil,ama tv,cd cihazı tamir edenin kazancı helal,tayyip derdi bir hocaefendi sual ettiğimde.Buradaki incelik bilgisayar,tv iyiye de kötüyede kullanılabilir,günahı kullanana aittir ama sigaranın vb.nin zararlı olduğu aşikardır.Satanın kazancı da şüphelidir diye izah etmişlerdi.
2.MİSAL:Peygamberimizin Züheyr isminde bir sahabisi vardı.
Bu sahabi oldukça kananatkar ,fakir biriydi.Yüzünün de sevimsiz,elinin birinin de engelli olduğu söyleniyor.Beş,on tavuğu vardı onların yumurtalarını,hayvanın sütünü sağıp satarak geçimini sağlıyordu.
Pazarda alışverişini yaptıktan sonra Resulullahın mescidine gelir,namazını onun arkasında kılar,sohbetine katılır ve duyduğu güzel,birer inci mesabesindeki hadisi şerifleride unutmaz,bir kağıda yazar,gelip evdeki ehli ıyaline anlatırdı.
Onları da Resulullahın fem-i saadetlerinden çıkan hakikatlerden haberdar ederdi.
Evlerinde muazzam bir bereket olur,yüzlerine bakan Allahın verdiği nurun farkına varırdı.
Birgün yine pazara gider,getirdikleri yiyecekleri satamaz,satmak, ticaret yapmak için bekler dolayısıyla Resulullahın sohbetini dinlemek için mescide gidemez,çok üzülür.
O bu karmaşa durum içindeyken Resulullah Efendimiz sav.ikindi namazını beraber kıldıkları birkaç sahabisine gelin birlikte pazara gidelim der.
Hz.Züheyri bulurlar.Yerde mallarının yanında çömelmiş durmaktadır.Resulullah Efendimiz sav.onun arkasından gelerek iki eliyle gözlerini kapatır.
Züheyr bu şakayı bana kim yaptı diye sorar.Resulullah olduğunu anlar.Sen misin Ey Allahın Resulu diyerek birbirleriyle kucaklaşırlar.
Züheyr ra.nın engelli olan elini tutarak havaya kaldırır ve-Bu el Arşda ve Kürs de en sevilen eldir buyururlar.
3.MİSAL:Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Münâfığın alâmeti üçtür:Konuşunca yalan söyler.Söz verince sözünde durmaz.Kendisine bir şey emanet edilince hiyanet eder.”
Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20
Müslim’in bir rivayetinde şu ilâve vardır:“Oruç tutsa, namaz kılsa, müslüman olduğunu söylese de” (Müslim, Îmân 109-110)
4.MİSAL:Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dört huy kimde bulunursa, o adam tam münafık olur. Bir kimsede bu huylardan biri bulunursa, o huydan vazgeçinceye kadar onda münafığın özelliklerinden biri var demektir. O dört huya sahip olan kimse:
Kendisine bir şey emanet edilince hiyânet eder.Konuşunca yalan söyler.Bir antlaşma yapınca sözünde durmaz.
Düşmanlık yapınca da aşırı gider.”
Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, Îmân 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20
Münâfık, içinde gizlediği şeyin tam tersini açığa vuran kimse demektir. İslâm dininde bu kelime, müslümanlığı kabul etmediği halde müslüman olduğunu ileri süren ve kâfirliğini gizleyen kimseler hakkında kullanılmıştır.
Peygamber Efendimiz’in şu hadisi münafığın iki yüzlülüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır:“Münâfık, iki sürü arasında gidip gelen öğürsek koyun gibidir ki, kâh koşar bu sürüye gelir kâh koşar ötekine gider” (Müslim, Münâfıkîn 16).
Demek oluyor ki münâfık, hangi sürüden döl alacağına karar veremeyen koyun gibi bir bakarsın müslümanların arasına karışmış onlardan gözüküyor; bir de bakarsın müslümanlardan uzaklaşıp kâfirlerin arasına karışmış, bu defa da onlardan olduğunu iddia ediyor. Peygamber Efendimiz’in bu tasviri, münâfığın, hislerinin ve şehvetinin esiri bir zavallı olduğunu ortaya koyuyor.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in münâfığı anlatırken söylediği “oruç tutsa da, namaz kılsa da, müslüman olduğunu söylese de (o yine münâfıktır)” (Müslim, Îmân 110) hadisi, münâfığın, görünüşüne aldanmamak gerektiğini belirtmektedir.
Kendisinde bu kötü huylardan sadece biri bulunan kimse hemen münâfık sayılmaz. Bununla beraber onun, bir yönüyle münâfığa benzediği de inkâr edilemez. Şu halde kendisinde bu huylardan biri bulunan müslümanın yapması gereken şey, davranışlarına çeki düzen vermek ve o kötü huydan bir an önce kurtulmaya gayret etmektir.
Münâfığın konumuzla ilgisi, söz verdiği halde sözünde durmaması, bir şey va’d ettiği halde va’dini yerine getirmemesidir. Sözünde durmayan ve va’dinden cayan bir müslüman bu haliyle müslümandan çok münâfığa benzemeye başladığını düşünerek üzülmeli ve bu çıkmazdan kurtulmaya bakmalıdır.
Emanete hiyânet edenler de Cenâb-ı Hakk’ın şu buyruğunu hatırlamalıdır:
“Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve bu hususta Allah’tan korksun” [Bakara sûresi (2), 283].
Yalan söylemek, sözünde veya va’dinde durmamak, emanete hiyânet etmek, birine düşman olduğu zaman çirkin sözler söyleyerek veya ona haksızlık ederek haddi aşmak münâfığın en belirgin vasfıdır.
Bu huylara sahip olan kimse namazıyla, orucuyla müslümana benzese de o yine münâfıktır.
Müslüman bu huylardan şiddetle kaçınmalıdır. Bu davranışlardan birini istemeyerek yapmışsa, bir daha yapmamaya gayret etmelidir.Verdiğiniz Vaadi Yerine Getirin..
5.MİSAL:Câbir radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir:Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana:“Eğer Bahreyn’den zekât malı gelirse sana şöyle şöyle şöyle doldurup veririm” buyurdu.
Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefat edene kadar Bahreyn’den mal gelmedi.
Bahreyn’den mal geldiği zaman Ebû Bekir radıyallahu anh:- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in birine va’di veya borcu varsa bize baş vursun, diye ilân etti.
Bunun üzerine onun huzuruna vararak:- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana böyle böyle demişti, dedim.
Ebû Bekir elini ganimet malına daldırıp bir avuç aldı. Bunları sayınca 500 tane olduğunu gördüm. O zaman Ebû Bekir bana:- Bunun iki mislini daha al, dedi.
Buhârî, Kefâle 3, Hibe 18, Şehâdât 28, Farzu’l-humüs 15, Cizye 4, Megâzî 73; Müslim, Fezâil 60-61
Peygamber Efendimiz sıkıntı içinde olan ashâbına yardım ederdi. Elinde varsa verir, yoksa birinden borç alır, o da mümkün değilse ilk fırsatta yardım edeceğine dair va’dde bulunurdu.
Câbir İbni Abdullah’a da, Bahreyn valisi Alâ İbni Hadramî’nin yakında zekât veya cizye malı göndereceğini söyleyerek, bu mal gelince kendisine üç avuç dolusu para vereceğini va’detti.
Câbir İbni Abdullah’ın, Efendimiz’in pek sevdiği muhterem bir sahâbî olduğunu, dördüncü hadiste hayatından kısaca söz ederken de belirtmiştik. Babası Abdullah İbni Amr İbni Harâm Uhud Gazvesi’nde şehit düşünce, bir yandan onun borçlarını ödemek bir yandan da dokuz kız kardeşine bakmak zorunda kaldığını, bu yüzden çok sıkıntı çektiğini söylemiştik. Bu hadis onun sıkıntılarının daha sonraki yıllarda da devam ettiğini göstermektedir.
Bahreyn’den beklenen mal geldiğinde Allah’ın Resûlü çoktan Rabbine kavuşmuş, Hz. Ebû Bekir de onun halifesi seçilmişti. Verilen va’din mutlaka yerine getirilmesi icap ettiğini bizzat Allah’ın Resûlü’nden öğrenen ve onun, ashâbı adına üstlendiği borçları ve onlara verdiği va’dleri olduğunu çok iyi bilen Hz. Ebû Bekir, Bahreyn’den gelmesi beklenen mallar Medine’ye gelince hemen dellâl çağırttı.
Resûlullah’ın halifesi sıfatıyla onun borçlarını ödeyeceğini, va’dlerini yerine getireceğini ilân etti. İşte bu arada, Peygamber aleyhisselâm’ın Câbir İbni Abdullah’a da va’di olduğunu öğrendi.
Câbir’in sözüne güvenilir bir şahsiyet olduğunu bildiği için ondan iddiasını ispat etmek üzere bir başka şahit istemedi ve tıpkı Resûlullah’ın Câbir’e işaret ettiği gibi iki elini, altın mı yoksa gümüş mü olduğunu bilemediğimiz paraya daldırıp avuçladı; avucundaki parayı saydırdıktan ve orada beş yüz adet para bulunduğunu gördükten sonra, onun iki misli parayı daha vererek Resûlullah’ın va’dini yerine getirdi.
Verilen söz mutlaka tutulmalıdır. Söz veren şahıs, va’dini yerine getirmeden vefat ederse, onun vekili veya mirasçısı olan kimse, merhûmun vaadini ifa etmelidir.
Hz. Ebû Bekir Peygamber Efendimiz’i en iyi tanıyan ve onun yapılmasını istediği şeyleri elinden geldiği ölçüde yapan bir İslâm büyüğü idi.
Câbir İbni Abdullah sözüne güvenilir bir şahsiyet olduğu için Hz. Ebû Bekir onun sözünün doğruluğunu araştırmaya gerek görmedi.
Kalbimiz Allah ve Resulünün sevgisiyle dolu olursa kolay kolay ticaret yaparken harama düşmeyiz inşaallah..
İmam-ı Rabbani Hz.Leri,Kabede Hac yaparken gördüm diyor.Nice insan vardı eli yarda,kalbi kardaydı.Nice insanda gördüm eli karda kalbi yardaydı buyuruyorlar.
Az olsun,öz olsun,zor olsun ama helalinden ve tayyibattan olsun.
Son olarak şunuda ilave edeyim.
Muaz bin Cebel ra.nın rivayet ettiğine göre,şeytan avanelerini toplar ve talimat verirmiş.
Alış veriş yapanlara yalan söylemeyi,yalan yere yemin etmeyi,müşteriyi kandırmak için hile yapmayı ve ihanet etmeyi güzel gösterin diye..
Cenab-ı Hak müslüman tacir kardeşlerimizi şeytanın bu oyunlarına düşmekten korusun.
Bu tuzaklara ve oyunlara düşenler para yerine ateş topluyorlar demektir.
Rabbim herkese helalinden kazanmayı ve cennet ve cemalini görmeyi nasip etsin..Amin..
KAYNAKLAR:
1.İslamda ticari ahlak ve rızık meselesi-Osman Karaçöğür 3.baskısı,
2.Kütübü Sitte..
3.Riyazüs Salihin.
25.03.2014//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.