- 2204 Okunma
- 10 Yorum
- 6 Beğeni
Babamın Kasketi Ve Avucumdaki İnci Kolye
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
I
Bu aralar televizyonu açmak dahi istemiyorum. Sürekli ölüm haberleri, kazalar, cinayetler, öyle çoğaldı ki…
Kim ölse, babam yeniden ölüyor sanki. Hele çocuklar ölünce daha bir sızlıyor içim.
Geçen ay babamı ziyarete gittiğimde yanındaki küçücük mezarı gördüm. Başucundaki tahtada doğum ve ölüm tarihinin arasındaki mesafe öyle minicikti ki…
ve başı kıbleye dönmüş
bir tabut ekilir gibi toprağa
büyütmek için bir ölüm fidanını mahşere
orada rüzgarın saçları çaput ağacı sanki
bir dolu mavi papyon ve sayısızca kırmızı kurdele...
İki hafta önce gençlik dönemlerimin birlikte geçtiği bir arkadaşım aradı. Ağlıyordu: "Ali amcanı kaybettik o artık yok dedi" ve ardından ekledi, "Seni şimdi anlıyorum meğer ateş düştüğü yeri yakıyormuş."
O an yanında olmayı, ona sarılmayı çok istedim. Çünkü biliyordum o acıyı. Babamı kaybettiğim gün bir evden nasıl cenaze çıkarsa işte öyle bir gündü. Tabutu bahçeye çıkartıp masanın üzerine koyduklarında etraftaki binaların pencerelerinde bir sürü meraklı bakış vardı. Ben olsaydım bakmazdım, koşar giderdim hiç tanımasam bile… Sarılırdım evin çocuğuna, mendil verirdim ağlayan anneye. İnsanlar ölmeden önce insanlık ölmüş sanırım...
Yine yıllar önceydi... Aynı işyerinde çalıştığım, hem de komşu olduğumuz bir arkadaşım vardı Nurcan... Babasını kaybettiğinde koşup sarılmıştım çok severdim Şükrü amcayı ama ne kadar üzülsem onun kadar üzülemezdim… Ona sarıldığımda bana "Keşke senin baban ölseydi." demişti. Acıyla söylediğini düşündüm, önceleri içimden kızsam da bu düşünceyle bastırdım...
Oysa ben babamı kaybettikten sonra hangi baba ölse babam yeniden ölüyor.
Babamı toprağa verişimizin ertesi günüydü. Benim babama düşkünlüğümü, sevgimi buradan bilenlerin dışında yakınlarım daha iyi bilir.
Annemin çok bilmiş akrabaları resmen taarruza geçmişlerdi. Önce odasına dalıp, kıyafetleri, şahsi eşyaları, traş takımları, diş fırçası ellerine ne geçerse yere atıp, dağıtmak üzere soluksuzca çalışıyorlardı. Odaya nasıl girdiğimi bilmiyorum falanca bir akrabamızın elinde babama yıllar önce doğum gününde aldığım deri kasket vardı tam onu da atacaktı ki:
-Ne cüretle? Ne yapıyorsunuz siz? Bırak onu!
Hışımla babamın kasketini elinden çektim, göğsüme bastırdım bir yandan da ağlıyordum.
-Babam bulaşıcı bir hastalıktan mı öldü? (karaciğer kanseriydi) Hem size ne! Dokunmayın, bu nasıl saygısızlık? Burayı terk edin!
Bu davranışım ve sözlerimden ötürü hiç kızmadım kendime, hiç pişmanlık duymadım.
Zira onlar da bir gün anlayacaktı.
"Her nefis ölümü tadacaktır"
Daha sonraki günlerde annemle odasında oturup ona ait kıyafetleri öperek okşayarak dağıtmak üzere poşetledik. Kasketi ve çakmağını sakladım bazı geceler kasketine sarılarak uyuyorum hala.
Tıpkı anneannemin bana hediye ettiği inci kolyeyi avucuma hapsedip gizli gizli ağladığım gibi...
(Hatırlıyor musun Lucien, baban hastanedeyken benden ameliyatının iyi geçmesi için dua etmemi istemiştin. Babanı çok severdim çok üzülmüş ve dua etmiştim.
İki gün sonra arayıp iyi olduğunu söylediğinde "dile benden ne dilersen ne olduğu hiç önemli değil lütfen bir şey iste" dediğinde
-Peki, benim için babana sarıl onu koklayarak öp ve Allah’a onu sana bağışladığı için şükret" demiştim.)
Hem bilirsin, biz dua ile hediyeleşirdik.
II
Anneannem, adını taşıdığım ve bundan gurur duyduğum çok özel bir kadındı (mekanı cennet olsun). Çocukluğum Maçka’daki evinin bahçesinde çiçeklerin arasına döşenmiş parlak taşlarda zıplayarak, bahçe duvarındaki sarmaşıkların arasındaki kertenkelelere hortumla su sıkarak geçmişti.
Elleriyle karnabahar yedirirdi bana bu en sevdiğim yemekti. Bazen saatlerce sohbet ederdi benimle onu dinlemek dünyanın ayaklarımın altına serilmesi gibiydi. Çok severdi beni belki adını taşıdığım, belki onu çok sevdiğim içindi bilemiyorum.
On üç yaşımdaydım felç olduğunda. Öyle hareketli biriydi ki yatağa mahkum olması yetmiş olan yaşını doksana çıkarmıştı sanki. Sohbet sürelerimiz uzamıştı, yanına oturtur kitap okutturur ya da bana gençliğini anlatırdı.
Bir gün benden odasındaki tuvalet masasının üzerindeki küçük sandığı getirmemi istedi. Götürdüm sandığı açtırdı ve sağ eliyle içinden inci kolye çıkardı. Bir de siyah akik taşlı altın bir yüzük… Avucumu açtı ve onları bıraktı:
-Bana söz ver, evlendiğin gün bu inci kolyeyi saçındaki topuza dolatacaksın ama önce bunun için saçlarını uzatman gerek ve bu yüzük üzerindeki siyah taş parmağına değecek şekilde takacaksın. Sana uğur getirecek bu yüzük.
-Ya inci kolye? Onu saçıma takınca ne olacak?
-Saçına takınca ben seni göreceğim uzaktan ve mutlu olacağım bana ait bir şeyin sende yaşadığını bilerek ama bunun sana ne yaptığını daha sonraları göreceksin.
Öyle de oldu.
O gün o inci kolyeyi saçıma dolamıştım anneannemi kaybettikten yıllar sonra…
(Annem babaannemin vefatından dolayı gelinlik giyememiş evlendiğinde babamla. Sanırım o inci kolye beyaz bir tülü tamamlamak içindi. Şimdi anneme dünyanın en güzel gelinliğini almak isterdim ömrümden bir kaç sene feda edip dünyaya yeniden gelebilseydik.)
Ben o inci kolyenin sihrini çok sonraları gördüm ve yüzüğün… Her mutsuzluğumda, her yalnızlığımda, her hastane odasında avucumda tutarak, ağlayarak... Gözyaşlarım kolyenin taneleri arasında mutlaka kendilerine bir yer bulur ve gelecek güzel günler adına ışıl ışıl bakarlar yüzüme.
(Bu arada o inci kolye Osman şiirlerimde bahsi geçen kolyedir. Osman dedem o kolyeyi yurt dışından anneanneme nişanlıyken getirmiş. Dedemi anneannem gibi sevemedim, bu yüzden şiirlerde ver/yansın yaptım çok kez.. Onu hep aldattı öyle ki anneannem ölüm döşeğindeyken bile)
Anneannem bana yaren bırakmıştı. İnci bana hep gözyaşı anımsatır ve ardından anneannemin sıcacık "ben yanındayım" diyen avucunu.
de_soulmate
YORUMLAR
uzun zamandır okuduğum en güzel ve en özel yazılardandı...
çocukluğuma gittim, anneme gittim ve daha anlatamayacağım ve ifade edemeyeceğim nelere nelere taşıdı bu yazı beni bilemezsin ablacım...geçmişten geleceğe özenle ve naif duygularla dizilmiş inciden bir kolye gibiydi adeta...tüm kalbimle ve sevgimle selamladım kaleminin ve yüreğinin güzelliğini...
muhakkak ki, sadece günün değil, nice günlerin ve gönüllerin kelamıdır bu sayfada yazılanlar...daima sevgimle, saygımla canım ablam, kutlarım...
yazını okurken hem burkuldum, hem içim sızladı hem özledim bazen de gülümsedim.. ben de babamın vefatından sonra onun eşyalarını başka ellerde görmeye tahmmül edemiyordum, ki zaten ölümünden çok daha önce ayrıldığı için evden üç beş eşyası kalmıştı sadece. otuz üçlük kahverengi bir tespihi vardı, başkası aldı diye "kıskançlık" diye bir şiir yazmıştım, o geldi aklıma :) eşyalar bile yerinde güzel ve o içimde..
sen de çok çok çok güzelsin, ne güzelsin. sen ve senin gibi insanların varlığı, hiç abartmıyorum, benim için rahat bir nefes inan ki... bazıları kaç yaşına gelirse gelsin büyümez.. sen de babanın hep küçük kızı olacaksın.. :)
çok sevgimle.. kutladım.
Nurcanlar, Lucienler bugün yanımızdalar ama yarın...!
Yok.
Yarınlarımızı emanet edeceğimiz sadece çocuklar. Bizim dediğimiz çocuklarımız.
Ama biz ne yapıyoruz, hiçler uğruna onları da yok ediyoruz.
O zaman neden yarın yarın diye didinip duruyoruz?
Neden fabrikalar, köprüler, bacalar kuruyoruz?
Neden çalışıyoruz?
Neden okuyoruz?
Neden bütün bu uğraş?
Kime, kimlere?
Sevgiler.
''insanlar ölmeden önce insanlık ölmüş sanırım''
acılara ortak olmak nedense zor geliyor insanlara, seyirci kalmayı yeğliyorlar çoğu zaman...
oysa insan en çok da acılı günlerinde bir dost eline ihtiyaç duyuyor...
ve hatıralar gidenlerden kalan yegane izler...
bir saat, bir kolye, bir dikiş makinası, bir yazma belki bir işleme gidenin el emeği göz nurunu taşıyan...
ne kıymetliler ne vazgeçilmezlerdir...
onların yokluğunda bizi avutacak ve hala yanımızdalarmış gibi kuytularına sığındığımız o mukaddes hatıralar....
fondaki müzik eşliğinde okumak yazını hüznümü katladı be Türkom...
başka acı yaşatmasın rabbim sana...
sevgiyle duayla... (duayla hediyeleşmek ne güzelmiş)
soulmate
keşke herkes mutlu yaşasa ölüm olmasa...
Rabbim gecinden ve hayırlı ölümler versin sevdiklerimizi, sevenlerimizi korusun...
ben yaşlı nene olana dek yaşamak istiyorum:)
Seninle Bodrum sokaklarında bir kafede kahve içmek
bunu çok istiyor ve diliyorum
ve ben seni çok seviyorum
yarım saat önce
sizin sayfada bir şiir okudum
hatta yorum yazdım
sonra vazgeçtim
şiir epey eskiydi
rakı bardağı ve dualar vardı
ilginç gelmişti
ölüm;
nasıl anlatılabilir ki?
bazen kendime derim
bıktım artık yas tutmaktan gidenlerin ardından
keşke yas tutulan olsam
ölüm böyle bir şey sanırım
ummadığınız anda
kapımızı çalıyor
tekrar başınız sağ olsun
saygılarımla
soulmate
evet o şiiri biraz hatırlıyorum..Ki zaten o şiirin kahramanları
kız: beyaz şarapla ne yemek gider?
erkek; biri ölünce hangi dua okunur? (örneğin) kargaşasından ayrılmışlardı sanıyorum...Üstü örtülü bir şiir yani şaşırtmacalar, tezatlar çokça içinde..ilginç gelmesi bu yüzdendir..
Teşekkür ederim Allah razı olsun, dostlar sağolsun..
Ölüm gerçekten çok acı severek özleyerek dua ederek kalbimizde yaşatıyoruz...
saygımla