- 7899 Okunma
- 11 Yorum
- 2 Beğeni
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ (Ellerim Yıldız Tarlası)
(18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitlerini Anma Günü Oratoryosu)
Koro:
Bu bayrak bu göklerden inmez.
Söyledik, tekrar söyleriz,
Çanakkale geçilmez!
Anlatıcı:
Avrupalının hasta adam gözüyle baktığı ve bu hasta adamı yere devirmek için fırsat kolladığı bir zamandı. Düşman gözünü boğazlara dikmişti. Can çekişen, ölmek üzere olan avının tepesinde dört dönen leş yiyici, yırtıcı, aç hayvanlar gibiydi. Yedi düveli toplayıp uzattı pençelerini; Balkanlar’da, Trablusgarp’ta, Sarıkamış’ta darbe alan, elini, kolunu savaş cephelerinde kaybeden Osmanlı’nın boğazına. Onu nefessiz bırakabileceğini, soluğunu kesebileceğini hayal etti. Anadolu’nun Avrupa eşiği olan İstanbul’a sahip olmak, bu güzel şehri, hasta Osmanlı’nın bu nadide incisini, boğazından sıyırıp, avuçlarına almak istedi. Yapamadı… Unuttuğu bir şey vardı. Türk Milleti’nin tek bir yürek olarak nefes alıp verdiği…
Her türlü teknik imkân ve donanıma sahip arsız bir düşman karşısında hasta adam denilerek hafife alınan millet, eşi benzeri görülmemiş bir iman ve güç birliği ile geçit vermedi. Çanakkale geçilmez dedi, göğsünü siper, sözünü kılıç eyledi.
Erkek öğrenci:
Siz hiç bir mermi tarafından kovalandınız mı?
Yaşıtlarınızla saklambaç oynayacak çağınızda, bu oyunu düşmanla oynamak zorunda kaldınız mı?
Bir kurşun tarafından sobelendiniz mi ansızın?
Ensenizde ölümün nefesini hissederek, uykuya yatıp uyanmadığınız oldu mu?
Kınalanmış saçlarınız hendek duvarlarında toza, kana bulandı mı hiç?
Silaha sarıldınız mı ananızın kokusu tüterken burnunuzda?
Onun dizi yerine bir tümseğe koydunuz mu başınızı?
Onun elleri yerine barut kokusu okşadı mı saçlarınızı?
Şefkate en ihtiyacınız olduğu bir anda kopuk ve artık soğumuş bir eli dayadınız mı yanağınıza?
Öpüp götürdünüz mü alnınıza sonra?
Rüzgar, memleket türkülerini toplayıp eteğinde döküverdi mi meydana, savaşın çığlığı ile harmanlayıp gözünüzün önünde?
Dalgalanan bir bayrak hışırtısına yüklediniz mi selamlarınızı?
Kayan yıldıza değil de uçuşan mermilere fısıldadınız mı rüyalarınızı?
Kızlar Korosu:
Onlar!
İşte onlar!
Bu vatanı kurtaranlar.
Onlar!
İşte onlar!
Toprak altında yatanlar.
Onlar!
İşte onlar!
Bayrağı gökte dalgalandıranlar.
Koro:
Yenilmez Türk milleti yenilmez!
Söyledik tekrar söyleriz,
Çanakkale geçilmez!
Arka fonda bir Türkü:
Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle, kaymak söyle bal söyle
Gülüm gülüm, kırıldı kolum
Tutmuyor elim, turnalar oyy…
Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük benzi soluk yar söyle
Gülüm gülüm, kırıldı kolum
Tutmuyor elim, turnalar oyy…
Anlatıcı:
Dünyanın dört bir yanından üşüştüler çekirge sürüsü gibi. Yıl 1914… Asırlardır hükmettiği topraklarını bir bir kaybediyordu Osmanlı. Yorgundu, bitkindi. Silah ve cephanesi düşmanın silah ve cephanesiyle kıyaslanınca yok denecek kadar azdı. Ama çaresiz ve ümitsiz değildi. Vatan aşkıyla çarpan yürekli ve inançlı bir orduya sahipti. Kadını, erkeği, yaşlısı, genci göğsü imanla inip kalkan, kafesine sığmayan yenilmez bir ordu hem de… Bazen aslan olup kükrediler, bazen at olup şahlandılar, bazen güneş olup doğdular, bazen bulut olup yağdılar, bazen rüzgâr olup estiler, bazen ırmak olup çağladılar… Çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar…
Kız öğrenci:
Siz hiç babanızı, kocanızı, oğlunuzu, karındaşınızı gelmeyeceğini bile bile uğurladınız mı ocağı tüten evinizden?
Söndü mü sonra ocağınız?
Yıkıldı mı dumanı tüten bacanız?
Yıkıldı mı duvarlarınız, çöktü mü çatınız başınızın üzerine?
Siz hiç Allah’a kurban ettiğiniz koçlar gibi, gelin kızlar gibi kınaladınız mı yavrunuzun saçlarını, vatana kurban olsun diye?
Bile bile ölüme uğurladınız mı, uğurlar gibi düğüne?
Gece ile gündüzünüz karıştı mı birbirine?
Bir kuş gözlediniz mi gökyüzünde, bir haber beklediniz mi yağan yağmur tanelerinden medet umup?
Gözyaşlarınızla doyurdunuz mu yetim bebenizi, bakışlarınızla ısıttınız mı karda kışta onun o üşüyen tenini?
Evladınızın üzerinden alıp örtüyü, mermiye analık ettiğiniz oldu mu hiç?
Mermiyi kucaklayıp, öptüğünüz peki?
Yol gözlediğiniz yollara döktünüz mü umutlarınızı, düşürdünüz mü gözlerinizi?
Erkekler Korosu:
Onlar!
İşte onlar!
Yağmur olup yağanlar.
Onlar!
İşte onlar!
Sel olup taşanlar.
Onlar!
İşte onlar!
Onlar inananlar.
Koro:
Dinmez anaların gözyaşı dinmez!
Söyledik tekrar söyleriz,
Çanakkale geçilmez!
Arka fonda bir Türkü:
Gayri dayanamam ben bu hasrete
Ya beni de götür ya sen de gitme
Ateşin aşkına da canım yakma, yakma çıramı
Ya beni de götür ya sen de gitme
Anlatıcı:
Düşman donanmaları boğazı rahatça geçebileceklerini düşündüler. Düşündükleri olmadı. Türk tabyaları onlara geçit vermedi. Ateş sağanağı düşmanı yıldırdı. Gemileri battı, hasar gördü ve büyük kayıplarla geri çekildiler. Deniz yoluyla emellerine ulaşamayacağını anlayan düşman bu kez karadan saldırılara başladı. Dişe diş, göze göz, kana kan, cana can bir kara savaşı tozu dumana katıyor, gökten kurşun yağıyor, yerden kan fışkırıyordu adeta. O ne kızılca kıyametti öyle, o ne bitmez iman o ne bitmez direnişti. Savaşmak değildi yaptıkları, komutanlarının emirlerini harfiyen uyguluyorlar ve ölüyorlardı. Bir Mehmet şehit oluyor bin Mehmet doğuyordu aynı anda sanki.
Havaya barut kokusu karışıyor, gökte bulut ağlıyor yerde toprak kaynıyordu. Bu öyle bir savaştı ki yaşanan, yedi düvel toplanmıştı, kıyamet kopmuştu sanki. Kan, çığlık, feryat, fırtına, açlık, sefalet ve eşi benzeri görülmemiş bir katliam bir vahşet…
Güneşin ateş kırmızısı yeryüzüne akmış, yerden alevin dilleri yükseliyor, toprak adeta usta bir ressamın fırça darbeleriyle boyanıyor ve yaşanan vahşeti yansıtıyordu. Bedenden ayrılan ruhlar uçuşuyordu gökyüzünde ve ruhsuz uzuvlar kayboluyordu yeryüzünde. ‘’Ben size savaşmayı emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!’’ demişti gözleri ateş saçan bir komutan.
Arka fonda bir Türkü:
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Off gençliğim eyvah
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
Off gençliğim eyvah
Çanakkale içinde bir uzun selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Off gençliğim eyvah
Çanakkale içinde bir dolu testi
Analar babalar umudu kesti
Off gençliğim eyvah
Erkek öğrenci:
Ben Mehmet çavuş, düşmana iade ettim attığı tüm bombaları. Conkbayır ve Seddülbahir’de kaldı sağ kolum, sol kolum sol yanımda, imanım var göğsümde, söyledik size geçilmez, geçilmez Çanakkale!
Kız öğrenci:
Ben Nezahat onbaşı, Albay Hafız Halit Bey’in tek kızı. Gediz’de düşman alayının üzerine at sürdüm en önde. Türk kadını korkmaz, Türk kadını yılmaz, haydin dedim Mehmetçiğe, haydin ölmeye… Geçilmez, geçilmez Çanakkale!
Erkek öğrenci:
Ben Yahya çavuş, bir kurşun bulutu olduk birliğimdeki erlerimle, yağdık düşmanın üstüne. Bir avuç kalsak da benzeriz biz sellere, söyledik size geçilmez, geçilmez Çanakkale!
Kız öğrenci:
Ben Hatice, nam-ı diğer asker Ahmet… Cepheden cepheye koştum, rüzgar oldum, ateş oldum, su oldum. Kol oldum, yol oldum, düşmana meydan okuyan Mehmet’in yanında, onunla omuz omuza Ahmet oldum, er oldum… Savaştım diş dişe, yiğitçe, mertçe, söyledik size, geçilmez, geçilmez Çanakkale!
Erkek öğrenci:
Ben Seyit Onbaşı, Kilitbahir’de kilit vurdum düşmanın ağzına. Sustu gök, sustu yer, sustu düşman o anda. Türk’ün gücü inançtandır biline, söyledik size geçilmez, geçilmez Çanakkale!
Kız öğrenci:
Ben Safiye Hüseyin, Hemşire Safiye… Yaraları sarmaya geldim Çanakkale’ye... Eteğim sargı bezi, merhem parmaklarım, can suyu oldu bazen çatlamış dudaklara kanlı gözyaşlarım. Etten kemikten sur gibiydik, ihtiyaç yoktu kefene… Söyledik size geçilmez, geçilmez Çanakkale…
Erkek öğrenci:
Ben Ali, Kınalı Ali… Anamın kuzusu, babamın koçu Ali… Güle oynaya gittik cepheye, bayrak elimizde, vatan gönlümüzde, iman göğsümüzde, güle oynaya gittik ölmeye, güle oynaya gider gibi düğüne… Söyledik size geçilmez, geçilmez Çanakkale!
Arka fonda bir Türkü:
Eledim, eledim höllük eledim
Aynalı beşikte yavrum bebek beledim
Büyüttüm besledim asker eyledim
Gitti de gelmedi yavrum buna ne çare
Yaktı yüreğimi canan buna ne çare
Koro:
Biz Mehmet, biz Yahya, biz Seyit’iz,
Biz Ali, biz Nezahat, biz Hatice’yiz,
Biz Safiye, biz Ahmet, biz Fatma, biz Elif’iz
Göğsümüzü siper ederiz kahpe kurşun önünde
Vurulur, vurulur, vurulur
Ama ölmeyiz.
Biz Mustafa Kemal’iz.
Toprak inadına yeşerir her bahar,
Güneş inadına doğar…
Bu bayrak inadına dalgalanır mavi göklerde,
Ay ve yıldız inadına parlar
Söyledik size Türk askeri eğilmez,
Geçilmez Çanakkale,
Çanakkale geçilmez!
Anlatıcı:
Çanakkale’de kazanılan bu büyük zafer Türk milletinin yıkılmaz gücünün, bükülmez bileğinin, bitmez inancının nişanesidir. Asırlardır bağımsızlığından ödün vermeyen bir ulusun onur ve şeref mücadelesinin ödülüdür. Bu zafer top tüfek yetmediğinde süngü kürek, kol bilek yetmediğinde can yürek takviyesi ile ve en önemlisi inanç birliği, vatan ve bayrak sevgisi sayesinde kazanılmış bir zaferdir. Mustafa Kemal gibi büyük bir liderin önderliğinde Türk’ün yenilmezliğini ve gücünü bütün dünyaya ispatladığı bir destandır Çanakkale zaferi.
Koro:
Bu bayrak bu göklerden inmez,
Kanla sulandı bu topraklar,
Kanla yazıldı tarihe Türk’ün adı
Silinmez!
Söyledik, tekrar söyleriz,
Türk askeri eğilmez!
Çanakkale geçilmez!
Finalde Alay Marşı:
Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı
Al sancağı teslim etti, Allah’a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana
Arş ileri! Marş ileri! Türk askeri dönmez geri!
Yastığımız mezar taşı, yorganımız kar olsun
Biz bu yoldan döner isek, namus bize ar olsun
Ne şereftir ölmek bize, bu güzel vatan için
Yanar yürek yurt aşkıyla, daima için için
Arş ileri! Marş ileri! Türk askeri dönmez geri!
Hicran Aydın Akçakaya
(hi-çocuk serisi 3. Kitap ELLERİM YILDIZ TARLASI sayfa:52-61)
YORUMLAR
Tebrikler.Çanakkale ruhu yüreğimizden hiç gitmeyecek sizin gibi vatansever şairler sayesinde.........kutluyorum ve müsaadenizle paylaşıyorum.
Hicran Aydın Akçakaya
Çok teşekkür ederim, tarihimize bu destanı kanlarıyla, canlarıyla yazan bütün şehitlerimize, gazilerimize, büyük önderimiz Atatürk'e sizin nezdinizde bir kez daha şükranlarımı sunuyor her birini saygı ile yad ediyorum.
Saygılar, selamlar...
Hanımefendi bu güzel oratoryayı şimdi facebook da gördüm. Okurken bir hayli duygulandım. Zira, şimdi bir uydurma Çanakkale Savaşı yarattılar. Son dört yılda üç defa ziyaret ettiğim Çanakkale Şehitliklerinde görüp dinlediğim olay şu ;
Ne işleri varsa dünya birleşip Çanakkal'ye gelmiş. Melekler bu işe kızmışlar. Toplamışlar evliyayı enbiyayı vermişler düşmana sopayı.
Haaa bu arada 57.064 de Türk Askeri şehit olmuş... Herhalde iki ateş arasında kalmışlar.
Yurdum insanını belediyelerimiz otobüslere doldurup Çanakkale'ye gönderiyor. Aralarından bir sakallı çıkıyor yukarda 2,5 satıra sığdırdığım laf salatasını ballandıra ballandıra anlatıyor.
Be insafsız Rabbim gönderdiği meleği kulu karşısında acz içerisinde mi bırakır ? Meleğin müdahil olduğu bir olayda onca can nasıl verilir? Aralarından kimse de kalkıp bu soruyu sormaz...
Mükemmel ve gerçekleri yansıtan bir paylaşımdı, tebrik eder saygılar sunarım.
Hicran Aydın Akçakaya
Anlattıklarınız çok acı ve daha acısı onlara inanan bir güruhun olması.
Neyse biz tarihimizi biliyoruz, bizim bildiklerimiz milli değerlerimize ve tarihimize sahip çıkmamız için bize yeter...
Çok teşekkür ediyor, saygıyla selamlıyorum sizi...
Okul yıllarımın en zor dersleri hangisiydi diye sorsanız, hiç düşünmeden vereceğim cevap; "Tarih Dersi." Olurdu.
Küçük kağıtlar hazırlardım. Kopya çekme için. Biraz daha uğraşsam, yazdığım tarihleri ezberlerdim aslında. Fakat tarih dersini sevmemek vardı da işin içinde, işte o beni sayıları ezberlemekten bile men ediyordu.
Sonra bir gün, yaşlı bir hoca çıkıp gelmişti "Çanakkale"den. Benim hazırlayıp da sınavın sonunda ensemden içeri attığım küçük kağıtları fark etti. Oturduğu yerden güldü önce. Yüzümün kıpkırmızı olduğunu fark ettim. Sınav bitti.
Dışarı çıkmaya başladık.
-Kızım sen kal. Dedi. (Kesin ayvayı yemiştim, eyvah dedim içimden.)
-Sen hiç kan gördün mü?
-Hayır efendim.
-Allah da göstermesin. Bu savaşlarda ne çok kan aktı bilsen, senin o küçük kağıtların temizleyemezdi. Git şimdi daha büyük kağıtlara tarihler yaz, ezberle öyle gel. Olur mu kızım. Bunlar sana hayatın boyunca lazım olacak.
-Ama ezberleyemem efendim, çok uğraşıyorum olmuyor. Sayıları sevmiyorum.
-Eline bir iğne batır o zaman. Canın acısın, kan akınca aklına savaşlar gelecektir. O zaman ezberleyeceksin. Hadi bakalım, git şimdi.
Gittim. İnanmadım...
Kitabımı elime aldım, ne yaptıysam olmadı.
Karşımda bir sürü asker vardı ama hepsi fotoğraf...
Ne yapıyorsam hiç birisinin ne zaman, nerede savaştıklarını ezberleyemiyordum. Annemin teğelleyip bıraktığı iğnesini aldım elime gözümü tavandaki avizeye diktim. Diğer elimin işaret parmağına var gücümle sapladım.
O an da top-tüfek sesleriyle beraber, Allah Allah sesleri gelmeye başladı kulağıma.
Gözlerimden yaşlar damlamaya başladı sessizce... Tarih 18 Mart 1915...
Yazmaya başladım büyük bir kağıda.
Hocama uzattığım zaman, ağlıyordu.
-Bu ne? Dedi.
-Sınav kağıdım. Diyebildim.
Teşekkür ederim.
Hicran Aydın Akçakaya
Ne çok anılarla dolu okul yıllarımız. Samimi sıcacık paylaşım için çok teşekkürler, ben de paylaşayım bir anımı kopyayla ilgili
Benim sözel derslerle bir problemim yoktu.
Özellikle edebiyat ve tarih en sevdiğim dersti.
Sayısal derslerde zorlanırdım hep.
Ama kopya çekmeye korkardım, yakalanırsam rezil olurum herkese diye...
Ama bi keresinde sanat tarihi dersinde ki sevdiğim bir ders olmasına rağmen kopya çekmeye yeltendim ve hemen enselendim.
Aynı gün tarih yazılımız da vardı ona çalıştım bütün gece sanat tarihinin yüzüne bile bakmadım. Küçük kağıtlara kopya da hazırlamadım. Zaten kopya hazırlarken öğreniyor insan, hazırlamadığım için bomboş tabii kafa...
Direk sınav esnasında kitabı koydum sıranın altına bildiğim üç beş soruyu yanıtlamıştım bilemediklerimin yanıtlarını yanıtlarını arıyordum. Yaşıyorsa kulakları çınlasın ölmüşse Allah rahmet eylesin Reyhan öğretmen anında yakaladı beni, aldı kitabı ve şöyle dedi:
-Şaşırttın beni Hicran, bunu senden hiç ummazdım.
Benim karizma yerle bir, biyoloji öğretmeninin asistanım olarak ilan ettiği, edebiyat öğretmeninin sultanım diye sevdiği, tarihçinin dönem ödevlerini 100 üzerinden 100 değil de sadece sağol yazıp imzaladığı Hicran kopyaya yeltenir ha!
Öyle utandım öyle mahcup oldum ki; kekeledim, kızardım, bozardım, ezildim, küçüldüm. Kağıdımı aldı, sınav başlayalı daha 20 dakika olmuş, dedim kesin sıfır verecek kağıdıma… Eyvah ki ne eyvah!
Neyse ki insaflıymış Reyhan öğretmenim, sıfır vererek cezalandırmadı beni, yanıtladıklarımı puanlamış, beni bir kez daha utandırmıştı…
Tekrar teşekkürlerimle
Sevgiler Davidoff…
Hicran Aydın Akçakaya
Hüseyin Aktaş
2 saat ·
Çanakkale...
Bugün18 mart...
Bazı arkadaşlar Çanakkale'yi ve orada ölüme yürüyenleri saygı ile anarken bazı arkadaşlar bu zaferin bir zafer olmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar... Böylesi bir tartışmada yazdığım iki yorumu buraya aktarıyorum:
1. Yorum:
Çanakkale, Mustafa Kemal'in askeri başarısı nedeniyle TC'nin kuruluşunda önemli bir yer tutar, çünkü Mustafa Kemal'i ordu içerisinde insiyatif ve saygınlık sahibi yapan savaş bu savaştır. Dolayısı ile Mustafa Kemal'in TC'nin kuruluşundaki önemi ne ise Çanakkale'nin önemi de odur. "Kazanç kayba eşittir" bazen... Çanakkale'ye gelen süreçteki hedefler Osmanlı açısından kaybedilmiş ancak Osmanlı ordusu içindeki subayların bir kısmına bıraktığı mirasın sahiplenilmesi ile TC'nin yolu açılmıştır...
Bir savaşı yorumlamak için, savaşın sonuçları içinden yalnızca bir noktaya bakmak yanıltıcı olabilir...
2. Yorum:
"Liman von Sanders Pasa" askeri anlamda bir salaktır sadece. Onun oradaki formalite komutanlığının savaşın kazanılmasında hiç bir rolü yoktur. "Askerler! Size ölmeyi emrediyorum!" emrini veren ve bu emre harfiyyen uyan "kimisi onbeşli, kimisi nişanlı" erlerin zaferidir Çanakkale... Bunu en güzel doğrulayan da, Çanakkale-Gelibolu'da yenilgiye uğradıktan sonra yıllar yılı bu yenilgiyi hazmedemeyen İngiltere devlet adamlarından Winston Churchill'dir! Winston Churchill neden yenildiğinin yanıtı olarak; "Türk askerinin aptallığı yüzünden yenildim" der... Çünkü akıllı bir komutanın emirlerine harfiyyen uyan bir ordu, dünyanın en güçlü ordusudur... Çanakkale'de işgalciler ölmemek için çırpınırken, Türkler ölmek için yarış halindedir! Askerlerin ölmek için yarışmasını birileri aptallık olarak değerlendirebilir ancak insan vücudunun bir yerinde bir darbe ile yara açıldığı zaman oradaki kanamayı durdurmak için trombositler gelir damarların ağzında intihar eder. Askerlik de böyle bir şeydir... "emre itiraz" zaten ölüm demektir... Gövde gidince hücrelerin yaşama şansı zaten yoktur. Hücreler için bir beden ne ise yurttaşlar için vatan odur. Bu süreci, bu algıyı ve kabulü değiştirebilecek bir evrimi insanlık henüz geçirmiş değildir! 70 yıllık Sovyet deneyimi de bu konuda incelenmesi gereken sorular ve dersler bırakmıştır diye düşünüyorum...
1968'lerde ve 1970'ler sonrasında Türkiye sosyalist hareketinin başına iki şeyi bela ettiler: Birincisi "din düşmanlığı" ikincisi Mustafa Kemal düşmanlığı... Birincisini Marks'ın "din bir afyondur" sözüne dayandırdılar, ikincisini de Kürt isyanları karşısındaki TC'nin tavrına dayandırdılar... Din düşmanlığı nedeniyle halkımızın arasına kök salmamız engellendi, türlü provakasyonlar gerçekleştirildi... Oysa Marks'ın "din bir afyondur" tümcesinin önündeki tümceler okunduğunda Marks'ındin düşmanlığı yapmadığı görülebilecektir. Marks orada; "Din ruhsuz dünyanın ruhu, ezilenlerin afyonudur" demiştir ve bunun meali: din olmasaydı insanlık çektiği acılar karşısında aklını yitirirdi" demektir. Ancak bu Türkiye'deki "pro-devrimciler" diyebileceğim kuşak tarafından "din düşmalığına" dönüştürüldü ve bu gelişmeyi bence burjuvazinin ajanları da bilinçli bir şekilde körükledi...
Nasıl ki "din bir afyondur" sözü "cımbızlanarak" yorumlandıysa(!) özellikle 1976'dan itibaren sözüm ona "kemalizmle hesaplaşırken" bu hesaplaşma da Mustafa Kemal ve giderek Türk düşmanlığına ve Türklerin aşağılanmasına dönüştürüldü... Bunun da yine din konusunda olduğu gibi sosyalist hareketi güdükleştirmeye yönelik bir operasyon olduğundan zerrece kuşkum yok! Çünkü bu operasyon sonrasında da sosyalistler dar kadro örgütlerine dönüştüler kendilerine hayat verecek dokularını kaybettiler. Aksini iddia edenlerin biraz daha tarih ve toplum bilim okuması gerekir diye düşünüyorum.
Mehmet Gezmiş arkadaşın;
"Her vesile ile Mustafa Kemal'e ve Türklere *ok atmayı devrimcilik diye pazarlamak, kürt milliyetçiliğine bir şey katmaz.
"Kürtlerin kurtuluşu, emperyalizmle bir olup Türklere düşmanlık yapmaktan geçmez. Emperyalizme karşı birlikte mücadele etmekten geçer... Bütün ülkelerin işçileri Ve ezilen halklar, birleşiniz! Türklere karşı değil, emperyalizme karşı." paragraflarına olduğu gibi katılıyorum...
Ancak bu katıldığım paragrafların devamında ulusal eksenli, şövenist, Kürtleri yok sayan bir harekete doğru değil, emek eksenli sınıfsal kurtuluşu öne koyan bir dönüşümün geliştirilmesi gerektiğini de vurgulamam gerek. Ne yazıkki bu vurgumu kimi milliyetçi vurguncular -ki onların sosyalizm karşıtı ve hatta bir çoğunun burjuvazinin provakatörleri olduklarından eminim- yllardan beri çarpıttıklarını da biliyorum ve bu yüzden siyasi arenanın alabildiğine kirli olduğunu düşünüyorum...
Her şeye rağmen bir gün göreceğiz; "Güneş balçıkla sıvanmaz"!...
Hicran Aydın Akçakaya
O bazıları derken Atatürk’e ve milli değerlerimize sonuna kadar sahip çıkanları dinsizlikle suçlayanlardan bahsediyorsunuz değil mi?
Bilmiyorlar ki biz de müslümanız elhamdülillah, düşmanımız dahi ölse ölüme duyduğumuz saygıdan, dinimize olan bağlılığımızdan ve Rabbimizin gazabından korktuğumuzdan ‘’Allah taksiratını affetsin’’ diyecek kadar hem de… (din Allah'la kulu arasındaki bağdır, teraziye konulup tartılamaz ama görünen o ki benim de masum bir çocuğun ölümünü ve arasındaki acılı ailesini yuhalayanların dininden, müslümanlığından şüphe etmem kadar doğal birşey olamaz)
Onlar ne TC’yi ne Mustafa Kemal Atatürk’ü ve ne de onun getirdiği demokrasiyi hazmedemiyorlar. Oysa bilmiyorlar ki onun sayesinde şimdi söz sahibiler… Bu yüzden açıkçası onların neye inanıp inanmadığı beni çok da bağlamıyor.
Yaşadığım müddetçe başta Mustafa Kemal Atatürk ve bu vatan için canını ortaya koymuş bütün şehitlerimizi saygı, rahmet, minnet ve hürmetle anıp yad edeceğime ve ettireceğime; onların emaneti olan cumhuriyeti koruyacağıma, zaferlerimizi, milli bayramlarımızı hep büyük bir coşku ve gururla kutlayacağıma kutlattıracağıma ben kendi kendime söz verdim ve yalnız olmadığımı biliyorum çok şükür… Rabbim bizi din kalkanı ardına sığınan ve Allah’tan korkmayanlardan korusun…
Bir kez daha altını çize çize diyorum ki;
Çanakkale’de kazanılan bu büyük zafer Türk milletinin yıkılmaz gücünün, bükülmez bileğinin, bitmez inancının nişanesidir. Asırlardır bağımsızlığından ödün vermeyen bir ulusun onur ve şeref mücadelesinin ödülüdür. Bu zafer top tüfek yetmediğinde süngü kürek, kol bilek yetmediğinde can yürek takviyesi ile ve en önemlisi inanç birliği, vatan ve bayrak sevgisi sayesinde kazanılmış bir zaferdir. Mustafa Kemal gibi büyük bir liderin önderliğinde Türk’ün yenilmezliğini ve gücünü bütün dünyaya ispatladığı bir destandır Çanakkale zaferi.
Dediğiniz gibi güneş balçıkla sıvanmaz…
Gün ola harman ola…
Çok teşekkür ederim Şaban bey
saygımla…
Emeğinize ve bilincinize sağlık. Tüm şehit ve gazilerimizn bu savaşa katılanların ruhu şadolsun...
15. ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ
Ahmet AVCI
18 MART 2010
İZMİR
18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ
Bugün; 18 Mart 1915’te kazanılan Çanakkale Deniz Zaferinin 95’nci yıldönümüdür.
Çanakkale Muharebeleri; Birinci Dünya Savaşına istemeyerek giren ya da sokulan Osmanlı Devletinin; başlatmadığı ve istemediği bu savaşta, İngiliz- Fransızların oluşturduğu Emperyalist ittifakına karşı yürüttüğü meşru bir savunmadır.
Birinci Dünya Savaşına; çok fazla Hans öleceğine, Mehmetçik ölsün ve sonradan da Osmanlı toprakları kendisine kalsın düşüncesinden hareket eden Almanya’nın dayatması ve ülkemizdeki yandaşlarının yüzyılın başında yitirilen toprakların geri alınacağı kandırmacısı sonucu Osmanlı devleti bu savaşa katılmıştı.
Osmanlı Devleti; Kafkasya’da Rusların başlattığı muharebede; Sarıkamış bozgununa uğrayınca; Doğu Anadolu’yu ve Karadeniz kıyılarını Ruslara ve Ermenilere terk ederek, birliklerini Mısır seferi için Güney’e Süveyş Kanalı’na yöneltmişti.
Amacı; Süveyş Kanalını ele geçirerek, İngiltere’nin Sömürgesi Hindistan’la bağlantısını kesmek, böylece ikmal akışını durdurmak ve İngiltere’yi sıkıntıya sokarak, Almanya’nın işini kolaylaştırmak, ayrıca; olursa Mısır’ı yeniden Osmanlı topraklarına katmaktı.
Peki ya Doğu Anadolu ne olacak? Bu konu Türk Başkomutanını da pek ilgilendirmiyordu herhalde…
Buna karşılık; İtilaf Grubunun lideri durumundaki İngiltere de Süveyş Kanalının güvenliğini sağlamak ve Mısır’ı elde tutmak için, Osmanlı ordusunun bu bölgeden uzak tutulmasının planlarını yapmaktadırlar.
Ayrıca, Avrupa’da Almanya’nın karşısında; başarısızlığa uğrayan, iç bünyesinde de kargaşa yaşayan Rusya’nın yardım isteklerini de karşılamak istemektedir.
Rusya’ya yardım için de Çanakkale ve İstanbul boğazlarını aşmak gerekecektir.
Çanakkale boğazı I. Dünya savaşı sırasında iki blok devletleri için de yaşamsal önemdedir.
Savaşın başında Osmanlının tarafsız kalması İtilaf devletlerini memnun etmiş hatta 26 EYLÜL 1914’te boğazların tüm yabancı gemilere kapatılmasını önemsememişti. Ancak Osmanlı savaşa girince, İngiltere boğazlar konusunda ki asıl planını uygulamaya koymuştur.
Çanakkale’den geçen deniz yolu hem İstanbul’a hem de Rusya’ya gittiğinden, İstanbul’u ele geçirmek Osmanlı devletini bir an önce savaş dışı bırakmak ve Rusya’ya gereken yardımı yapabilmek; Osmanlının, Süveyş kanalına sefer yapmasını önlemek, Balkan devletlerini yanlarına çekmek için İngiliz ve Fransızların, Çanakkale boğazını zorlayacakları açıkça belli idi. Bunu bilen Osmanlı da daha 26 EYLÜL 1914’te bu boğazı tüm yabancı gemilere kapatmıştı.
Rusya’ya yardım için; İngiltere, müttefiki Fransa’yı ikna ederek, 1915 yılı başlarında, İtilaf Devletleri Bloğu için artık bir zorunluluk olan “Çanakkale Seferi”ni başlattı.
Böylelikle, Osmanlı’yı hassas yerinden vurarak, Kanal Bölgesindeki birliklerini geriye çektirecek, Çanakkale Harekâtı başarıya ulaşırsa; Osmanlı Başkenti ele geçirilip Osmanlı Devleti çökertilecek ve savaş dışı bırakılacak, Almanya- Avusturya Macaristan Bloğuna yeni bir cephe açılacak, Rusya’ya yapılacak yardımla da, Alman birlikleri Doğudan ve Batıdan sıkıştırılarak, savaş daha kısa sürede başarı ve daha az kayıpla bitirilecektir.
Çanakkale Seferinde kısa sürede başarı sağlanamasa bile Almanya’nın, Batı’dan bu bölgeye kuvvet kaydırması sağlanarak, Avrupa’daki gücü zayıflamış olacaktır.
Düşman, başlangıçta Çanakkale Boğazını donanmasıyla zorlamış, geçemeyince de şansını karada Gelibolu Yarımadasında denemiştir.
Gelibolu Yarımadasında yapılan çarpışmalar, bir Meydan Muharebesi değildir. Birer karış denebilecek dar topraklar üzerinde; binlerce onbinlerce, yüzbinlece insanın göğüs göğüse boğuşmasıdır.
ÇANAKKALE DENİZ MUHAREBESİ
Müttefikler, başlangıçta boğazı yalnız donanmayla zorlayıp, Marmara’ya geçmeyi, daha sonra da Karadeniz bağlantısını kurmayı planlamışlardı.
Modern Muharebelerde; zafer, harekât alanında, değişik harp vasıtalarını bünyesinde bulunduran, farklı kuvvetlerin, yani; kara, Deniz ve Hava kuvvetlerinin birlikte kullanılmasıyla elde edilebilir.
Tek başına bir kuvvetin muharebesi ile sonuç alınabilmesi imkânsızlık ölçüsünde zordur. Özellikle bir kıyısı Gelibolu Yarımadası, diğer kıyısı Anadolu sahili olan ve iki yakası arasındaki mesafe bir kilometreyi bulmayan bir boğazı yalnızca donanma ile zorlayarak aşmak, askeri taktik kurallarına terstir.
Çanakkale Seferi öncesinde Müttefikler; “Hasta Adam” olarak gördükleri Osmanlı Devletinin askeri gücünü, aşırı ölçüde küçümsemişler ve çok güçlü donanmaları karşısında, Türk sahil bataryalarının çok kısa sürede tahrip edileceği, dolayısı ile kıyıya asker çıkartılarak, kayıp vermeye gerek olamadığı biçiminde yanlış, değerlendirmeler yapmışlardır.
Belki de bu yanlış değerlendirmeye, Osmanlı Devletinin Balkan yenilgisi neden olmuştur.
Müttefikler, Çanakkale Boğazına kesin saldırı tarihi olarak, 18 MART 1915’i kararlaştırmışlardır.
Akdeniz Filosu Komutanı, Amiral Robeck, sabaha karşı 04.00’te donanmaya “Hazır ol emri” emrini vermiştir. Askerler, çağın en modern Zırhlılarında yerlerini almışlar, komutanlar güvertede oldukları halde, Bozcaada’dan hareket etmişlerdi.
İtilaf donanması, 18 savaş gemisi, 12 kruvazör, 27 muhrip, 12 denizaltı, 1 uçak gemisi, 2 hasta hane gemisi, 86 nakliye gemisi, 222 çıkarma gemisi, 42 uçak ile Çanakkale boğazını geçmeye girişti.
Bu gemiler, Akdeniz’de o güne dek görülmüş en büyük deniz gücü yığınağı idi.
İngiliz Komutan, kendi istihbarat raporlarına güvenerek bölgenin temiz olduğu rahatlığı içinde; aynı gece Hakkı Bey komutasındaki Nusrat Mayın Gemisinin döşediği 26 mayından habersiz olarak keyifle gemilerinin hareketini izlemektedir.
Önce boğaz kıyılarındaki tabyalar bombardımanla ezilecek ve akşama da İtilaf donanması Marmara’ya geçerek İstanbul’a doğru yol alacaktı.
Saat 10. 30 da sabahın ilk pusu kalkarken 10 savaş gemisi iki sıra halinde boğaza girdi. Yarım mil geriden gelen ve İkinci grupta yer alan Fransız gemileri de ilerlediler.
Boğazın iki yakasında mevzilenmiş top bataryaları dövülmeye başlandı.
Gemiler, Topçularımızın menziline girince şiddetli ateş altına alındılar.
Ve saat 18 sıralarında dünyanın en güçlü donanması, topçularımızın yoğun ve isabetli atışları ve Nusrat Mayın gemisinin Karanlık Liman’a döktüğü mayınların etkisi ile gemilerinin üçte birini kaybederek, geriye çekilmeye başladı.
Bu bir günlük çatışmada; Bouvet (BUVE), Ocean(OŞIN), İrresistibe, savaş gemileri ile iki muhrip, yedi mayın tarama gemisi batmış; Gaulois (Galova), İnflexible da dâhil olmak üzere yedi zırhlı görev yapamayacak duruma gelmiş ve donanma tümüyle bölgeden ayrılmıştı.
ÇANAKKALE KARA HAREKÂTI:
İngiliz ve Fransızlar, 18 Mart 1915’teki deniz bozgunundan sonra, Boğazın yalnızca, deniz gücüyle geçilemeyeceğini anlamışlardı.
Bu nedenle amfibik hareketin planlamasına giriştiler.
Bu sırada Türk Başkomutanlığı da Çanakkale bölgesindeki gücünü; yeni birliklerle destekleyerek, 5. Orduyu kurmuş, komutanlığına da Alman Generali Liman Von Sanders’i getirmişti.
5. Ordunun ihtiyatını oluşturan 19. Tümenin Komutanı ise Yarbay Mustafa Kemal idi.
Çanakkale Boğazının, yalnızca donanma ile geçilemeyeceğini anlayan İtilaf devletleri, kaybolan itibarlarını da göz önüne alarak, 25 NİSAN 1915’te General Hamilton Komutasında Gelibolu yarımadasına asker çıkarmayı kararlaştırdılar. (Fransızlar Kum Kale’yi hedeflediler)
24 Nisan’ı 25 Nisan’a bağlayan gece, Düşman çıkarma harekâtı başladı. Plana göre; Fransızlar Anadolu yakasına çıkartma yaparken İngilizler, Güneyden Anzaklar da Batıdan asıl kara harekâtını yapacaklardı.
İlk çıkarma; Seddülbahir ve Arıburnu bölgesine yapıldı. Çıkan düşman direnme ile karşılaştı.
Arıburnun'a çıkan düşman öncü birlikleri, sabah, Boğaza hâkim kritik kesim olan Kemal yerine ulaşmış, Conk Bayırı yönüne ilememektedir. Conk Bayırı'nın düşmesi ise muharebenin ilk günde kaybı demekti.
İngiliz birlikleri ilerlerken karşısındaki Türk bölüğünün ihtiyat takımı da çarpışarak geri çekilmekte idi.
Sabahın ilk saatlerinde; çatışmanın bu en kritik anında; çekilmekte olan ihtiyat takımı erleri, 19. tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal tarafından durdurulur.
Bundan sonrasını Mustafa Kemal’den dinleyelim:
[“Kaçmakta olan erlere; niçin kaçıyorsunuz?” dedim.
“Efendim, düşman” dediler.
Gerçekten de düşman avcı hattı karşı tepeye doğru serbestçe yürüyordu. Ben birliklerimi dinlenmeleri için geride bırakmıştım. Düşman bana benim askerlerimden daha yakındı. Ve düşmanlar, bulunduğum yere gelirlerse, birliklerim çok kütü duruma düşecekti.
O zaman artık, bir mantık yürütme dürtüsüyle mi? İçgüdüsüyle mi? Bilmiyorum. Kaçan askerlere; “Düşmandan kaçılmaz” dedim.
“cephanemiz kalmadı” dediler.
“cephaneniz yoksa süngünüz var” dedim. Ve bağırarak onlara süngü taktırdım. Onlar süngü takıp, yere yatınca, düşman askerleri de yere yattılar. Bu arada gerideki bölük koşarak geldi ve ateşe başladı.
İşte kazandığımız an bu andı.]
Conk Bayırı’nın harekât için önemini yüksek dehası ile gören Mustafa Kemal, üst komutanlardan onay alarak, müdahale etmenin çok geç olacağını değerlendirmişti.
İhtiyat görevinde bulunan kendi Tümenininin bir Alayı olan ve gece zorlu yürüyüşünü henüz tamamlamakta olan; 57. Piyade Alayı’nı koşturarak yanına getirmiş ve bu Alay’a; “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Bizler ölünceye kadar geçecek sürede yerimizi yeni komutanlar ve birlikler alabilir.” Emrini vererek; karşı taarruzu başlatmış ve düşmanı kıyıya kadar kovalayarak, savaşın kaderine etkili olmuştur.
57. Alay, Komutan’ın emrini yerine getirerek, görevini yapmış, ancak kendisi de nerede ise tümüyle yok olmuştu.
O gün müttefikler, 30 bin askeri karaya çıkarmayı başarmışlardı. Birliklerimiz, karşı taarruzla Anzakları küçük bir kumsala sıkıştırmıştı. Çıkarma birlikleri komutanı, geri çekilme izni istedi ise de Hamilton Muharebeye devam kararını sürdürmüştür.
Düşman, Seddülbahir ve Arıburnu'na yaptığı çıkarma harekâtını devam ettirmek için donanma desteğini ve o dönemde etkisi sınırlı olan hava gücünü kullandı ise de ilerlemeyi başaramadı. Ve Siper savaşları başladı.
Bunun üzerine; müttefikler, yeni bir istikametten harekâtı canlandırarak, Gelibolu Yarımadasını ele geçirmeye yöneldiler. Bu amaçla eski çıkarma bölgesinin kuzeyindeki, Suvla Limanı bölgesine çıkarma yaparak, Anafartalar hâkim arazisini ve sonra da Conkbayırı’nı ele geçirerek, Boğaz kıyısına inmeyi planladılar.
Bu durumu önceden çok iyi değerlendiren ve Müttefiklerin Arıburnu çıkarmasını başarı ile durduran Mustafa Kemal, Anafartalar dâhil bölgedeki tüm birliklerin emrine verilmesini istedi. Bu isteği başlangıçta Ordu Komutanlığınca; “Çok gelmez mi” diye küçümsense de sonradan kabul edilerek, 8 Ağustos 1915’te Anafartalar Grup komutanlığına atanır.
Artık Albay Mustafa Kemal, bölgesindeki tüm birliklerin komutanıdır.
Bundan sonra; Müttefikler, Albay Mustafa Kemal’in öngördüğü gibi, 9 Ağustos’ta Suvla Limanına Çıkarma yaparak, Rumeli Sahil Tabyalarını düşürmeye çalıştılar.
Ancak karaya çıkan düşman, ilki 10 Ağustos, ikincisi 21 Ağustos’ta iki karşı taarruzla püskürtülerek, Anafartalar’a sokulmamıştır.
10 Ağustos’ta çarpışmalar sırasında; bir şarapnel parçası, Mustafa Kemal’in kalbinin üzerindeki saati parçalamış ama yaşamı kurtulmuştur. Mustafa Kemal, aynı akşam bu saati hatıra olarak Ordu Komutanı Liman paşaya vermiştir.
Bu çatışmalarda İngiliz birlikleri binlerce ölü ve yaralı bırakarak geri çekilmişlerdir.
Ekim ayı başından itibaren, Müttefikler, çatışmayı yavaşlatmışlardı. Bu arada İngilizlerce, İki Tümen Selanik’e gönderildi. İngiliz Hükümeti, cephe komutanlığına; “ciddi hiçbir çatışmaya girilmemesi” talimatını verdi.
İngilizlerin yeni başbakanı Başlangıçtan bu yana Çanakkale Seferine karşıdır.
Artık taraflar, kıyı boyunca biri birlerini izler durumda savaşı sürdüreceklerdir.
Bunu anlayan ve düşmanın taarruz gücünün kalmadığını değerlendiren Albay Mustafa Kemal; Tüm cephe boyunca TARRUZLA düşmanı denize dökmeyi önerdi ise de Ordu Komutanlığını ikna edemedi.
Belki de Alman Komutan’ın- kendi ülkesinin lehine olarak- bu bölgede savaşın bitmesi işine gelmiyordu.
Bunun üzerine Albay Mustafa Kemal, görevinden ayrıldı. Ancak Ordu Komutanlığınca istifası kabul edilmeyerek, hava değişimi verildi.
Onlar da Mustafa Kemal’in zarar görmesini istememişlerdi.
Nitekim düşman, Aralık 1915’te gizlilik içerisinde ve hiçbir kayıp vermeden Gelibolu Yarımadasını boşalttı. Son düşman askeri de Ocak 1916’da bölgeden ayrıldı. Ve bu ‘Geri çekilme’ harekâtını savaş tarihinin başarı hanesine yazdırdı. Çünkü çok zor bir askeri harekâtı zayiatsız olarak sonuçlandırmıştı.
Türkler önemli bir fırsatı kaçırmışlardı. Alman Komutan da karşı taarruza izin vermeyerek, Almanya’ya zaman kazandırmıştı.
Çanakkale seferinin, birinci aşaması; 18 Mart günü doruk noktasına ulaşan müttefik donanmalarının bombardımanına karşın Çanakkale boğazının denizden
geçilemeyeceğinin anlaşılmasıyla son bulmuştu.
İkinci aşama ise; İngiliz ve Fransız ordularının Seddülbahir ile Kum kale’ye
Avustralya-Yeni Zelanda (ANZAK) Kolordularının Anzak kumsallarına 25 Nisan 1915'te
başlayan çıkarmalarıdır. 5 Haziran 'a dek süren bu aşamada, çok pahalıya mal olan İngiliz
birliklerinin yaptıkları çıkarmalarda bir miktar ilerleme kaydedilirken Anzakların
çıktıkları bölgede, arazinin engebeli oluşu ve inatla savunulması sonucu Anzak ilerlemesi
bir kilometreyi aşamamıştır.
Üçüncü aşamada; 6 Ağustos’ta Anzakların kuzeyi ve Suvla koyu'na yapılan ilave İngiliz çıkarmaları ile ayı anda hem yarım adanın güney uç noktasından, hem de Anzak bölgesinden girişilen saldırılar başarıya ulaşır gibi oldularsa da, yarma hareketinin olumlu sonuç vermesi üzerine, karşı karşıya olan hasım ordu da durağan bir siper savaşına kilitlenip kaldılar.
Dördüncü safha ise; Bölgenin tahliyesi idi 19-20 Aralık 1915 gecesi Suvla koyu ve Anzaktan, 8-9 Ocak 1916'da uç bölgesinden olmak üzere tüm operasyonlar sırasında tek bir can kaybı verilmeksizin, yarımadanın iki aşamada boşaltılması ile gerçekleştirildi.
1918 yılı sonunda varılan ateşkes anlaşması sonucu İngiliz Ordusu Yarımadaya tekrar geldi Ve savaş alanını hala gömülmemiş olan cesetlerden temizledi. Çok şiddetli çarpışmalarla geçen dokuz aylık sefer sırasında İngiliz Uluslar arası topluluğu 36 bin ölü vermiştir.
Yarım adada bulunan 31 savaş mezarlığında 22 bin mezar vardır. Ancak bunların yalnızca 9 bini tanımlanabilmiştir. Geriye kalan 13 bini ise teşhis edilemeyen mezarlarda yatmakta ve kalıntıları bile bulunamayan 14 bin kişi ile birlikte yarım adanın uç burnundaki İngiliz, Avustralya ve Hint anıt mezarlarında adları tek tek yazılmak sureti ile anılmaktadır. Ayrıca Tek Çam olarak adlandırılan bölgede Avustralya ve Yeni Zelanda asker isimleri 12 Ağaç ve 60 numaralı Tepe ve Conk Bayırı anıtlarında da Yeni Zelanda askerlerin isimleri yer almaktadır.
Çanakkale’de büyük zafer kazandık, ama bunu düşmanın üstün silahlarına karşı canımızı kanımızı ortaya koyarak kazandık. Bir neslin gürbüz gençliğini orada toprağa gömerek kazandık. Şehitlerimizle gazilerimizle isimsiz kahramanlarımızla kazandık.
Savaşma azmini anlatmak için Mustafa Kemal'in Günlüğüne not ettiği Çanakkale savaşlarındaki " Bomba Sırtı Olayı"nı sizlere kendi ifadeleri ile iletmek istiyorum:
"Tarih 14 Mayıs 1915 Düşmanla karşılıklı siperlerimiz arasındaki mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler tamamen şehit düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kursun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en küçük bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Bilenler yüksek sesle dualar okuyor ve cennete gitmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler ise kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor, ölüyor öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh gücünü gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir örnektir. EMIN OLMALISINIZ Kİ ÇANAKKALE SAVAŞLARINI KAZANDIRAN BU YÜKSEK RUHTUR.
CANAKKALE MUHAREBELERİNİN SİYASAL SONUÇLARI:
1. Çanakkale savaşlarının sürdüğü dönemde İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı Devletinin paylaşılması kapsamında İtalya’ya bazı topraklar vaat edilerek bu ülkenin Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna savaş açması sağlanmıştır.
2. İtilaf Devletlerinin Çanakkale’deki başarısızlığı, Bulgaristan’ı ittifak Devletleri safında yer almaya itmiş, böylece Almanya ile Osmanlı Devleti arasında bir köprü kurulmuştur. Bu durum savaşın ez iki yıl daha uzamasına yol açmıştır.
3. İtilaf Devletlerinin, Rusya'ya yardım ulaştıramamaları, Rusya'da mevcut krizi aşılamayacak boyutlara taşımış ve iç huzursuzluk artarak, Bolşevik İhtilalinin çıkmasına neden olmuştur.
4. İtilaf Devletlerinin yenilmezliği düşüncesi yıkılmıştır. Sömürgelerde bağımsızlık hareketlerine zemin hazırlanmış, Sömürgelerde direnişler başlamıştır.
5. İngiltere ve Fransa'da savaş karşıtı kamuoyu oluştu. İngiltere'de Liberal Hükümet yıkıldı.
ÇANAKKALE MUHAREBELERİNİN ASKERİ SONUCLARI:
Sekiz ay on dört gün süren Çanakkale savaşlarında gerek taraflarının kullandığı asker mevcudu, gerekse silah ve çeşitli savaş araçları sayılan değişik kaynaklarda farklılık göstermektedir. Aşağıda gösterilen sayılar ortalama değerleri taşımaktadır.
Çanakkale Cephesinde her İki tarafın savaşan asker sayısı toplamı bir milyona ulaşmıştır. İngilizler 410 bin, Fransızlar 79 bin olmak üzere yarım milyona yakın asker göndermişlerdir.
Türk tarafının mevcudu da bu sayıya yakındır.
Müttefiklerin savaş kayıpları: İngiltere: 205.000, Fransa: 47.000, Toplam: 252.000
Türk birliklerinin kayıpları: Şehit: 55.000, Yaralı: 100.177 Kayıp: 10.000
Hastalıktan ölen: 21.489, Toplam kayıp:251.359
Bu zaferle;
-Osmanlı Devleti "Hasta Adam" imajını silmiş.
-Türk Ordusu Balkan savası yenilgisinin ezikliğini üzerinden atmıştır.
Eğer Çanakkale geçilseydi
-Osmanlı Devleti daha savaşın başında çökerdi
—Anadolu çok daha önce işgal edilerek parçalanır, Türklerin durumu Sevr'de ön görülenden daha kötü olurdu.
Çanakkale Savaşlarının en önemli yönlerinden birisi de kuşkusuz, Mustafa Kemal gibi çağımızın en büyük Askeri ve Siyasi dehasının ortaya çıkarmış olmasıdır. Türk Milleti ve Ordusu, O'nun Conk Bayırın'da gösterdiği üstünlük ve cesaret Anafartalar’daki üstün yönetim gücü ve kararlığı sayesinde, Çanakkale Muharebelerinin kazanıldığına inanmıştır.
Bunun için denilebilir ki; Mustafa Kemal; Çanakkale'de Conk Bayırında- Kemal Yerinde doğmuştur.
Mustafa Kemal bu tarihten sonra, yavaş-yavaş adım-adım parlayacak, yükselecek, daha doğrusu kendisini büyük göreve hazırlayacaktır.
Yol uzun ama emin yoldur. Bu yolda duraklamalar da vardır. Ancak Mustafa kemal kendi hammaddesini kendinde Çanakkale’de Muharebelerinde bulmuştur.
Bu cevher; irade, mantıklı karar verme ve kararlarda isabet, bu kararlan azimle uygulama, kendine güven, büyük seziş yeteneği, gerektiğinde sorumluluktan kaçmamak ve engin yurt sevgisidir.
O bunları Çanakkale savaşlarında denedi ve kendinde olduklarına inandı ve onları yoğurdu. Bu deneme çok kanlı oldu ama bundan yine de kazancı oldu: "Savaştan nefret etti" ve hep barışı önerdi. "Yurtta barış Dünya’da barış" sözü bu savaşın bir sonucudur.
Müttefiklerin bakış açısından; deha sahibi, genç bir Türk komutanının o anda, o belirli noktada bulunması tüm Çanakkale Seferinin en zalimane rastlantılarından birisiydi. Aksi halde, Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar o sabah Conk Bayırını alabilirler ve böylece muharebenin kaderi de orada ve o anda çizilmiş olurdu.
Mustafa Kemal; Çanakkale’de savaşıp Ölen düşman askerlerini de dostumuz ve evladımız olarak yıllar sonra bağrımıza basmıştır:
“Bu Memleketin toprakları üstünde kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli Kahramanlar!
Burada bir dost vatan toprağındasınız.
Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz.
Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.
Bu birikim inanç, O'nun Kurtuluş Savaşı gibi çok kritik zaman sürecinde Türk Ulusunun kötü talihini yenmesine olanak sağlamıştır.
Aziz Şehitlerimiz!
Gözlerimiz yaşla, kalbimiz sevgi ve saygı ile dolu olarak aziz hatıranızı anıyoruz.
Siz gözlerinizi bu vatana kazandırdığınız bir zaferin üzerine kapadınız.
Çanakkale'de kemikleriniz, kayalardan örülmüş, sarp yalçın dağlar gibi bir abide kurdu.
İnanınız; ta içimizden söylüyoruz. Sizin Muzaffer Şehitliklerinizi, esir bir vatanın toprakları kuşatmayacaktır.
Ruhlarınızı, hatıranızın güzelliği ve kutsallığı içinde yıkadık.
Size yemin ediyoruz sizden aldıklarımızı, Vatana karşı görevlerimizi yaparak ödeyeceğiz,
Görevimizin başındayız. Size layık olmaya çalışıyoruz.
Kanlarınızın bedeli bu aziz vatan, ebediyen Türk vatanı olarak nesillerden nesillere devredilecektir.
Ruhlarınız şad olsun!
1. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi: Prof. Dr Ergün Aybars
2. Türk Devrimi: Suna KİLİ
3. Türk Devrim Tarihi, Prof. Dr. Ahmet MUMCU
4. Diriliş, Turgut ÖZAKMAN
Gönderen AHMET AVCI zaman: Çarşamba, Mart 17, 2010
Hicran Aydın Akçakaya
saygılar...
"Söyledik size Türk askeri eğilmez,
Geçilmez Çanakkale,
Çanakkale geçilmez!"
Tarihimize destan yazan şehitlerimizi rahmet ve minnetle anarak...
öpüyorum kutlarken yüreğini
seni alnından...
sevgimle duamla canım arkadaşım
Hicran Aydın Akçakaya
daima Türk'om daima...
çok teşekkürler sevgimle...
Sustum. Sustum da dinledim bir destanı yeniden. Çakalların parçalamayı umduğu pay iken, küllerinden dirilen bir ulusun sesini dinledim. Gövdesini kör kurşuna siper etmeye güle eğlene giden Mehmet'imin yavuklusuna yazdığı mektubu dinledim.
Hani bir bomba sırtı vardır Çanakkale'de. Rivayete göre, karşılıklı sigara çikolata alış verişi yapılmış askerimiz ile, düşman askeri arasında. Ben böyle bir rivayetin tümden yalan yanlış olduğunu dinledim. Zira o bomba sırtı denilen bölgeyi gidip gezdim. Orada öylesine içiçe giriyoruz ki düşman ile, bırakınız çikolata sigara alış verişini can telaşından gayrısı mümkünsüz. Evet bir alış veriş var. Lakin, el bombası alış verişi bu. Yakın mesafeden ve ölümüne.
Kanlı sırt var bir de. İnsanın içini burkan bu sırtın adı da, yine Çanakkale kara savaşı sırasında yaşanan kanlı çarpışmalardan kalma. Ve daha pek çok şey var anlatılacak, duyulacak. Anneler babalar: Mutlaka alın götürün evlatlarınızı Çanakkale'ye. Hem de sağlam rehberler eşliğinde, hem de siz de gezip dolaşın oraları. Yüreğim taştan yapılmadır diyenin dahi baş eğip susup dinlediği o destanı yaşatın yeniden onlara. Yaşatın ki, bilip öğrensinler bu vatanın nelikler ile edinildiğini.
Yazı, bu platformda okuduğum en nadide bölüşümlerdendi. Kutlarım saygıyla. İyi ki varsınız...
Hicran Aydın Akçakaya
vatan uğruna can veren bütün şehitlerimizi saygı, rahmet hürmetle bir kez daha yad edelim…
ruhları şad olsun…
unutmadık unutturmayacağız elbette…
çok teşekkür ederim Fırat bey…
saygılar…
Çanakkale’de kazanılan bu büyük zafer Türk milletinin yıkılmaz gücünün, bükülmez bileğinin, bitmez inancının nişanesidir. Asırlardır bağımsızlığından ödün vermeyen bir ulusun onur ve şeref mücadelesinin ödülüdür. Bu zafer top tüfek yetmediğinde süngü kürek, kol bilek yetmediğinde can yürek takviyesi ile ve en önemlisi inanç birliği, vatan ve bayrak sevgisi sayesinde kazanılmış bir zaferdir. Mustafa Kemal gibi büyük bir liderin önderliğinde Türk’ün yenilmezliğini ve gücünü bütün dünyaya ispatladığı bir destandır Çanakkale zaferi.
tebriklerimle
Çanakkale'ye gidip o manevi ruhu yaşamayan Türk evladı bence kalmamalı Alçıtepe, Arıburnu,Conkbayır,Saddülbahir ve birçok yerde mücadele veren Mehmetçiklerimiz canla başla mücadele vermişler. Ben iki sefer gittim yine de burnumda tütüyor çok güzel t yazı okudum sayfanızda tebrikler hemşehrim. Bu vatan uğrunda şehit düşen ve vatan uğruna burada çarpışarak aramızdan ebedi aleme göç eden kahramanlarımızı bu vesile ile bağrıma basıyorum nur içinde yatsınlar. Bu vatanda bu gün yaşıyorsak onların sayesinde yaşıyoruz. Saygılarımla...
Hicran Aydın Akçakaya
ne güzel söylemişsiniz… vatan uğruna can veren kahramanlarımızı bağrıma basıyorum ruhları şad olsun diye…
ruhları şad olsun hepsinin de… saygı rahmet ve hürmetle anıyor bin teşekkürle eğiliyorum önlerinde...
teşekkür ederim saygımla…
Tüylerim diken diken, içim köz köz, gözlerim sağanak...
Bu kadar da olmaz ki Hicran Hanım!
Ellerinize, yüreğinize sağlık...
Öpüyorum sizi güzel yanaklarınızdan sevgi ve sonsuz saygıyla...
Hicran Aydın Akçakaya
unutmayalım unutturmayalım çocuklarımıza...
çok teşekkür ederim sizin de okuyan gözlerinize köz köz yanan yüreğinize sağlık...
Hicran Aydın Akçakaya
unutmayalım unutturmayalım çocuklarımıza...
çok teşekkür ederim sizin de okuyan gözlerinize köz köz yanan yüreğinize sağlık...