Bir Beden, İki Ruh
2010 yılı ilkbaharı Erzurum. Karlar erimeye yeni yeni başlamış. Sokaklar çamur içinde, hava soğuk ve hafif bir rüzgar tatlı tatlı esmekte. Şehrin doğusundaki bir mahallenin camisinin mikrofonundan öğle üzeri salalar okunmakta. Musalla taşında üzerine ihram örtülmüş tabut , etrafında mahallenin sakinleri. Çocuklar birbirine fısıltıyla konuşmakta:”-Duyduz mu la, Köse Amca kadınmış”.Diğer çocuk.”-Essah mı diyirsen? İnanmiram ben”.
Mahallenin Köse Amca veya Salih Amca olarak tanıdıkları kişi bir kadındı. Asıl adı Suzan’dı. Erzurum’a komşu bir ilden 50’li yıllarda kocasıyla bir atın sırtında soğuk bir kış gecesi gelmişlerdi. Kan davasından kaçmışlardı. Kocasının kardeşi yani kayınbiraderi kanlılarıydı. Memleketlerinde kalsalardı kocası ölecek, genç yaşta dul kalacaktı. Kocası aniden kararının verdi, evini , tarlasını, hayvanlarını komşusuna bırakıp atına atladı, karısını da terkisine alıp doludizgin batıya doğru sürdü. Çetin bir yolculuktan sonra Erzurum’a , hiç bilmedikleri, görmedikleri bir şehre vardılar.
Erzurum’ da zorlu bir hayat kendilerini bekliyordu eşi ve Suzan’ı. Ceplerindeki parayla öncelikle yıkılacak vaziyette , bakımsız bir ev kiraladılar. Daha sonra atını koşacağı bir araba yaptırdı kocası. Şehrin yakınındaki köylerden satın aldığı meyve, sebzeyi kendi mahallesinde satıyordu genç adam. Suzan da evin işlerini görüyor, akşam yorgun eve gelen kocasını ağırlıyor, yemeğini, çayını önüne koyuyordu.
Mutlu değildi Suzan. Kocasıyla geçinemiyordu. O’ndan bir kere bile tatlı söz duymamıştı. Her zaman suratı asıktı adamın. Karısına atı kadar değer vermez, sözüyle davranışlarıyla aşağılardı. Çocuklarının olmaması da geçimsizliklerinin bir nedeniydi. “-Kısır kadın, bir döl tutamadın!” diyerek rencide eder, üzerdi O’nu.
Güzel, alımlı kadındı Suzan. Kara kara gözleri, yay şeklinde kaşları ,uzun boyuyla dikkatleri üzerine çekiyordu. Kendi memleketinde ihram giyme, erkeklerden yüzünü gizleme gelenekleri yoktu. Bu da sorun oluyordu bu şehirde. Dışarı çıkarken ehramını gözlerine kadar çekmekten hoşlanmıyordu. Güzel gözleri, saçlarının bir kısmı ihramın dışına taşıyor bu da çapkın gözlerin kendisine odaklanmasına neden oluyordu. Yan yana yürürken karısına bakıldığını gören adam sinirleniyor, eve vardıklarında karısını dövüyor, ağza alınmayacak küfürler savuruyordu.
Dayak, kötü söz, aşağılamalardan bıkmıştı genç kadın. Hayatına son vermeyi bile düşünmeye başlamıştı. Boşanmak istiyordu başka bir çare yoktu. Yan evdeki karı koca komşularının şahitlikleriyle evliliğinin sekizinci yılında kocasından boşandı Suzan.
Suzan kendisini sudan çıkmış bir balık gibi hissediyordu . Genç, güzel, alımlı bir dul kadındı artık. Sokakta yürürken gözler üzerindeydi. Dul olması kötü niyetli insanların, aç kurtların (!) iştahlarını iyice kabartmıştı. Sözle taciz ediliyor bazen evine kadar takip ediliyordu. Tam karşısındaki fırının çırağı para üstü verirken eline dokunuyor, pis dişleriyle de sırıtmayı ihmal etmiyordu.
Ne yapacaktı uzun uzun düşündü. Memleketine dönemezdi. Anası ölmüştü. Babası kocasından ayrılmış bir kadını kabul etmezdi. Kararını verdi. Erkek olacaktı(!). Kadın olarak hayatta kalması zordu. Ancak bir erkek olursa yani erkek gibi görünürse tutunabilirdi hayata ve şehre.
Suzan sırları dökülmüş eski boy aynasının karşısına geçti. Makası eline aldı. Uzun siyah saçlarını diplerinden kesmeye başladı. Saçlarını iyice kısalttı. Daha sonra göz sürmesini aldı. Kaşlarının arasına, gözlerinin kenarına, burnunun iki tarafına çizgiler çizmeye başladı. Çirkin ve yaşlı görünmesi lazımdı. Daha sonra kocasının eski gömleğini, ceketini, pantolonunu aldı. Güzelce dikişli yerlerinden söktü ve onları bir boy büyüttü. Beline büyük bir kuşak sardı onun üstüne kocasının gömleğini, ceketini ve pantolonunu giydi, çarşıdan aldığı kasketi başına geçirdi. Son olarak yine çarşıdan aldığı Oltu taşı tespihi parmaklarınınarasına aldı, kabadayılar gibi sallamaya başladı. Aynanın karşısında bacaklarını hafifçe ayırarak yürüdü, kendisini inceledi. Genç kadın orta yaşlı bir erkek olmuştu bir , iki saat içinde.
Suzan kocasının işini devam ettirme kararı aldı. Birkaç kere köylere beraber çıkmışlardı. Köyleri , köylüleri tanıyordu. Ertesi sabah kocasından kalan at arabasına bindi. At arabasına binmeden önce mahalle bakkalında bir paket sigara almayı da ihmal etmedi. Filtresiz sigara önce boğazını yaktı. Kısa kısa öksürdü ama sigarayı bırakmadı. Sigarasız erkek olur muydu hiç? Kamçısını beyaz atının sırtında şaklattı. Kırlara, yeşilliklere, şırıl şırıl derelere doğru atını sürdü. Dudaklarında bir tebessüm oluştu.Kem gözlerden uzaktı artık.Yıllar sonra huzur içinde hissetmişti kendini.
Suzan gittiği köylerdeki çiftçilere kocasının akrabası olarak tanıttı kendini. Karşısındaki kişi tanımasın diye kasketini gözlerine kadar indiriyor, sesinin kalınlaştırarak konuşuyordu. Laf arasında da sigarasını dudaklarına götürüyor sonra da dışarıya üflüyordu. Kendisini Salih olarak tanıtıyordu genç kadın.
Erkek gibi yaşamaya alışmıştı artık. Boş zamanlarında arabacıların devam ettiği kahveye gidiyor, kıtlama çay içiyor, tespihini sağa sola çeviriyor hatta arabacıların anlattığı açık saçık fıkralara bile kahkahayla gülüyordu. Bıyığı, sakalı olmadığından arabacı arkadaşları “Köse” ismini takmıştı Suzan’a. Çocuklar da “Köse Amca” diye çağırıyorlardı kendisini. Bu hitaptan hiç gocunmadı Suzan. Çocukları çok seviyordu. Çocuğu olmadığından çocuk sevgisini mahalle çocuklarını severek gösteriyordu. Köylere sebze almaya giderken çocuklara şeker, çerez gibi hediyeler vermeyi ihmal etmiyor onların sevinçlerine ortak oluyordu.
Uzun yıllar yazın meyve, sebze satışıyla kışın ise hurdacılık yaparak nafakasını çıkardı Suzan. Yan komşusu dul ,yaşlı bir kadındı. Adı Meliha’ydı . Kocası ölmüş üç çocuğuyla yoksulluk içinde yaşıyordu. Suzan bu dul, fakir kadına çok acıyordu. Akşamları sıcak çorba götürür, halini hatırını sorardı. Kadın bu ilgiden memnun olur Suzan’a dualar ederdi.
Suzan Meliha teyzeye her sırrını paylaşırdı. Bir gün en büyük sırrını , erkek değil kadın olduğunu söyledi. Meliha Hanım da Suzan’ın erkek olmadığını seziyordu ama bir şey söyleyemiyordu. Suzan Meliha Hanımı ve üç çocuğunu yanına aldı. İki yaşlı kadın birbirlerine destek oldular, birbirlerinin eksiklerini tamamladılar. Suzan, Meliha Hanım’ın çocuklarını kendi çocuğu gibi sevdi hiçbir zaman kötü söz söylemedi, onları bağrına bastı.
Bir sabah eve ekmek almaya giderken önünde arkasında kurşun sesleri çınladı Suzan’ın. Ne olup olmadığını anlayamadan kendini yerde buldu Suzan. Sağ bacağından kan geliyordu. Silahlı kavganın arasına düşmüştü kadın. Komşuların yardımıyla hastaneye yetiştirdiler. Sağ bacağından ameliyata almaya karar verdi doktorlar. Ameliyat sonrası Suzan için tam bir yıkım oldu. Sağ bacağını kullanamıyordu. Sakat kalmıştı artık. Bundan sonraki hayatına koltuk değnekleriyle devam edecekti.
Yaşı yetmişi geçmişti Suzan’ın. Sakat sakat çalışması çok zordu. Ayakta çok kalamıyordu zaten. Fakir fukara fonuna müracaat etti bir gün. Devlet kendisine aylık bağlayınca arabacılığı bıraktı yaşlı kadın. Gündüzleri eskiden olduğu gibi arabacılar kahvesine gidiyor, arkadaşlarıyla şakalaşıyor, akşam olunca da yuvasına dönüyor Meliha Hanım ve çocuklarıyla vaktini geçiriyordu. Fakirdi , yıkılacak derecede eski bir evde oturuyordu ama mutluydu. Allah’ına şükrediyordu. Meliha Hanım sabahları elbisesini giydiriyor hatta sakal tıraşını bile yapıyordu Suzan’ın.
2010 yılı Nisan ayı. Suzan 79 yaşındadır. Evden çıkıp çarşıya giderken birden kalbinin sıkıştığını fark eder . Nefes almakta zorluk çeker. Koltuk değnekleri ellerinden kayar kendini yerde bulur. Hastaneye kaldırılır. Meliha Hanım, çocuklar hastaneye koşarlar. Çocukları yanına çağırır Suzan. Onları tek tek öper.”-Allah’a emanet olun” der ve gözlerini usulca kapatır.
Suzan ,çalışkan, dürüst , içi sevgi dolu bir Türk kadını. Hayata tutunmak için erkek olmayı, erkek görünmeyi göze almış bir anamız. Mücadelen bir örnektir topluma ,hele kadınlara. Mekanın cennet olsun ”Köse Amca”.
(Not: Öykü gerçek hayattan alınmış ve öyküleştirilmiştir. Öykü kahramanlarının adları değiştirilmiştir.)
YORUMLAR
Ben kentleri severim. Kent denince de aklıma milyonluk metropoller gelir. Tabii İstanbul benim her açıdan belki de çocukluğumun geçtiği yer olmasından dolayı ilk tercihimdir. Öykülerimin de mekanı kendisidir.
Anadolunun bir kentinden, Erzurum'dan bir öykü okumak çok hoşuma gitti doğrusu. Ama yine de kentli öykü olması en büyük etkendi galiba?
Kaleminize sağlık, sağlam, ne istediğini bilen kelimelerin vücut verdiği güzel cümleler ve oldukça ahenkli anlatımıyla övgüye değer bir öykü yazmışsınız.
Tebrikler...