- 631 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Sessiz Şehrin Küçük İnsanı-Bölüm 1
Yağmur…
Sessizliğe bürünmüş şehri, dar penceremden seyrediyorum. Işıklarını söndürerek hayattan bağını kopardığını zanneden sessiz şehrin insanlarının horlamalarını duyar gibiyim. Yağmur, damlalarını alacaklıymış gibi indiriyordu evimin çatısına. Saatin çıkarmış olduğu “tik tak” sesleri, evimin çatısına düşen yağmur damlaları ile ritim tutuyordu sanki. Gecenin karanlığı, sabahın tiksintilerini örtmeye çalışıyordu.
Sessizlik…
Saatin çıkardığı “tik tak” sesi, geçmiş denen kalıntının kapımı sertçe çaldığını, eğer açarsam da beni uzun bir yolculuğa çıkaracağını zannettiriyordu bana. Yağmur damlalarının evimin çatısına sertçe düşmesi, hayatımda unutamadığım kötü anılar kervanını hatırlatıyordu. Beynimi kemiren düşünceler, yutkunmamı engelliyordu. Odamın karanlığı içinde kaybolmak en büyük arzumdu. Gözyaşlarım, düşen her yağmur damlasıyla göz kapaklarımdan ayrılıyordu. Gecenin, gözyaşlarımı örtmedeki çabası ve düşen her yağmur damlasının gözyaşlarımın sesini bastırma çabası da takdire şayandı! Gündüz, çok gülmüştüm ve şimdi de gözyaşlarımı yutuyordum.
Hayat, çoğu zaman bana gülmüştü! Hayata verebildiğim tek karşılık, gözlerimden akan tuzlu sulardı. Kendime söz vermiştim. Hayata inat gülecektim. Ağlamamak için zorladığım kendimi ışıklar sönünce rahatlatacaktım. “Yaşanan kötü anıları herkes unutur, biri hariç o da; yaşayandır.” Unutmamıştım ben de ya da unutmak istemiyordum. Unutursam, boşluğa düşerdim ve bana güç verecek bir şeyim de kalmazdı.
…
Tek istediğim huzurdu. Gece, üstümü örtmekte yetersiz kalıyordu. Toprak örtebilir miydi üstümü? Sadece karanlık istiyordum, karanlık sineme denk. Beynimi kemiren düşünce kervanı ve sessizlik… Artık, boşluktaydım. Belirsizliğin örmüş olduğu dört duvar arasında bocalıyorken; artık, bocalamayı da bırakmıştım. Sonbaharda kendini ağaç dalından bırakan yaprak gibiydim. Tek tesellim vardı. O da; yağmurun evimin çatısına indirdiği damlaları, üstümü örten toprağa da indirecek olmasıydı. Yine alacaklı gibi evimin kapısını çalacak, cevap bulamayınca vazgeçecekti. Hayat boyu gözlerimi ihmal eden uykuya doyacaktım. Bunu da ancak uzun, sabahı göremeyecek bir uykuyla sağlayabilirdim.
Pencereme doğru ilerledim. Aşağıya baktım; sadece karanlık ve yanında bir tutam huzur… Tek arzum vardı. O da; uyumak…
Rüzgâr, tüm gücüyle göğsüme esiyordu ve uğultusunu kulağıma yönlendiriyordu. “Yapma!” Diye haykırıyordu sanki. Arkama bakmak istemedim. Arkamda bıraktığım pek bir şey de yoktu zaten. Karanlığın içinde kaybolan yatağım ve duvar saatim tek servetimdi. Unutmak için bir yatağım ve zamanın geçtiğinin kanıtı olan eski, zamanın geçtiğini sert bir şekilde “tik tak” sesi ile ifade eden küçük bir duvar saati.
Karanlık ile hissedemediğim horlamamla tanışmıştım. Şimdi ise uzun bir yolculuğa sadece bir adım kalmıştı. Uzun bir yolculuktu, çünkü geri dönemeyecektim bu sessiz şehre. Gözümü kapattım. Boşluk beni çağırıyordu. Hafif bir gülümsemeyle kendimi boşluğa bıraktım. Uçan bir kuşun kendini rüzgara bırakması gibi.
Huzur…