- 1302 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
371 - FENA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
Tatili bol milletiz. Sadece Ayşe tatile çıkmadı. O çıkmadan bütün memurlar tatile çıktı. Hem de haftada bir gün daha… Yılda ve önümüzdeki yıllarda kaç günlük işgücü kaybı?
Aklına estikçe bayram yapan bir ulusuz. Boş ve hoş gün çıkarmak için bahanemiz çok. Önce bayram ilan eder, sonra cayar yok ederiz. Çünkü birileri için düğün bayram olan, birileri için yastır, ağıttır. Yasa sebep olan, kalem kâğıttır. Yasa neden yasadır.
Önce kahraman ilan eder sonra asarız. Ya da önce asar, sonra kahramanlığını kabul ederiz. Cesetlere rahat vermez, dama taşı gibi naklederiz. Başına ne kadar çok taş yığarsak, o kadar büyüttüğümüze inanır, saçmalarız. On bin sahabenin bir dikili taşı bile yok. Onca evliyanın türbesi kubbesi yok. Büyük adam olmak için taşa gerek yok. Büyük, nerde ve ne halde olursa olsun büyüktür, küçültülemez. Küçük, nerde ve ne halde olursa olsun küçüktür, büyültülemez. Bunu idrak etmekten aciz insanlarız.
Firavuna piramitler yaptırtan, Lokman Hekim’e ölümsüzlük iksiri arattıran, ağaçlara isimler yazdıran, kayaları kazıtan, olur olmaz yerlere imzalar attıran, hep o unutulma korkusu, kalıntısıyla olsun sonsuza kadar yaşama arzusu…
Sonsuzluk duygusu… İnsanoğlunun içindeki en güçlü duygulardan biri… Onu kendisi bulmadı. Ruhuna işlendi. Programlanmış olarak buldu. Bazen farkına vararak bazen farkında olmayarak onu dışarıya çıkardı.
Kalmaya gelmedik, gitmeye geldik. Hatırlanmak isteyen, ölümü idrak etmiş, kabullenmiş demektir. Ölüm doğumda gizlidir, zamanla açığa çıkar. Birilerinin öldüğünü gördükçe… Onun için Allah bizi ekinler gibi yaratıp, yetiştirip, sarartıp, hep birden yok etmez. Birimizin akıbetini diğerimizin görmesini, ayağını denk almasını ister ve değerlendirilmek umuduyla mühlet verir.
Var edilen her canlının cansızın yok edildiği yerde tek isim El Baki… Her canlı ölümü tadacaktır. Kimi Kevser şarabı içercesine, kimi tüm damarları ve sinirleri yerlerinden sökülüp çıkarılırcasına…
Her şey emanet… Sahip olunan her şey… Gençlik, güzellik, evlat, mal mülk, beden, ruh… Her şey emanet… Sahip olduğumuz maddi manevi ne varsa bir süreliğine kullandırılır ve zamanı gelince geri alınır. Elde kalan da yok, el de…
Varlık zannedilen yokluktur, algılanamadığı için yok zannedilen, aslında tek var olan Gerçek’tir. Tek Hakikât, Allah’tır.
Zamanlar içinde bir zaman, yerler içinde bir yer var… O yer, ölümüm bile öldürüldüğü yer… O zaman, zamanın sahibinden başka varlığın kalmadığı zaman…
Zaman, kum saatinde bir avuç kum halinde eriyip akıyor. İnsan da zaman içinde öyle eriyip tükeniyor. Oradaki bir avuç kum, varlık dediğimiz de bir avuç toprak… Aslımız… Asıl maddemiz… Fani, topraktan toprağa…
Ölüm, kaçınılmaz son… Sırası gelen gidecek. Hepimiz zaman dolduruyoruz. Her gün, her an adım adım kabre yaklaşıyoruz. Saniyelerimizi sayan biri var. Üstelik geri sayım başlayalı çok oldu. Vuslat yakın!
Ölüm, hayatın uzantısı... Derin uyku hali. Dünyadan kopuş, başka bir âleme intikal... Beden yükünden kurtuluş... Vücut bineğinden iniş... Arabayı park edip seri bir biçimde yola devam… Tatile çıkmak gibi bir şey… Yorucu ve yıpratıcı dünya hayatının bitişi, emeklilik gibi… Yükümlülüklerden kurtuluş… Mümin için ödül töreni…
Her ölüm, kalan için şiddetli bir darbe niteliğinde olmalı. Sarsıcı bir uyarı… Bir yok oluş, birkaç var oluş yaratabilir. Birinin helâki, diğerlerinin kurtuluşu olabilir. Hayatın bittiği yerde başlar yaşamak.
Yaşamak nefes alıp vermek, gülüp eğlenmek değildir. Bunlarda bir hareket ve zevk vardır ama daha çok bedenidir. Bahsettiğim yaşamak, tamamen ruhsal bir rahatlama, derin huzur, mutluluk… Emredildiği gibi yaşamak…
Yeryüzünde yapılan her işten umulan huzur ve mutluluk değil mi? O zaman diğer her tür çabaya ne gerek var, kolay bir yolu varken? Çürük zemin üstüne sağlam saray inşa etmeye çalışmaya ne lüzum var!
Birisini unutmamak için ille de kabrinin üstüne taş mı yığmak lazım? Sahabenin başında mermer yok. Uhut Şehitlerinin kabirleri belli değil. Sadece savaş alanında şehit düştükleri alan telle çevrilmiş, o kadar! Her taraf dümdüz… Ne bir yükseklik, ne bir işaret… Bunun böyle olması onların önem ve saygınlıklarından zerre kadar bir şey mi eksiltiyor? Kabirlerinin başına kitabeler konan, üstüne anıtlar dikilenler onlardan daha mı mübarek?
Beni unutmasınlar diye ne kadar gayret etsem, unutmayanlar da bir gün yok olacak, neticede yine unutulacağım. Firavunlaşmaya hiç de gerek yok!
Diyelim ki kıyamete kadar unutulmadım, bu benim öte dünyadaki hayatıma ne sağlayacak? Fakat her nedense, çok eski çağlardan beri bir unutulmama arzusu süregelmekte… Anıtlara bakılarak anıtlar yapılmakta, yükseltildikçe yükseltilmekte, abartıldıkça abartılmakta, yarış haline getirilmekte… Kabir ziyaretlerinin nedeni farklılaştırılmakta, evliya türbeleri hacet kapıları haline getirilmekte… Bu gidişle korkarım bir süre sonra kabirlere tapmaya başlayan bir millet halini alacağız!
Hepimiz faniyiz. Eninde sonunda fena bulacak, Dar-ül Bekaya intikal edeceğiz. Unutulmama gayreti içinde değil, Allah’ın emrettiği, gibi yaşamaya çalışarak O’na layık kullar haline gelme ve hizmet aşkıyla unutulmaz eserler vücuda getirme çabası içinde olmalı, bu konuda yarışmalıyız.
Kısacık bir zaman diliminde ne kadar çok düşünce geçiyor insan beyninden! Yazmaya kalktığımda onların hızına yetişemiyor, eksiksiz yakalamakta güçlük çekiyorum. Ne düşünmekte olduğumu düşündüğümde, neden düşündüğümü merak ediyor, bir öncekine ondan da daha öncekine gitmek suretiyle, geldiğim yoldan geri dönmeye çalışıyor, ilk çıkış düşüncesini bulmayı başarıyorum.
İlk düşünceyle en sondaki arasında alaka kurmak çok zor ama hepsi birbiriyle bağlantılı… Bunu, yat limanında kayadan kayaya zıplayarak gittiğim, aynı kayalardan geriye döndüğüm, ağaçlara tırmanırken bastığım dallara basarak aşağıya indiğim zamanlardaki halime benzetiyorum. Sonra sayı saymaya ve geri dönmeye… Örmeye ve sökmeye…
Kayaların yerleri gibi düşünülen olayların da beyinde şekillenen bir varlıkları ve düşünce evreninde birer yeri var. S harfiyle iki rakamını karıştırdığım yer, bizim evin salonu… Çiçeklerle ilgili masalı ilk okuduğun yer, evin doğu tarafı ve sıcak bir yaz günü… Buna benzer pek çok şey, pek çok sahne, hareketli ve sesli olarak o evrende kayıtlı… İnsan beyni, altı çizilenleri arşivliyor, çağrıştırılınca geri yolluyor. Olaylar, el ele tutuşmuş. Biri diğerini çekip getiriyor.
Ayşe’nin tatile çıkması da bana bunları çağrıştırdı. Düşünce düşünceyi getirdi, döndüm dolandım, yine Allah’a geldim. Yeryüzünde de dönüp dolanacak, Allah’a döneceğiz.
Ölüm, yenilenmektir.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 371