‘’Persona’’
İngmar Bergman üzerine yazılacak, söylenecek çok şey var. Ne yazsak da o gizemli yönetmenin bir yönü gizemini korumaya devam edecektir. Zaman zaman filmlerine geri dönüyor, tekrar izliyorum. Çünkü bir filmini izlediğim saatte psikolojik durumum filmin havasına uygun olmadığı halde filmi izlemiş olduğum için filmden bir şey anlamamışımdır. Ruhsal çözümlemeler yapabilmeniz için filmi doğru saatte ve günde izlemelisiniz.
Eğer evde izliyorsanız kesinlikle iki kişiyle bile izlenecek filmler değildir. Filmin ‘’anlamsız’’ bir sahnesinde arkadaşınızın size sorduğu bir soru yüzünden yönetmenin filmin başından itibaren sizi sokmaya çalıştığı havadan milyon kilometre uzaklara gidersiniz.
Bir filmi ile ilgili bir anım oldu geçen gün. ‘’Persona’’yı izleyecek kıvamda olduğumu düşünerek filmi açtım kanepeye uzandım. Evde o saatte kimse olmadığı için sesini iyice açtım. Yaşlı bir kadın ve çocuk morgda uzanmışlar, ben morg olduğunu düşündüm açıkçası… Üzerlerine beyaz bir çarşaf örtülmüş. Yüzlerinde ölümün soğuk yüzü okunuyor. Çocuk aninden hareketleniyor. Diğer tarafa dönüyor, üstü açılıyor. Rahatsız oluyor doğruluyor… Çirkin çocuk boynunu tuhaf şekilde kıpırdatıp duruyor. Bir camın ardında bir kadın yüzü beliriyor. Yüze, camın yüzeyine dokunarak hissetmeye çalışıyor. Ve Bergman filmlerindeki klasik şekilde ekran beyaz oluyor. ‘’İngmar Bergman’’, ‘’Liv Ullmann’’ yazıyor. Filmin girişi bile diğer sinema filmlerine hava atar gibi.
Değişik tınılar ile beraber filmde emeği geçenlerin isimleri geçmeye devam ediyor. Bir arkadaşınızın gelişini haber veren kapı çalıyor. ‘’Evet, tabii ki bu güzel akşamda beraber bir şeyler yapabiliriz.’’ Oturuyoruz. ‘’Filmin konusu mu? İnan hiçbir fikrim yok. Bir konusu olmayan filmlerden…’’ Birden fazla konusu var ve kişi istediği konuyu seçip ona göre filmi izliyor. Belki de milyonlarca konusu var filmin. Belki de hiç konusu yok.
‘’Yok, popüler bir havayla filmin konusunu sormak, gayet doğal.’’
‘’1990 yılı öncesi filmleri izlenecek filmler değil.’’
‘’Film 1966 yapımı. Çok eski, insanlar artık üzülmüyor, sevinmiyor, ağlamıyor. O sebepten gereksiz belki de…’’
‘’Şu kadının ismi ne?’’
‘’Liv Ullmann. Bergman filmlerinin değişmez yüzü’’. Evet, çok hoş. Yaşlı hali de çok güzel. Seksi değil, evet. Masum bir güzelliği var. Bergman işini biliyormuş. Bergman, kadınları çok sevmiş bir yönetmen. Aslında kadınları seven erkekler kaliteli erkeklerdir. Ama bu sevmesi sırıtmaz. Yine de her zaman kadınlarla arasında sorunları eksik olmamıştır.
‘’Kapatalım filmi. Evet, daha önce de izlemiştim zaten…’’
‘’Persona’’ bana göre ‘’anlamsız’’ (anlamlandırılmayan gerçekler) olanı o kadar anlamlı, görünür kılıyor ki insan yaşamın derinliklerinde kalan bize uzak konulara doğru yol alıyorsunuz. Eller, gözler, parçalanmış hayvan organlardan oluşan kolajla, bize ölümü hatırlatırken birden canlanan ve arkasını dönen çocuğun kameraya bakmasıyla neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Hayır, kameraya bakmıyor. Annesine bakıyor. Bir camın arkasından ulaşılmaz görünen meleksi varlık. Gördüğünüz gibi filmin giriş kısmından öteye geçemdik henüz…
Bergman’ın kadınlarla, hayvanlarla, çocuklarla, yaşlılıkla, hastalıklarla ilgili psikolojik sorunları olduğu belli. Ve aile ile de sorunları vardı.
Kimin, hangi yönetmenin böyle sorunları yoktur ki? Ama önemli olan bunları ifade edebilmektir. Bergman, filmleriyle sürekli canımızı sıkmaya devam etmektedir.
Sinemanın felsefe ve edebiyat ile bu kadar ilgili olması bizlerin canını zaman zaman sıkabilir. Bizler sinemadan keyif almak için izleriz çoğu zaman. Sıkılmak ve sorgulamak için değil. Yine de bu İngmar Bergman ‘ın uzaylı olduğunu göstermez. O da yeryüzünde yaşamış bir insan.
Beyni farklı yönde çalışan biri birkaç ay boyunca filmlerini tekrar tekrar izler, hayatı, kendini, insanları sorgularsa eminim daha ‘’insani’’ biri olup çıkacaktır. Bu kadar kesin konuşuyorum.