Kendime mektuplar (X)
Aklıma takılanlar…
Yaşam sürükleyip duruyordu. O sürüklendiğini biliyordu. Ne kadar kendi kararlarını verse de bir sürüklenme hep vardı. Ne sürüklenmesi dediğinizi duyar gibiyim.
Düşünün bakalım ne kadar yön verebiliyoruz hayatımıza? Sadece zorunluluklarımız var ve bu zorunluluklara göre karar veriyoruz ve biz bu yaşadığımıza hayat ya da yaşam diyoruz. Düşünün bir kere karar verirken tamamen özgür müsünüz? Ya da hangi konularda özgürsünüz? Evet, siz karar veriyorsunuz ama asla bunu özgürce değil de şartlara göre yapıyorsunuz. Sorumluluklarınız ve zorunluluklar içinde dar bir çerçevede kararlar verebiliyorsunuz. Bu yüzden asla mutlu değil insanlar ve mutlu değiliz. Sanki sıkışıp kalmış gibiyiz dar bir alanda.
Hala 2014 yılında başkalarının dayattığı bir sistemde, çevrede, evde vb yaşamak zorundayız. Çemberi kırabilen var mı içimizde?
Bir resim karesi çizin kafanızda ve o resmin bir köşesinden bakın insanlara, doğaya, şehirlere ve yaşamlara. Tabii ki kendinize ve kendi yaşamımıza. Koşuşturan insanlara, bir yerlere yetişme telaşındakilere ve yüzlerine, gözlerine bakın. Hiçbiri aslında o an istediği şeyi yapmıyor ve bu yüzden yüzlerinde o derin mutsuzluğu görebilirsiniz.
Resme bakmaya devam edin. Çocuklara bakın mesela. Ne yapıyorlar? Oyun parkında kaç çocuk görüyorsunuz? Veya kaç yaşında parkta oynayan çocuklar? Hepsi okullara ve dershanelere tıkılmamış mı küçük yaşta? Biraz daha küçük olanlar avm’lerin küçük kapalı oyun parklarında değil mi? Ya evde iken anne ve babalarıyla ne kadar zaman geçirebiliyorlar? Ya gençler neredeler bir bakın bakalım? Sınav kaygısı ve iş kaygısıyla boğuşmuyorlar mı? Onlar da kendilerine dayatılan hayatın dışına çıkabiliyorlar mı? Hangi gencin yaşantısını, kaygılarını, iç dünyasını bilebiliyor aileleri? Hala birçok genç işsiz ve birçoğu YGS, LYS, KPSS vb. sınavlarla boğuşmuyorlar mı? Ya kadın ve erkekler, onların yaşamları nasıl? Sürekli iş, neredeyse işten başka bir şey yapmaya vakit kalmıyor. O yüzden evde yapılsa bile hazır gıdalar tüketilmekte. O yorgunluğun arkasından uzun yemek hazırlamak işkence. Tabii ki onlarda zaman kısıtlılığından alışveriş için avm’leri tercih etmekteler. Ağır ekonomik ve diğer zor şartlardan dolayı kaç ailede huzur denen şey var? Ya yaşadığımız evlere bir bakın hele; yan yana hepsi aynı tornadan çıkmış evler. Sürekli çalıştığımızdan evlerimizi de fazla kullanamıyoruz. Evin; çocukluğumda başka fonksiyonları vardı. Mutlu anları paylaştığımız anlar, misafir ağırladığımız, uzun uzun yemekler pişirdiğimiz, huzurla uyandığımız. Evimize ve ailemize daha çok zaman ayırırdık eskiden. Şimdi evlerimizde kaç saat geçirebiliyoruz.
Böylece bu zincir kırılmadan devam edip gitmekte. Ya da bir kısır döngü içindeyiz de diyebiliriz. Peki, kaçımız farkındayız bizi çevreleyen zincirlerin?
İşte bir resmin içine hapsedilmiş hep aynı hayatları yaşamaktayız hep birlikte. Çıkış yok mu peki? Çıkış hep vardır ama ne zaman nasıl olur bu sorunun cevabını bulduğumuzda o da olur sanırım.
İşte bütün bunları yıkabilseydim nasıl yaşardım diye sordum kendime. Öncelikle küçük fazla kalabalık olmayan bir kasabada. Bu kasabada her gün aynı yerden alışveriş yapabileceğim kasabım, manavım, bakkalım olsun ve bunlarla alışveriş öncesi merhabalaşıp ardından gülümsemeler dolaşsın dudaklarımda. Okullar yakın olsun, araca binmek zorunda kalmasın çocuklar. Çocuklar karnelerini alınca kasabadaki bakkal o çocuğun karnesine bakmak istesin. Komşularımı tanımalıyım ve merhabalaşmalıyım; bunun da ötesin de komşularımın sorunları olursa bilmeliyim. Kasabada yaşayan yaşlı bir insan hastalandığında ona çorba pişirip götürebilmeliyim. Sokakta yürüdüğümde tanıdık yüzler görmeliyim. Çocuklar evlerin bahçesinde oynamalı. Okuldan gelince yardım etmeli evdeki işlere. İş saatleri çıkışı evine ulaşmak için saatlerce yolculuk edilmemeli ki akşam yemeğine zaman kalsın. Evler doğaya aykırı yapılmamalı ve asla çok katlı olmamalı ki komşularımızla sıcak ilişkiler kurabilelim.
Sözün kısası insanlar güven duymalı birbirlerine ve insanca ilişkiler kurmalı birbirleriyle. Ve üretmeli ve üretmeliyim. Doğayla bütünleşerek yaşamalı; çünkü doğa bozulursa insanda bozulur.
Değişen dünyamızda her şeyi sorgusuz, sadece o an bize cazip geldiği için kabul etmeyelim. Zihnimizde önce kırmızı trafik ışığını yakalım ve düşünelim.
İnsanların doğaya sahip çıktığı, insanca yaşamların olduğu bir dünya düşleyelim ne dersiniz?
yeşil düşlü şair /gülsüm öztomurcuk
3 şubat 2014/14.52
YORUMLAR
Bizim buralarda eski tadı kalmasa da anlattığınız insani ilişkiler hala var. Büyük apartmanlara yeni taşındık.
Eski güzellikleri yaşatmaya çalışıyoruz. O eski küçük evlerimizde çat kapı birbirimize gidip geldiğimiz günlerde
ki gibi olmasa da.
İnsan isterse bu çemberi deler,
istediği güzellikleri yaşar diyorum.
Yeter ki bu gücü kendinde bulsun..
tebrikler,
anlamlı, güzel bir yazıydı, mektuptu daha doğrusu..
sevgilerimle..
bu serinin beş veya altıncı bölümde
demiştim
bundan sonra bu seriyle ilgili yazacaklarınız bu yazdığınızı geçemez diye
yanılmışım
İyi ki de yanılmışım.
seri de rakamlar arttıkça
kalitesi ve derinliği de artıyor
yazar;
bildiklerimizi hatırlatırken
okuru geçmişe götürüyor
ve çemberin içinde kalan yaşantımızı gözler önüne ustalıkla seriyor
tebriklerimle yeşil düş'lü şair'im
maviege
bir de sözcükleri yerli yerinde kullanabilsem.farkındayım karmaşık yazdığımı ,bu akıcılığı bozuyor ve aslında tamda aklımdan geçtiği gibi yazamıyorum. acele ettiğimi düşünüyorum ama yeniden gözden geçirince de bazen tıkanıp kalıyorum. ancak yazmaya başladığımda bir çırpıda yazabiliyorum. acemice işte. ne yapalım belki gittikçe daha iyi cümleler kurabilirm.
bu yazıyı asıp asmamak ta kararsızdım aslında.
öyle işte bu denemeler sizin eseriniz bir yönüyle...
selamlar ,sevgiler
ersinbaşeğmez
siz kendinizdeki gelişimi görmeye bilirsiniz
ama
dikkatli okur fark eder onu
kesinlikle devam