- 840 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CİHAD ORDUSUNDAN İSTİFA ETMEK!
Bu yazımızı Kastamonu ilimizden yazıyoruz.
Cuma namazını Nasrullah Camii’nde kılmak nasip oldu.
Hem Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Anadolu Cihadı’nı başlatabilmek için halkı, hem de dağılmış Osmanlı Ordusu’nun evlerine dönen subaylarını göreve çağırdığı o ateşli vaazlarını yaptığı Nasrullah Camii. İşte o kürsü tam önümüzde.
Üstüne üstlük, hutbenin konusu da, tüm dünyadaki Müslümanların kardeş olduğunu, her Müslümanın bu kardeşliğin şuurunda olmak borcunun bulunduğu gibi, Akif’in o vaazlarında işlediği konular işlenince bizdeki duygu tavan yaptı. İçim sızladı.
İslam ülkelerinin çatır çatır parçalandığı, milyonlarca Müslümanın hunharca şehit edildiği, sıranın bize ve güzel ülkemize doğru gelmekte olduğu, ama insanımızın bu tehlikenin yeterince farkına varamadığı, yapılması gereken cihada yeterince ilgi duymadığı bu ortamda, Cuma namazında aklımıza neler geldi neler!..
İşte karşımda kürsünün üzerine Mehmet Akif Ersoy var. Ateşli bir konuşma yapıyor. Harekete geçirilmeye çalışılan cihad ordusu yerine, rahat yaşamı ve tatlı ticareti tercih edenlere seslenişini duyar gibi oluyorum.
Cihad ordusundan istifa ederek rahatı ve ticareti seçen bir şahsın hayatınından bir kesiti anlatıyor. 2.Abdülhamid Han’ın 1909 yılında bir ihtilalle düşürülmesinden sonra, Osmanlı İslam Devleti’nin çatırdamaya başladığı döneme ait bir hatırası:
“Sabah namazlarını kılmak için Sultanahmet Camii’ne gidiyorum. Her sabah ne kadar erken gidersem gideyim, mihrabın bir kenarına oturmuş olan, saçı sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir adamı, ümitsizce bedbin bir şekilde durmadan ağlarken görüyorum. O kadar ağlıyor ki, ağlamadığı tek bir dakikaya rastlayamadım. Bunun sebebini çok merak ediyordum. Nihayet bir gün o yaşlı zatın yanına sokuldum ve:
-Muhterem! Niye bu kadar ağlıyorsun? Allah’ın rahmetinden bir insan bu kadar ümitsiz olur mu?
Dedim.
Yaşlı gözlerle bana baktı ve:
-Beni konuşturma! Neredeyse kalbim duracak!
Dedi.
Ben anlatması için çok ısrar edince başından geçen olayı ağlaya ağlaya şöyle anlattı:
-Efendim, ben Abdülhamid Han Cennetmekan’ın devrinde orduda bir binbaşıydım. Emrim altında olan bir tabur vardı. Bu askeri görevime annemin ve babamın vefatına kadar devam ettim. Fakat onlar vefat edince istifa etmek istedim. Çünkü memleketimizde bir hayli servetimiz vardı. Bu mal ve mülkün başında durmak, onların çarçur olmaması için gerektiği şekilde ilgilenmek gayesiyle, bir istifa dilekçesi yazıp kumandanlık makamına gönderdim. Dilekçemde dedim ki:
-Annem de babam da vefat etti. Falan yerde mağazalarımız, filan yerde gayrimenkullerimiz vardır. Netice itibarıyla bunlarla ilgilenecek, ticari işlerin yürümesi için mağazaların başında duracak bir nezaretçiye ihtiyaç vardır. Bu vesileyle şayet kabul buyurulursa, görevimden istifa etmek istiyorum.
Bu dilekçeyi yazdıktan bir müddet sonra, kumandanlıktan bir yazı geldi. Heyecanla gelen mektubu açtım ve okudum. Orada istifamın kabul edilmediği yazılmıştı. Bir anlam veremedim. Bu sefer bir üst kumandanlığa aynı dilekçemyi gönderdim. Fakat bu sefer de bizzat Hünkar’dan red cevabı geldi.
Bunun üzerine bizzat Sultan’ın huzuruna çıkıp, kendisiyle şifahi olarak görüşüp istifamı vereyim diye düşündüm.
2.Abdülhamid Han gerçekten çok celadetli bir padişahtı. Ben yaveriyle görev icabı uzun zaman bir yerde kalmıştım. O, Sultan’ın hallerini bize anlatırken:
-Abdülhamid faytonda giderken faytonun sağında ve solunda bulunanlar neredeyse nefes almaya bile korkarlardı, derdi. Efendim Allah ona rahmet eylesin, Abdülhamid Han evliyaullahtan bir zattı.
İşte ben durumumu anlatmak için bizzat o celadetli ve haşmetli Padişah’ın huzuruna çıktım ve:
-Hünkarım, sizden istifamın kabulünü rica edeceğim, durumum ise böyleyken böyle!..
Diyerek istifa sebebimi anlattım. Bunun üzerine bir müddet derin derin düşündü. Yüzündeki ifadeden istifa etmemi istemediğini anlıyordum. Ben bunu sezince istifa konusunda biraz daha ısrarcı oldum. Abdülhamid Han, benim böyle ısrar ettiğimi görünce, bakışlarını bana çevirip, öfkeli bir tavırla ve sanki beni elinin tersiyle iter gibi hareket yaparak:
-Haydi seni istifa ettirdik!
Dedi. Tabii ben istifamın kabul edilmesi sebebiyle çok sevindim. Ve hiç vakit kaybetmeden memleketime dönüp işlerimin başına geçtim. Uzun yıllar rahat ve huzur içinde hayat sürdüm. Derken bir gece müthiş bir rüya gördüm:
Mana aleminde, bütün ordular bir araya toplanmış teftiş ediliyordu. Küffara karşı son savaşı vermek üzere, memleketin şarkında ve garbında bulunan tüm orduları bizzat Peygamber Efendimiz teftiş ediyordu. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam, Yıldız Sarayı’nın önünde duruyor, bütün İslam orduları Efendimizin huzurundan geçerek büyük bir disiplin içerisinde teftiş veriyordu. O esnada orada Osmanlı Padişahlarının ileri gelenleri de vardı. Fatih, Yavuz, Kanuni gibi. Sultan Abdülhamid Han ise, edebi hürmetle, kemerbestei ubudiyetle, Kainatın Efendisi’nin hemen arkasında duruyordu. Bütün ordular huzurdan tek tek geçiyordu. Derken sıra, benim istifa etmeden önce komutam altında bulunan taburuma geldi . Fakat birliğin başında kumandanı olmadığı için askerler darma dağınıktı.
Bu hali gören Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam, Abdülhamid’e dönüp:
-Ey Abdülhamid! Bu ordunun kumandanı nerede?!.
Buyurdu. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid, mahcup bir halde başını önüne eğmiş olarak, hürmeti edeple Efendimize:
-Ya Resulallah! Bu ordunun kumandanı istifa etti. Defalarca reddetmemize rağman çok ısrar ettiği için biz de onu istifa ettirdik.
Dedi.
Bunun üzerine Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam elinin tersiyle bir işaret yaparak:
-Senin istifa ettirdiğini, biz de ümmetlikten istifa ettirdik.
Buyurdu.
Yaşlı gözlerle bunu anlatan ihtiyar adam bana döndü;
-Söyle bakalım, bunu duyduktan sonra ben ağlamayayım da kim ağlasın?
Ve Mehmet Akif, sonradan Sebilürreşad dergisinde de anlattığı gibi sözlerini şöyle bitiriyordu:
Yaşlı adam ağlamasına, inlemesine devam etti. Derdi büyüktü. Sessizce yanından uzaklaştım. Zaten başka da yapabileceğim bir şey yoktu. Zira bu yaşlı adam, tesellisini Peygamber Efendimiz’den bekliyordu. Pişmanlığının ve tevbesinin kabul edildiği müjdesi gelmeden belli ki ağlaması inlemesi dinmeyecekti…”
İnsan nasıl duygulanmaz!
Dünya Müslümanlarının yurtları gene yangın yeri, tıpkı o günler gibi.
Müslümanlar gene cihad etmek zorunda, tıpkı o yıllar gibi.
Cihada karşı bir yılgınlık var, tıpkı o zamanlar gibi.
Ve biz Merhum Mehmet Akif Ersoy’u kürsüsünün dibinden adeta tekrar dinliyoruz. O günkü söylediklerini bu günkü Müslümanlara söylüyormuş gibi…
Yanımızda bulunan Kasatamonu’nun çiçeği burnunda İl Başkanı Yüksel Canpolat kardeşim ile o gün hep bu duyguyu konuştuk, soluduk.
Ziyaret ettiğimiz kardeşlerimize de aynı duyguları aktarmaya çalıştık.
DÜŞÜN
Düşün, nasıl bir kıvılcım çaktı,
Bu hatıraları okumandan?
İstifa edip kendini yaktı,
Cihadla görevli o kumandan!..
Ekrem Şama
[email protected]